Bu sabah bir haber okudum, neşem yerine geldi. Malum, yıl bitiyor herkes 2012’ye adisyon çıkarmakla meşgul, hatta bu yıl biraz abarttık mı ne?
Sanırım gizli bir propaganda bakanlığımız var. Bu bakanlıkta çalışanlar muhteşem metinler hazırlıyorlar ve diğer bakanlıklara dağıtıyorlar. Amaç; halkı son 10 yılda Cennet bir ülkede yaşadığına ve mazinin karanlık olduğuna inandırmak.
Bu illüzyonu sağlamaya dair son açıklama Kültür Bakanımız Ertuğrul Günay’dan geldi. Diyor ki Sayın Bakan;
[box type=”shadow” align=”” class=”” width=””]
“Biz iktidara gelmeden önce yılda yapılan film sayısı 5’in altındaydı. Türk filmi izleyici sayısı 2 milyonlar civarındaydı. Bir anlamda Türk sinemacılığı sinema dünyasından neredeyse çıkmış durumdaydı. Son bir kaç yıl içinde Türk filmi izleyicisi 20 milyonların üzerine çıktı. Fransız sinemasının bile başaramadığı ‘kendi sinemasına kendi seyircisini daha çok çekebilmeyi’ Türk sineması başardı”
[/box]
Bu bilgileri kim getiriyorsa Sayın Bakan biraz soruştursa fena olmayacak. Türkiye sinemasının 10 yıl önce 5’den daha az film çektiği bilgisi nereden gelmiş? Yok öyle bir şey! Seyirci sayısının az olmasına katılırım ancak yine de çelişkilerle dolu bir ifade bu…
Günay, 2006’dan bu yana sinemaya 100 milyonun üzerinde kaynak aktardıklarını belirtiyor ve bu sayede seyirci sayısının 20 milyonu geçtiğini söylüyor. Açıkçası ben bakanlık desteği alıp da gişe rekoru kıran bir film görmedim. Bakanlık daha çok bağımsız sinemacıların, gişe kaygısız filmlerine destek veriyor ki öyle olması da gerekir. E, bununla övünmek varken?
Fransız sinemasının ‘kendi filmlerine kendi seyircisini çekemeyişi’ gibi fantastik bir iddiaya hiç girmek istemiyorum aslında… Bizde uzun kuyruk olarak bilinen Marsupilami’nin maceraları Fransa ve Fransızca konuşulan ülkelerde 44 milyon dolar hasılat yaptı! “La vérité si je mens! 3” 39 milyon, “Astérix et Obélix: Au service de Sa Majesté” 33 milyon… Bir sürü Fransız filmini biz de ülke vizyonumuzda görme imkanı yakaladık. Acaba kaç Türkiye filmi Fransa’da festival dışında genel gösterime çıkma imkanı yakalıyor? Türkiye tarihinin en çok izlenen filmi olan Fetih 1453’ün toplam hasılatının 30 milyon dolar olduğunu yazarsam ne demek istediğim daha iyi anlaşılacaktır. Fransız Box Office’inde bu rakamı geçen dört film var!
Ayrıca yılın gişe bombası Fetih 1453 varken bile Türkiye üretimi filmlerin gişesinde, toplam seyirci sayısındaki %4.3’lük artışa rağmen, geçen yıla oranla %3.8’lik bir düşüş var. 2011’de, 2010 yılına göre %4.3 kayıpla kapamıştı.
Üretimde de ciddi kayıplar yaşanıyor. 2011’de 75 yerli film gösteren Türkiye sinemaları bu yıl 58 film gösterdi. Üstelik bu 58 filmin içinden iyi film çıkarabilmek son derece güç… Az önce bu yıl gösterime giren filmlerin listesini kontrol ettim; en az 20 film, film değil çöp!
2009 ve 2010’da bir milyon seyirci barajını aşan film sayısı: 7, 2011’de: 6, 2012’de ise sadece 4 film… Gösterime giren 58 filmin 44’ü 100.000 seyirciye dahi ulaşamamış, 34 filmin seyirci sayısı ise 50.000’den daha az! Batan yapımcılar gazinosuna hoşgeldiniz!
Uzun lafın kısası; Bakanın böyle pembe açıklamalar yapmak yerine asıl soruna odaklanıp çözüm üretmesi lazım. Türk/iye filmleri seyircinin gözündeki kredisini hızla kaybediyor. Ortalık “hap yap para kap” anlayışıyla üretilmiş, filmden başka her şeye benzeyen yapımlarla dolu.
son yıllarda epey gevelenen bir laf var; “Türk sineması gelişiyor.” Kime sorsanız, düşünmeden aynı cümleyi kuruyor. Dünya sineması ne yapıyor peki?
Ben de ısrarla bunun iyi niyetli bir temenniden başka bir şey olmadığını, sinemasal üretimlerin genel rotasının, bir elin parmaklarını aşmayan sayıdaki yetenekli sinemacının bireysel gayretlerinden çok farklı bir yöne gittiğini savunuyorum. Ne yani, Nuri Bilge Ceylan kazanınca hepimiz kazanmış mı oluyoruz? Onu takip ve taklit edenler nerede?
2012’de övünebileceğimiz bir “yerli sinema sektörü” yok ortada. Üretimlerin genel hali içler acısı… Seyirci uyanıyor, önüne konan her filme bilet almaktan vazgeçiyor, “Türk filmi”ne olan ilgi hızla düşüyor. Kim suçlu, bakanlık ne yapıyor?
Cevap yerinde bir tespit ve karşılaştırma ile verilmiş, teşekkür ederiz. En büyük hastalığımız değil mi başkalarını geçtiğimizi söylerken geçmişi ise kötülemek?