Yeni Roland Emmerich çöpü 2012 fiyakalı bir şekilde duyurulup bütün meraklı izleyiciyi salonlara çektikten sonra bu tür filmler, yapılma sebepleri ve sunulma şekilleri ile ilgili Divx Planet forumlarında yaptığım bazı yazışmaları toparlayıp burada da paylaşmak istiyorum. 2012 hiç bir şekilde ilgiyi hakeden bir film değil… Sadece ırkçı bir beyin boşaltma aracı ve bu tür pisliklerin ipliğini pazara çıkarmak da bizim gibi sitelerin boynunun borcudur diyerek başlıyoruz
“Görüntülerle öykü anlatma sanatı olan sinema can çekişmekte ve Roland Emmerich gibi yönetmenler, 2012 gibi filmler arkalarındaki para kazanmaktan başka bir şey düşünmeyen stüdyoların ittirmesiyle gerçek sinema ve gerçek filmleri iyice uzağımıza düşürmektedir. 2012 bir film değildir, film formatında sunulan bir üründür. yapılma sebebinden sunulma biçimine kadar tüketilmek için hazırlanmış içi boş bir obez gıdasıdır.”
“Sinema kadar “kalabalığın” benimsediği bir sanat yapma biçimi daha yoktur. Sinemanın gücünü keşfeden herkes kendi çıkarına kullanmıştır. Devletler propaganda için, aydın sanatçılar da halkı bilinçlendirmek için sinema yaptılar… (Orson Welles ve Yurttaş Kane diyeyim)
Sinemanın kalabalığı yatıştırma yetisinin farkına varan bazıları da bunu sistemli bir şekilde bir uyuşturma (onlara sorarsanız eğlendirme) aracına çevirdiler. Sinemaya giden insan kendi dünyasının sorunları ile sarsılmak yerine asla gerçekleşmeyecek fantazyaları hayranlıkla izlemeye başladı. Bütün bu filmler, kaçış sinemasının ürünleridir. İnsanı gündelik yaşamın sorunlarından iki saatliğine alıp başka diyarlara taşırlar. Ama sektör denge içinde olmazsa ve tüm üretim bu alana kayıyorsa altında bir kasıt arayın derim ben!
İyi bir film hikayeyi anlatmak için kullandığı araçların arkasına sığınamaz. 2012’de sinema olarak ne var? Yönetmen dehası…? Mükemmel bir hikaye…? Müthiş oyunculuklar…? Hiçbiri yok! sadece savurganca harcanmış bilgisayar pikselleri…”
“Türk izleyici pek bilmez ama Gattaca diye bir film vardır… Bana göre bir bilim kurgu başyapıtıdır ve insan geleceğine dair çok güçlü kehanetler içerir.
Biliyormusunuz bu film (Gattaca) Türkiye’de hiç vizyona giremedi! Hem de Ethan Hawke, Jude Law ve Uma Thurman gibi oyuncularına rağmen…
Çünkü daha eğlenceli ve daha çok para getireceğini düşündükleri filmler yüzünden, ülkemiz film getiricileri bu filmi harcadılar.
Sinemaya sadece eğlenmek ve efekt görmek için giderseniz sinema göremezsiniz. Gerçekten sinema yapmak isteyen yönetmenler ve oyuncular da film çekip sizlere ulaşamazlar…
Benim isyanım da bu yüzdendir yoksa bu filmler de lazım! Bu filmler bir zamanlar (50’lerde) hadlerini bilen “B” yapımlarıydı ama şu an günümüz sinemasının ana temsilcileri haline geldiler.
Acıdır ki bu kapıyı açanlar 80’lerin harika çocukları olarak sinemaya atılan George Lucas ve Steven Spielberg’den başkası değildir!
Tıpkı Fikret Kızılok’un Türk Arabesk müziğinin temellerini atarak sonunda neye yol açacağını bilememesi gibi bir durum oluşmuştur.”
