1992 yılının yağmurlu bir bahar günü İzmit’te dünyaya geldi. Her çocuk gibi en büyük zevklerinden biri de televizyon izlemekti. Özellikle o yıllarda her gün her kanalda yayınlanan Yeşilçam filmlerini izlemeye bayılırdı. Nereden bilebilirdi ki çocukken sadece zevk alarak yaptığı bu eylem, hayatının en büyük tutkusu olacak!
Büyüdükçe sinemayla olan bağı daha da genişledi. Farklı ülke sinemalarını keşfetti, onlardan zevk almaya başladı, arkadaşlarını kolundan tutup zorla sinemaya sürükledi. Kimseyi bulamadığı zaman tek başına gittiği filmlerin ise hala en çok zevk aldığı filmler olduğundan bahseder durur. Tüm bunların yanında basketbola merak sardı. Kapısının önünde bulunan basketbol sahasında turnike atarak başlayan serüveni, ortaokul yıllarında büyük sahalara taşındı. Liseden mezun olana kadar en büyük zevklerinden biri de üçlük atmak oldu. Zaman zaman iyi attı zaman zamansa koşmaya dermanı kalmadı. İşte tam da o zamanlarda, “Acaba emekli olma vaktim mi geldi?” diye kendine sorup durdu. O da üniversite sınavını bahane ederek formasını rafa kaldırdı. Ancak aldığımız duyumlara göre hala sokakta bir pota gördüğü zaman hemen bir basketbol topu arayışına giriyormuş.
Sonrasında sürpriz sayılacak bir hamleyle İktisat bölümünü kazandı. Hem de evinden çok uzakta, Muğla’da! Onun için artık İzmit’ten ayrılma vakti gelmişti. Muğla’ya gittiğinde ise çocukluk tutkusu olan sinema ona bambaşka bir dünyanın, bambaşka insanlarla tanışma fırsatının kapılarını açmıştı. Okulun 3.günü kayıt olduğu sinema topluluğunda yıllardır aradığı enerjiyi bulmuştu. Uzun uzun filmler hakkında konuşup, sürekli bir şeyler üretmenin planlarını yapıyorlardı. Bunun yanında, sevdikleri filmleri insanlara gösteriyorlar, hayatlarında bir daha görmeyecekleri insanlarla bu filmler hakkında sohbet ediyorlardı. Tam da bu sıralarda tamamen tesadüfi şekilde tanıştıkları fizyoterapist öğrencileriyle çok ilginç bir parodi klip çektiler. On kişi izleyecek nasılsa diye çektikleri klip 1 milyon izlenince, “Ya biz niye bunun devamını getirmiyoruz ki!” dediler ve Muğla-FTR adında bir ekip kurdular. Bu ekiple, kendilerinin çok güldükleri ama sonrasında pek de kimsenin izlemediği birkaç klip daha çekip olaysızca dağıldılar.
Bu kadar eğlenceli şey yaptıktan sonra Polat biraz daha ciddi bir şeyler yapmak istediğini dile getirdi durdu. Sonrasında uzun yıllardır senaryosunu yazmaya çalıştığı filmini yine sinema topluluğundan arkadaşlarıyla çekmeye karar verdi. Kendisinin yazıp yönettiği ilk kısa metrajı Güneşin Sesi böylece ortaya çıkmış oldu. Film birkaç festival gezse de “Ya bu film iyi olmadı mı acaba” diyerek pek fazla insan içine çıkarmamaya karar verdi. Sonrasında ise başkanlığını yaptığı, çok sevdiği sinema topluluğu ile daha fazla ilgilenmeye başladı. Sinema haftaları yaptı, herkesin unutmaya yüz tuttuğu filmleri Muğla’ya hatırlattı, insanlara eğlenceli anlar yaşatmak için türlü etkinlikler düzenledi.
Ancak mezuniyet vakti gelip çatınca, “Ne yapacağım ben şimdi!” diye kara kara düşünmeye başladı. İktisat mezunuydu ancak, sinema dışında bir şey yapmak aklının ucundan dahi geçmiyordu. Tam da bu dönemde çok sevdiği filmler hakkında yazmaya başladı. Onun için farklı bir şey değildi aslında. Sadece artık gevezeliğini kâğıda döküyordu o kadar. En başta birkaç blogda yayınlandı yazıları. Hemen akabinde ise Film Arası Dergisi ile tanıştı. Yazdı, yazdıkça zevk almaya başladı, Türk Sineması’na daha sıkı bağlandı. Aradan birkaç ay geçtikten sonra bu sefer hayatına Film Hafızası girdi. Halen orada da birkaç kelam etmeye devam ediyor. Artık ise Öteki Sinema’nın başarısı için ter döküyor. Ve nereye giderse gitsin, çocukluk tutkusu olan Yeşilçam’ın peşini asla bırakmamaya söz vermiş durumda.
Bunların dışında ise; fotoğraf çekmekten, Avrupa basketbolunu seyretmekten, ikinci el kitapların içinden türlü detaylar yakalamaktan, yeni insanlar tanımaktan ve hoş sohbetin döndüğü masalarda güneşin batışını izlemekten muazzam keyif alıyor.
Polat Öziş’in Öteki Sinema’da yazdığı yazıları buradan takip edebilirsiniz.