Dumansız Hava Sahası İstiyoruz!

Şeytan-ı Racim poster“Oh be! Nihayet! Nihayet korku sinemamız, içinde debelenip durduğu kısır döngüden çıkış biletini yakaladı! Bitmediiiii! Sadece kendisinden önceki berbat örnekleri aklamakla kalmayacak, bundan sonra da korku sinemamız adına üretilecek emsallerine de örnek teşkil edecek, ultra incelikli bir korku – gerilim hikâyeye kavuştu sonunda! Bitmediiii! Son zamanlarda eşine benzerine rastlamadığımız lezzetli bir sanat yönetimi ve göz zevkimizi bala kaymağa bulayan ve perdeyi ezip geçen oyunculuklarla bezeli bir örnek var aynı zamanda karşımızda! Korkarım ki Şeytan-ı Racim sadece ülke sinemamız için değil, dünya sineması adına da korku kulvarında okkalı bir zafer olmaktan kurtulamayacak kadar keyifli bir yapım!!!” diyebilmeyi inanın ki can-ı gönülden isterdim. En azından bu türden bir yıkama yağlama ritüelinin sinekritik dolduran bir değeri olurdu, öyle değil mi!

Öteki Sinema için yazan: Fatih Yürür

 İşin şakasını içimiz kanaya kanaya bir kenara bırakacak olursak, başlı başına acıklı bir şaka maiyetinde değerlendirebileceğimiz Şeytan-ı Racim için yeni ne gibi kelamlar edilebilir? Cevabını verebilmek gerçekten de zor! Öyle sanıyorum ki “Muhteşem bir yerli korku filmi buldum! Adı da Şeytan-ı Racim!” gibisinden bir patlamanın ardından koştura koştura yapımcıların masasına taşınan böyle bir projenin, tür sinemasına meraklı izleyiciyi ciddiye almasını beklemek; en kallavi istismar filmindeki kurbanların bile çekmekle dolduramayacağı bir çileye balıklama atlamak demek aynı zamanda! Kaldı ki, ülkemizde korku-gerilim türünün cıvıklığından mütevellit, bu alandaki üretimlerin artık en sığ mavralara bile malzeme konusu edilmediği düşünüldüğünde, ipsiz sapsız örneklerin “seyirciyi çekelim, bilmem ne kadar izleyici kotasını da aştık mıydı bizden iyisi yok” mantalitesinden mustarip bir şekilde, art arda salonlara damlamasının zaten elle tutulur bir sebebi yok!

Film vizyona girmeden aylar önce, sosyal mecralarda, filmin senaryosunun quanttum rumuzlu inci sözlük yazarının hikâyesinden birebir alıntı olduğu haberleri yayılmıştı. Daha sonra bu iddia doğrulandı. Bunun sonrasında ise yapımcıların da tahmin edeceği üzere, filmin adı başlı başına gündem malzemesi oldu bir süreliğine.

Şeytan-ı Racim orta

Bilenler bilir, “Şeytan-ı Racim” tabiri, semavi dinlerde, şeytanın insanoğluna secde etmeyi reddedip tanrı huzurundan kovulduktan sonra ortaya çıkmıştır. Fakat gelin görün ki, yapımcı ekip, bu janjanlı tabiri doldurabilecek (ya da sadece yanından geçebilecek) bir hikâye ile karşımıza çıkmak yerine, öncüllerini kötü bir şekilde taklit ederken izleyicinin ruhunu sıkan bir işkence seansı hazırlamayı uygun bulmuşlar.

Öncelikle, bizim korku sinemamızın uygulamaktan bir türlü bıkmadığı metotlardan bahsetmek istiyorum. Kabaca nedir bu metotlar? Modası bir türlü geçmek bilmeyen saçma sapan cazırtı efektleri ile beyin nöronlarımızın canına okumak (ki en önemli mimarlarından biri Hasan Karacadağ’dır), kadraja yerli yersiz zıplayan ve suratı envai çeşit dijital müdahale ile deforme edilmiş ecinniler, ucuz zıplatma taktikleri vesaireler vesaireler! Hah! Bu noktaya dikkat çekmek istiyorum! Şeytan-ı Racim bu metotların hepsine toptan sırt çeviren bir film! Hayır, hayır! Hemen öyle gevşeyip sevinmeyin ve mümkünse de umuda falan kapılmayın! Şeytan-ı Racim, bu metotların hiçbirine başvurmadığı halde “keşke bu metotlara başvuran filmlerin yarısı kadar dikkate değer bir film olsaydı” dedirterek dizlerimizi dövdüren bir yapım!

Bir diğer korku sineması handikabımız da malum; karakterlerin bir soruyu elli defa sormadan içlerinin rahat etmemesi! Bu sorular kabaca şu kronolojik sırayla karşımıza çıkarlar: “oğlum kafan mı iyi senin?”, “iyisin di mi bir şeyin yok?”, “yok yok iyiyim, asıl sen iyi misin?”, “çok şükür iyiyim ama senin iyi olduğundan bir türlü emin olamadım”, “iyiyim iyiyim, bir şeyim yok ama benim iyiliğimden evvel senin iyi..”,”iyi iyi, hep böyle iyi olalım olur mu?” Bu gibi varyasyonların neredeyse ölümüne uzaması ise izleyiciyi, klimalı salonlarda bile sıkıntıdan boncuk boncuk terleten bir kısır döngüdür adeta!