“Bu tarz yapımcılığın asıl suçlusu kim derseniz onun cevabı da şurada;
“1956 yılında dağıtımcı Joseph E. Levine japon bilim-kurgu korku filmi Godzilla’nın Amerikan oyuncu Raymond Burr ile yeniden çekimini finanse etti. İngiliz Hammer Film Productions geleceğin korku film stilini derinden etkileyecek olan The Curse of Frankenstein (1957) and Dracula (1958) adlı filmlere imza attı. 1959 yılında Levine’in Embassy Pictures adlı şirketi, başrolünde Amerikalı bir vücut geliştirici olan Steve Reeves’in oynadığı İtalyan filmi Hercules’ün tüm dünya dağıtım haklarını aldı. Maliyeti $125,000 olan bu filmin tanıtım ve reklamı için Levine $1.5 milyon dolar harcadı. Levine elindeki tüm gücü kullanarak filmin açılışını 600 salonda birden yaptı. Film inanılmaz bir başarı elde ederek yurtiçi kira gelirlerinden $4.7 milyon dolar getiri sağladı. Bundan daha fazlası diğer ülkelerde de sağlandı. Kısa bir süre sonra artık Hollywood bariz bir şekilde Levine tarzı filmlerin ve onun yapımcılık anlayışının tahakkumu altına girmişti.”
kaynak: https://www.otekisinema.com/?page_id=2156″
“2012 sanat filmi değil zaten! diyenler olacaktır ki filmin sanat filmi olup olmadığıyla ilgilenmiyorum. Kesinlikle sanatsal bir nitelik barındırmamakla birlikte ciddiye alınmak için sanat filmi olması zorunluluğu da yoktur!
Ama sinemaya gelen herşey sinemanın temel yeterliliklerine sahip olmalıdır. Bir filmin en büyük sorumluluğu inandırıcı oyunculuklara sahip olarak hikayesini düzgün bir şekilde aktarmasıdır. 2012’de işte tam burada teklemekdedir. “Paramızı alsak da gitsek!” tadında oyunculuklar ve aşırı mantık boşlukları ile dolu senaryosunun tüm kusurlarını multi milyon dolarlık efektleri ile affettirmeye çalışan bir lunapark eğlencesidir. Büyük bütçeli eğlence sineması eğer efektleri ile daima bağışlanacaksa emin olun 10 yıl sonra ortada bir öykü dahi olmayacak herşey tamamen bir gösteri niteliğine bürünecektir.
Bu filmlerin giderek daha büyük bütçelerle çekilmesi sebebiyle asıl sinemadan uzaklaşılarak başka bir şey yapma ve göstermenin peşine düşüleceğinden korkumdan dolayı da 2012’ye tavırlıyım. Yoksa ben de severim efekti mefekti… Hatta blogumuzdan ötürü iddia edeyim ki hepinizden çok severim! Ama önümüze ittirilen bu keçiboynuzlarını çiğnemekten vazgeçersek Hollywood mutlaka kendine gelip sadece efekt ile değil diğer yönleriyle de güçlü filmler ortaya koyacaktır. Asıl eğlence sineması da budur! 80’lerde bu başarılmıştır ve o dönemin filmleri ( Bknz: Back to the Future serisi) efektleri göze komik geldiğinde bile gönüllerdeki tahtlarını koruyabilmekteler…”
“Derinlik aramayıp da sırf para kazanmak uğruna yapılan tüm sığlıklara müsamaha gösterirseniz en sonunda elinizde eğlence sineması adına bir şey kalmaz! Zaten şu anda da onu izliyorsunuz. Bunun daha fazla aptallaştırılmasına izin vermeden “gerçek eğlence sineması” yapılması adına sinemada ki aptallığı ve ırkçılığı protesto etmek tüm sinemaseverlerin görevidir.
Yoksa size kimse bu filmlerle kafanızı boşaltıyosunuz diye kızmıyor. Bakın bugün başka bir sığlık abidesi vizyona giriyor: Twilight: New Moon…. İlk filminin izlediğimde aklıma yıllar öncesinin başyapıtı The Lost Boys gelmişti ve “biz ne kadar şanslıymışız” diye düşünmüştüm. Gerçekten de öyleydik… Filmlerde ki aşk da macera da komedi de gerçekti. Şimdi iki CG’nin peşine düşüp 2 saat sıkıntı ve aptallığa katlanmak ve açıkca buna razı olup bir de sesimizi yükseltmemek zorundayız!”
“Bu film bir “eğlence sineması” örneğidir değil mi? Peki bu konuda başarılı ve yetkin bir örnek midir? onu tartışalım. Eğer “eğlence sineması”nın yeni kuşak temsilcisi 2012 ise ve yükselen bütçeler yüzünden stüdyo baskısı giderek artarken, yönetmenin hakimiyeti set amirliği seviyesine düşürülmüş bir sinemanın ürünlerini izlerken gerçekten eğleniyor musunuz? Bu filmlerin bütçelerinin devasa boyutlarda büyümesine, teknolojinin bu kadar gelişmesine rağmen neden daha sıkıcı olduğunu merak etmiyor musunuz?
