İtalyan Sineması; bir dönem, bünyesinden o kadar çok sayıda “büyük yönetmen” çıkardı ki, birçok usta, devlerin gölgesinde kalmaktan kendini kurtaramadı. İtalyan Sineması’nın gerçekten önemli filmlere imza atmış onlarca yönetmeni; Fellini, Rossellini, Pasolini, Antonioni, Leone, Visconti, Taviani, De Sica, Scola, Bertolucci gibi olağanüstü işlere imza atmış yönetmenlerin çektiği setin ardında halâ Türk sinemaseverler tarafından keşfedilmeyi bekliyor.

Çağdaş dramalar söz konusu olduğunda Olmi, Petri, Germi, Zeffirelli, Ferreri, Monicelli ve Rosi keşfedilmesi gerekenler listesinde ilk aklıma gelenler. Tabii Argento gibi, Bava gibi tür sinemasında uzmanlaşmış ustalar yavaş yavaş tüm dünyanın saygısını kazandı. Sorrentino, Moretti, Tornatore ve Benigni dramatik açıdan güçlü eserlerle zaten haklı bir şöhrete ulaştılar. Daha düşük bütçelerle ve kısıtlı imkanlarla çalışmış, İtalyan aventür sinemasına nadide eserler hediye etmiş yığınla yönetmen ise halâ yeterince tanınmıyor. Bunlardan biri de geçtiğimiz hafta hayatını kaybeden Sergio Sollima.

sergio-sollima_fototgcom

Sergio Sollima, 1921 yılında Roma’da doğmuş, film okulu Centro Sperimentale di Cinematografia’dan mezun olmuş, setlerde çalışmış bir emekçi. Kariyerine film eleştirmeni olarak başlıyor, 1950’lilerden itibaren oyun yazarlığı ve senaristlik dönemi başlıyor. Bir dönem gişeyi kasıp kavuran “Sword and Sandal” filmlerindeki senaryolarıyla başarıyı tadan Sollima; Ursus, Herkül ve çeşit çeşit gladyatör filmlerinin senaryo ekiplerinde yer alıyor.

1962’den itibaren tüm dünyada gişeyi sarsan James Bond serilerinin taklitleri de gecikmiyor. İtalyan’lar da başı çekiyor tabi. “James Tont” (evet yanlış yazmadım, baya bildiğin “Tont”) gibi tuhaf örnekler Avrupa’da iyi gişe yapmaya başlıyor. ‘Simon Sterling’ takma adını kullanan Sergio Sollima da; Avrupa Casusluk filmleri (eurospy) olarak adlandırılan bu kanonda, ilk uzun metraj yönetmenliğini ortaya koyuyor: “Agente 3S3: Passaporto per l’inferno” (“Agent 3S3: Passport to Hell”, 1965). George Ardisson’un başrolde oynadığı film çok tutuyor, hemen devamını patlatıyorlar: “Agente 3S3, massacro al sole” (“Agent 3S3: Hunter from the Unknown”, 1966). Açıkçası ben Sollima’nın yönetmen koltuğunda oturduğu bu iki filmi pek beğenmiyorum, Fernando Sancho’yu alakasız bir rolde görmek ve Ajan S3S Walter Ross’un tuhaf bir takım aygıtları dışında bi numarası yok. Zayıf filmler. Hemen ardından “Requiem per un agente segreto” (1966) ile türe bir katkıda daha bulunuyor. Stewart Granger’ın başrolde oynadığı ve eleştirmenlerden geçerli notlar alan bu gizli ajan filmini ben henüz izlemedim, o nedenle bir değerlendirmede bulunamayacağım.

blankSollima hangi tür meşhursa, o konuda işler çıkaran bir sanatçı olduğu için (eurospy’sa eurospy, korsan filmiyse korsan filmi, eurocrime’sa eurocrime), Sergio Leone filmleri sayesinde küresel bir talep yaratan İtalyan usülü koyboy filmlerine (spagetti western) burnunu sokmakta gecikmiyor. İyi de yapıyor. Sollima’nın 1966 yılındaki “The Big Gundown”dan (La resa dei conti, 1966) itibaren çektiği filmlerin hem politik tabanı hem de hikaye örgüsü son derece kuvvetlidir, şahsi kanaatimce onun sineması gücünü de buradan alır. Sıkı oyuncularla çalışmış, politik göndermelerle dolu, detaylı senaryolarını, hızlı kurgularıyla öne çıkan birkaç sağlam filme başarıyla yedirmiştir. Açıkçası ben onun Sandokan serilerini pek beğenmem, “Il diavolo nel cervello” (1972) ve “Berlin ’39” (1993) filmlerini de henüz izleme fırsatı yakalayamadım. Yine de Sollima Sineması’nı merak edenlere, birbirinden güzel 5 filmini önereceğim. Tamamına kefilim.

[box type=”shadow” align=”” class=”” width=””]

blank“THE BIG GUNDOWN” (La resa dei conti, 1966)

Ben vakt-i zamanında bu filme ulaşabilmek için Almanya’dan biriyle film takası yapmıştım. Hey gidi günler hey. “The Big Gundown”; sadece western türünün ya da Sergio Sollima’nın ya da Lee Van Cleef’in ya da Tomas Milian’ın değil, hınzırca yerleştirilmiş, hayli politik senaryosuyla tüm bir sinema tarihinin de en iyi filmlerinden biri.