Bu kadar gevezeliğin ardından sadede gelmek gerekirse (Merak etmeyin sadet kısmı beklediğinizden de kısa sürecek!)… Emrah ve Salih aynı evde yaşayan iki üniversite öğrencisidir. Emrah’ın rutin öğrencilik günleri, bir gece ansızın Salih’in oda kapısının altında gördüğü duman ile sonra erecektir (“manyak mısın oğlum ne dumanı?”). İkili önceleri böyle bir dumanın varlığı ve yokluğu üzerine fazla derin olmayan varoluşsal gevelemeleri (“Demek ki yanlış gördüm o zaman! Ama sen yine de iyisin öyle değil mi Salih?”), sabah kahvaltısında içtikleri çay ile beraber hazmeder gibi gözükürler. Fakat Salih kısa sürede keçileri kaçırır ki bu, aynı zamanda Emrah’ın da evden kaçması demek olacaktır. Sonrası mı? Sonrası malum! Büyüler, cinler, muskalar, kürtajlar ve Emrah’ın, en iri ergeni bile kifayetsiz bırakacak ani sinir patlamaları vesaireler vesaireler… Hah! Unutmadan! Bir de öyle sanıyorum ki izleyicinin iki saate yakın bir süre boyunca çektiği acının telafisi olacağı düşünülmüş sürpriz son var ki, sanırım yerli mahsul korku filmleri içerisinde sürpriz sondan medet ummayan bir yapımla karşılaşmak başlı başına bir sürpriz olmaz mıydı zaten!

Ölümüne uzayan içi boş planlar, karakterlerin dazlak şaşkınlığına gark eden abartılı tepkileri (“manyak mısın oğlum ne diyorsun sen ya!”) ve uzun süresinin kalibresinin yarısını bile ite kaka dolduramayacak sıradan ve sığ bir hikâye! O kadar sığ ki, oturduğunuz yerden, yarım saat sonra başınıza geleceklerin dibini bile görebiliyorsunuz! Daha önce de söylediğim gibi, Şeytan-ı Racim, fiyakalı isminin seyircide uyandıracağı ilgiden medet uman, ambalajı iyi gibi gözükse de dolu durması için, içine bol bol hava basılmış bir yapım.

Artık birbiri ardına peyda olan ve bir kısmı, bıkmadan usanmadan bu tür filmlere şans tanıyan seyircinin nazarındaki kredisini tüketmeye başlayan baştan savma tür sineması örneklerinin, ister istemez mide bulandırmaya başladığı bir dönemdeyiz. Bundan birkaç yıl öncesine kadar, bu türün bir şekilde zamanla evirileceğine kendini inandırmış olan iyi niyetli izleyicileri bile kusma noktasına getiren bu yönelim, gişeye de iyiden iyiye yansımaya başladı. (Salonda sadece tek kişi olmam gibi…) Dolayısıyla yapımcıların, gişe rakamlarına bakıp ağlaşmak dışında, kavuklarını kucaklarına alarak ciddi ciddi düşünmelerinin vakti geldi de geçiyor bile! Öyle ya! İzleyici sırf pahalı bir nanik yemek için sinema salonlarına doğru taban eskitmekten bıktı usandı artık!

blank

Fatih Yürür

İlk sinema deneyimi, bir Stephen King uyarlaması olan “Geri Döndüler” olmuştur. Yazmaya başladığı dönem ise aslen lise yıllarıdır. Saçma sapan korku hikayeleri kaleme almaktadır ve asıl amacı bir gün bunları görselleştirebilmektir. Çeşitli platformlarda oyun incelemeleri ve film eleştirileri yazar. Yaratmış olduğu RüyadaM adında bir animasyon ve çizgi hikaye karakteri bulunmaktadır.

3 Comments Bir yanıt yazın

  1. yine klasik dini kullanarak insanları korkutma ıvır zıvırı. izlemeyiniz izlettirmeyiniz. yok cinmiş , şeytanmış böyle kavramlardan çok fazla tırsan hatta ismini anmaktan çekinen insanlar oldukça böyle filmler her sene karşımıza çıkar maalesef.

  2. şeytanla anlaşma kısmı supernatural’den arak değilse bir şey bilmiyorum.

Bir yanıt yazın

Your email address will not be published.

blank

Öteki'den Haber Al

Buna da Bir Bak!

blank

Üç Harfliler: Adak (2019)

3 Harfliler Adak, Alper Mestçi filmografisindeki en önemli iş değil
blank

Musallat 2: Lanet (2011)

İnsanın 2 yaşından öncesini hatırlayamaması ve o yılların karanlığı üzerine