Kimse kimsenin boğazına “şu filmi seveceksin bu filmi sevmeyeceksin” diye bastıramaz elbette ama eğlence sinemasının içinden yaratıcılığın ve yönetmenliğin çıkarılıp işin sadece animasyon ekibinin sırtına yüklenmesine izin vermeyin. Eğer yaparsanız bir süre sonra ortalık kimseyi mutlu etmeyen kocaman bütçeli bomboş filmlerle dolu olacak…
Pixar animasyonları sadece teknik üstünlüğü ile mi kalbimizi fethetmektedir yoksa Brad Bird gibi bir adamın yönetmenlik becerisi ve sinema sevgisi yüzünden mi bu kadar iyidirler?
Eğlence sinemasının da yaratıcılığa ve dahi yönetmenlerin pırıltısına ihtiyacı vardır. 80’lerde set asistanlığı yaptırılmayacak adamların mega bütçeli balonlarını bu kadar şımartmayın da adam gibi işler seyredebilelim diyorum ben sadece…”
2012 ve benzerlerine bayılan izleyiciler için de son sözüm şu olacaktır:
“Seyretme bahanesi kafa boşaltmak olan ve bunun için çok ideal olan bu filmlerde kafanızın boşalan kısmına ne doldurduklarının farkında olarak sinemayı ve filmleri seveceğiniz zamanlar dilerim.“
Roland Emmerich Indipendance Day ile başlayıp biter benim için. Ondan da bir adım ileri gidemedi zaten. Ha o da iyi bir film değildi belki ama felaket filmleri arasında görselliği ile öne çıkmıştı o zaman için. Hatırlıyorum sinemadan çıkınca korka korka gökyüzüne baktım bir uzay gemisi var mı diye.
İşin garibi Atilla Dorsay 2012i öve öve bitirememiş, ve hatta en iyi felaket filmi budur gibi birşeyler söylemiş.
2012 fenomeni ile ilgili en güzel yorumu da bence oyuncusu John Cusak yaptı. “Mayalar o kadar akıllı olsaydı İspanyolların geleceğini bilirlerdi.”:)
ahahahaha Cusak’ın yorumu iyiymiş Masis
Jay Leno Show’da söylemişti koptum ben. Cusak candır diyorum:)
çok ağır olmuş. bu kadar yermek bile filme olan ilgiyi arttırır. efektler iyidenmiş ama böylebir film için bile fazla bilgisayar efekti kullanılmış. bu filmden çok daha iyi efekte sahip belgeseller seyrettim. kısaca bu filmin özü tamamen gişeye dayalı (son dönem birçok filmde olduğu gibi örneğin newmoon) bir sirk gösterisidir. Bu arada filmde birçok gizli mesaj verilmekte. Örneğin ABD nin aciz son başkanı zencidir,JFK uçak gemisi bugün İrana olası bir saldırıda ABD savaş üssü olarak görev yapacak birkomuta merkezidir ve filmde Beyaz saraya çarpmaktadır, Çinliler dünyayı içşilikleriyle kurtaracaklar yani Nuhun gemisini onlar inşaa ediyor,oysaki çin malı bisiklete bile binmem, afrika kıtası bu yıkımdan kurtulan tek kıta olması gibi bir sürü mesaj var filmde…
Ben filmlerin izleyice ne vaad ettıgıne ve bu vaadi gerçekleştirip gerçekleştirmediğine bakarım.2012 ne iyi oyunculuk nede derli toplu bir senaryo vaad ettıyodu, sadece harika görsel efektler.Bu vaadinide yerine getiriyor.Bu yüzden basarılı bır fılmdır.Gıdıp gıtmemek bize kalmış.Ben gitmem…Bu tarz filmleride sevmem.
zat-ı muhterem Roland Emmerich filmografisine bir göz attığımızda, son zamanlarda gişe hasılatı oldukça yüksek, cukkayı dolduran bir yönetmenle karşı karşıyayız. Bu cukka doldurma işine Independence Day ile başlayan yönetmen, kahraman Amerikan ruhunu 4 Temmuz ile yeniden güçlendirerek 11 Eylül’de iki yolcu uçağıyla baş edemeyen Amerikan halkını ve hükümetini koskoca uzaylıları yenen bir ordu olarak göstermekten de geri kalmadı. Yetmedi devam etii, araya birkaç az pikselli film eklemeye çalışsada The Day After Tomorrow ile görsel efektin gözüne vurdu. ardından 1000 BC ile vasat bir girişimde bulunan şahıs bence şunu çok iyi anladı: “İnsanların nasıl var olduğu, düşündüğü, ürettiği ve yarattığı değil, nasıl hayatta kalmayı başardığı, yok ettiği ve kıçını kurtarmayı başardığı filmler iyi hasılat yapar”
e bir de arkanızda dünya üzerindeki bilmem kaç devletin GSMH sından daha büyük kar elde ettiren bir Amerikan Film Endüstrisi varsa deymeyin keyfinize.