Aksiyonu ön plana çıkaran ve siyasi göndermeleri arka plana iten, kısaltılmış versiyonunu kesinlikle izlemeyin. Bu adeta saat gibi tıkır tıkır çalışan filmden 1 dakika bile kesilemez. 105 dakikanın altında bir “The Big Gundown” izliyorsanız, kapatın gitsin. Hikaye sıradan bir sürek avı gibi başlıyor ve kuvvetli alt-metniyle politik bir sinema şaheserine dönüşüyor. Leone ayarında bir Sollima. Başyapıt!

blank“FACE TO FACE” (Faccia a faccia, 1967)

Aslında “The Big Gundown” (La resa dei conti, 1966), “Face to Face” (Faccia a faccia, 1967) ve “Run, Man, Run” (Corri uomo corri, 1968) politik açıdan bir üçleme oluştururlar. İşte bu üçü içinde en farklı bakış açısı “Face to Face”tedir (Faccia a faccia, 1967).

Sollima, bir tarih profesörünün ideolojik olgunlaşmasına dair süreci yansıtırken, tartışmaya değer bir entelijansiya eleştirisi ortaya koyar. Evet yer yer kör gözüm parmağına, kaba saba didaktik diyaloglar vardır ama gerek sinematografisi gerekse müzikleriyle son derece olgun bir sinema inşa eder Sollima. Üç Sergio da (hem Leone, hem Corbucci hem Sollima) devrime dair westernler yapmışlardır, onların içinde en özel yerlerden biri “Face to Face”indir. İzleyin, ne demek istediğimi anlayacaksınız. Defalarca izlenmeyi hak eden bir film…

blank“RUN, MAN, RUN” (Corri uomo corri, 1968)

Aslında bu film “The Big Gundown”ın devamı gibi. Cuchillo Sanchez nam-ı diğer “Bıçak” geri dönüyor ve Meksika devrimi fonunda altın avı başlıyor.

Sollima’nın politik üçlemesinin son halkası olan “Run, Man, Run” (Corri uomo corri, 1968) keskin siyasi taşlamalarla dolu bir film. Yine dur durak bilmeyen bir hikaye içinde dev metafor dalgalarına kapılıp gidiyorsunuz. Sürükleyici bir film ama kabul etmek gerekir ki, üçlemenin en zayıf halkası.

“VIOLENT CITY” (Città violenta, 1970)

Sollima suç sinemasına dönüyor ve güzel bir aksiyona imza atıyor. Entrika, cinayet, ihanet, kovalamaca, intikam. Ne ararsan var. Film başlıyor. Birbirinden güzel, can alıcı görüntüler ve cennet gibi bir beldede sonsuz sükunet. Ve birkaç saniye içinde cennet cehenneme dönüyor. İlk 10 dakika diyalog yok. Filmde heyecanı katlayan iki önemli kovalamaca sahnesi var, ikisini de döndür döndür izle.

Bazı sahnelerde sadece sessizliğin gücünü kullanıyor usta yönetmen. Bir cam kırılma sesi duyuyoruz, hepsi o. Sollima’dan son derece kanlı, şiddet dolu, dört dörtlük bir macera filmi. “Violent City” (1970), Charles Bronson’ın da en iyi filmlerinden.

“REVOLVER” (1973) 

“Revolver” (1973) olayların hiç de beklemediğiniz minvalde geliştiği, katharsis içermeyen, karamsar bir polisiye.

Aslında başlangıçta sıradan bir polisiye gibi gözükür ama dakikalar ilerledikçe filme kendinizi kaptırırsınız. Bunda da en büyük pay, hiç kuşkusuz Vito Cipriani rolündeki Oliver Reed’in olağanüstü kompozisyonu. Reed, birkaç saniye sonra ne yapacağını asla kestiremediğiniz Brandovari bir performans çiziyor ve sadece karakterini değil tüm filmi tek başına derinleştiriyor. Her jesti her mimiği dikkat çekiyor. Oliver Reed ve Fabio Testi arasındaki kimya da görülmeye değer.[/box]

blank

Ertan Tunc

Sevdiği filmleri defalarca izlemekten, sinemayla ilgili bir şeyler okumaktan asla bıkmaz. Sürekli film izler, sürekli sinema kitabı okur. Ve sinema hakkında sürekli yazar. En sevdiği yönetmen Sergio Leone’dir. En sevdiği oyuncular ise Kemal Sunal ve Şener Şen.

“Türk Sinemasının Ekonomik Yapısı 1896-2005” adlı ilk kitabı; 2012 yılında Doruk Yayımcılık tarafından yayınlanmıştır. Kara filmler, gangster filmleri, İtalyan usulü westernler, giallolar ile suç sineması konularında kitap çalışmaları yürütmektedir. İletişim: ertantunc@gmail.com

Bir yanıt yazın

Your email address will not be published.

blank

Öteki'den Haber Al

Buna da Bir Bak!

blank

Klaus Kinski: Sanatçının Bir Şeytan Olarak Portresi

Klaus Kinski’yi yakından tanımak ve bu büyük aktörün ne manyak
blank

Telly Savalas: Polis ve Suçlu Rolleri Arasında Geçen Bir Ömür

Telly Savalas kendine has tipi, benzersiz ses tonu, şeytanî gülüşü