Bu daha mı çok izlettirir yoksa daha çok izlendikçe daha çok, “neymiş la bu anca zaman kaybı, ee noldu şimdi” dedirtip birilerini uyandırır tartışılır tabi.
arada böyle filmler olcak ki sinema salonları da para kazansın. tabi ençok voleyi vuran 5 liraya patlamış mısır 11 liraya bilet satan ailemizin gözdesi mars sinemacılık vuruyor ama aile işletmelerine de kan veren filmler bunlar bence.
ha gittim mi? gittim, izledim, eğlendim ama hepsi bu. gidenler de olayı yine amerikanlar dünyayı kurtarıyor gerisi de bol efekt diye tabir ediyor. körü körüne bu propagandayı yiyen yok bence.
twilightada kız arkadaşımın zoruyla gittim. direk yakışıklı kaslı erkekler üzerine kurulmuş bi film. başka bişey yok. en büyük tehlike bu film bence çünkü kız milleti bu sıçık aşk masalına acayip inanmış ve bu filmden kitabı kalemi çantası olsun sömürü sistemini çoktan oluşturmuşlar.
aslında bence hepimiz birer sineğiz ve birisi sıçtımı direk o boka üşüşüyoruz. kapitalizm işte başka söylencek laf yok.
Uzun zamandır bu kadar eğlenceli bir sinema yazısı okumamıştım. Bu tür filmler eğlence sineması filan değil. Hiçbir şeyin sineması değil. Hatta sinema değil. Emmerich filmlerinden daha sanatsal olan, daha iyi hikâye anlatan bilgisayar oyunları oynamıştım (mesela Mafia, Sanitarium). Divxplanet’ta “bana göre sanat olan bir şeyde sana göre olmayabilir” diyen, mantık dendiğinde filmin iç mantığını değil de fizik kurallarını anlayan insanlarla girdiğin kısır tartışmaya üzüldüm. Neyse ki böyle güzel bir yazıda toparlamışsın da, o kelimeler boşa gitmemiş.
şu ifade bence zaten söylediği gibi günümüz ticari sinemasının özeti: “Benim isyanım da bu yüzdendir yoksa bu filmler de lazım! Bu filmler bir zamanlar (50′lerde) hadlerini bilen “B” yapımlarıydı ama şu an günümüz sinemasının ana temsilcileri haline geldiler.”
hatta çok daha samimiyet ve emek barındırdıkları da bir gerçek.
ben günümüzün bu bol efektli klon sinemasını şeye benzetiyorum; “bir zamanlar fakir ama onurlu bir genç vardı” meselesine. ama sanki o fakir ve onurlu gencin “dini imanı para olmuş oğlu” gelmiş gibi. o kadar ki babasını bile harcıyor.
2012, new moon ve hatta avatar; bu son dönem klon sinemasını ilgiyle takip eden her 10 kişiden 8inin 9unun yazabileceği ayarda filmler, senaryolar, kitaplar.. o zaman bunları özel kılan, onca milyon dolarlar harcanıp dünya izleyicisiyle buluşturulmasını gerektiren nedir?
örneğin twilight saga.. bir vampirle bir insanın aşkını anlatırken, onca süslü cümlelerine rağmen asla bir Dracula’nın atmosferine erişemiyor. aksine komik oluyor. 2012’yse, adeta şu “acme” ürünlü çizgi filmlere benziyor. ama ciddi takılma takıntısı yüzünden gülünç oluyor. bir de sözümona ırkçılığa giydirmeye çalışırken ırkçı olmayı becerebiliyor. hakikaten nedir o zaman bunların varlık sebebi?
elbette yapımcılarına sağladığı çil çil altınlar, yeşil yeşil dolarlar fln ama… asıl; sinema seyircisinin, tüm dünyada her sektörde hızla alçalmakta olan kalite çıtasının altında kalmış olması bence.
2012 tarihi bir ticari mal.Bir çok insan 2012 de olağanüstü bir şeyler olacağını düşünüyor.Soruları var, merak ediyor.Var olan bu talebi gören yonetmen ve onu finanse edenler fırsatı değerlendirip hemen konuyu allayıp pullayıp satıyorlar.
Dikkatimi çeken bir husus 2012, Knowing, The Day the Earth Stood Still filmlerinin peşpeşe Nuh tufanına göndermeler yapması.
Milyon dolarlık bütçeli felaket filminden geriye akıllarda pek bir şey kalmaz iken “Yes man” filminin Yönetmeninden”Collapse” isimli,2009 yapımı bütçesiz,tek kameralı,80 dakikalık Michael Ruppert konulu belgeseli seyredenleri gelecek konusunda beyninden vurulmuşa çeviriyor.
Sinema sektörü maalesef bitmiş tükenmiş vaziyette. Denenmeyen yeni bir şey kalmadı. Hali hazırdaki denenenlerde ‘2012’ gibi ‘Avatar’ gibi popüler kültüre ya da kim bilir kimlere ve neye hizmet eden, bilgisayar efektinden öteye gidemeyen, ruhsuz ‘animated’ yapımlar. Hollywood, sektörü çökme aşamasına getirmiştir. Gerçek sinemaseverlerin şu an yapılan hiç bir filmden gerçek anlamda haz aldığını zannetmiyorum ben. Korku filmleri bile ‘Twilight’ seviyesine kadar indiyse varın siz düşünün gerisini. Kimse boşu boşuna 70’ler 80’ler diye sayıklamıyor..
Eleştiriye sonuna kadar katılmama rağmen bu filmin Avatar’la aynı kefeye konulmasına katılmıyorum. En azından ikisi arasındaki emek ve amacın farklı olduğuna inanıyorum. En başta bu sitedeki Avatar eleştirilerinin çoğuna da katılmıyorum. (Bir çoğu öyle önyargılı ki) Neyse Avatar’ı bir yana bırakırsak, 2012 bariz bir şekilde popüler olmuş bir kıyamet senaryosundan rant sağlamaya çalışan ve bunu teknik imkanlarla mümkün kılan bir film, fazlası değil. Etkileyici görsellik, mükemmel animasyon efektleri ve her ne kadar iyi oyuncular olsa da bu filmi kurtarmaya yetmez sanırım. Murat Tolga Şen’in yazıda takıldığı bir yöne ülkemiz açısından bakarsak eğer bu film başta Amerika’da olmak üzere tüm dünyada çok izleniyorsa ve bizim ülkemizde bunun karşılığı Recep İvedik’se ülkemizin durumunu nasıl görüyorsunuz? Ne yazık ki bilinçsiz sinema seyircisi bu gibi filmleri gişe zengini yapmaya devam edecek gibi görünüyor.
2012 ye haksızlık edildiği fikrindeyim. film zibilyon tane örneği olan felaket filmlerinden bir adım öteye taşımıyor türünü ama , sırf görselliği için 2 milyar dolar hasılat yapan avatar ın yanında 2012 inde görsel açıdan bir şölen olduğunu belirtmek lazım. bu 2012 yi kurtarmaya elbette yetmez ama birini sırf görselliği için ( ki avatar da klişe olmaktan kendini kurtaramamış) yüceltilirken diğerini yerin dibine batırmak biraz insafsızlık.
Erkan, Avatarı’da yüceltmediğimizi gözönüne al ama lütfen… :)
genele yönelik söylemiştim sizi veya öteki sinema sakinlerini kasdetmedik sadece. binlerce yorum okudum aatarla ilgili herkes gösrellikten dem vurmuş. içi boş klişe konuyu kurtarmaya yetiyorsa görsellik, 2012 de başarısız sayılamaz. saygılar :)
Salonların bu tür filmlerle dolup taşması ne kadar kötüyse salonlarda bu tarz filmlerin olmaması da bence bir “eksikliğe” işaret eder.
Hani olması bir dert olmaması ayrı bir dert.
Yine de bu böyle devam edecek diye kaygılanmaya gerek yok. Sinemada bazı zamanlarda bazı türler önplana çıkar.Ama hepsinin yerini bırakacağı başka tür/tarz filmler muhakkak olacaktır. Filmin kötü senaryosuna rağmen sinema değeri taşımadığını söylemek bence biraz doğru bir tabir değil.
Tabi salonların bu tarz filmlerle dolup taşması elbette rahatsız edici.