Nazar değmesin, 2016 yılı korku sineması adına bir hayli tatmin edici geçti. Yıl boyunca birbirinden etkileyici birçok korku filmi izledik. Büyük yapım şirketleri daha çok devam filmleri, yeniden çevrimler ya da oradan buradan aşırdıkları fikirleri sömürmek ile meşgulken, görece daha düşük bütçeli bağımsız korku filmleri, belli yaptırımlara maruz kalmadan çekildikleri için özgün fikirlerin özgürce at koşturduğu cesur yapımlar olarak öne çıktılar. Benzer motivasyonlarla hareket ettiği gözlenen ve şimdilik kabaca ‘Indie Arthouse Horror’ (Bağımsız Sanatsal Korku Filmleri) ya da Mumblegore (Mumblecore+Gore) gibi etiketlerle yaftalanan korku filmleri, son yıllarda olduğu gibi bu sene de festivallerin gözdesi olmayı sürdürdü. Önümüzdeki yıllarda da benzer örneklerle sıkça karşılaşacağımızı öngörmekten öte neredeyse kesin bir dille ifade edebiliriz. 2015 yılını 22 korku-gerilim filmi ile kapatan sinemamıza baktığımızda ise toplam üretimin biraz daha arttığını görüyoruz. Yerli korkuları tiye alan bir korku-komedi ile yerli ortak yapımcı ile çekilen bir ‘çöp’ filmi de sayarsak, bu yıl toplam 28 yerli korku filmi gösterime girdi diyebiliriz. Evet, cin filmlerinin egemenliği devam ediyor, etsin, bizim cin filmleriyle bir sıkıntımız yok ancak kalitenin artması yönündeki temennilerimiz ne yazık ki bu yıl da karşılığını tam manasıyla bulamadı. 1 Ocak’ta genel gösterime giren Baskın: Karabasan ile birlikte bu senenin cinlerden uzak duran yerli korku-gerilim filmleri Naciye ve Ceset (ki her ikisi de listede kendilerine yer buldular) daha başka alt türlerde de örnekler verip çeşitlenmesini dilediğimiz korku sinemamız için ayrı birer umut kaynağı oldular. Umarım önümüzdeki yıllarda benzer arayışlara giren daha fazla sinemacımız olur.

Her sene yaptığımız bir uyarıyı yine tekrarlayalım. Listedeki bazı filmlerin 2015 yapımı olmasına itiraz edenler olacaktır. (Daha önce oldu oradan biliyorum.) Gereksiz bir açıklama olacak ama yine de söyleyelim; 2015 yapımı filmlerden bazıları, senenin son aylarında dağıtıma çıkar, kimisi gösterime girmeden önce festivalleri dolaştığından ülkemize daha geç gelir, kimisi de hiç uğramaz bile, dolayısıyla filmin bize ulaşması 2016 yılını bulur. Bir önceki sene içerisinde değerlendiremediğimiz bu filmler, doğal olarak bu sene içerisinde değerlendirilir.

Öteki Sinema için yazan: Murat Kızılca

German Angst (2015)

German Angst Final Girl 02

German Angst, birbirinden bağımsız öykülere sahip üç farklı bölümden oluşan bir korku antolojisi. Final Girl, Make a Wish ve Alraune isimli bölümlerin yönetmenleri sırasıyla Jörg Buttgereit, Michal Kosakowski ve Andreas Marschall. “Angst” hem İngilizcede hem de Almancada yer alan ortak bir kelime. Korku, endişe, kaygı ve pişmanlık gibi anlamlara geliyor ama en çok dünya, gelecek ya da kişisel özgürlükler hakkında duyulan endişeyi dile getirmek için kullanılıyor. Antolojinin ortak çatısını oluşturan bu kelime, her bölümde farklı bir şekilde öne çıkıyor. Üç Alman yönetmen, bir yandan Almanya’nın geçmişiyle hesaplaşırken, öte yandan da geleceği hakkında uyarılarda, temennilerde ve belki de taleplerde bulunuyor.

Der Nachtmahr (2015)

Der Nachtmahr

Akiz takma adını kullanan Alman sanatçı Achim Bornhak’ın yazıp yönettiği, Almanya yapımı Der Nachtmahr, 17 yaşındaki Tina’nın yetişkinliğe geçiş sancılarını hiç umulmadık bir şekilde anlatıyor. Alkol, uyuşturucu, elektronik müzik ve dans ile iç içe bir hayat süren Tina, ilgili ailesi ve yakın arkadaşlarını da hesaba katarsak dünya üzerindeki nadir şanslı(!) gençlerden biridir. Bütün düzeni, sadece kendisine görünen bir yaratığın ortaya çıkmasıyla kökünden değişir. Der Nachtmahr’ın yolu, 80’lerin en popüler filmlerinden E.T. (1982) ile sıkça kesişiyor ama o denli basit ve neşeli bir film değil. Tam aksine izleyeni içinden çıkılması güç bir muammanın tam orta yerine bırakmayı başarıyor.

The Wailing (2016)

the-wailing-2016

Senenin en bomba filmlerinden biri Güney Kore’den geldi. The Chaser (2008) ve The Yellow Sea (2010) gibi birbirinden etkileyici aksiyon-gerilim filmlerinden sonra bambaşka bir yola sapan Na Hong-jin, The Wailing ile korku dünyasında senenin en çok ses getiren işlerinden birine imzasını atıyor. İki buçuk saatlik süresi boyunca en külyutmaz izleyiciyi bile bir sağa, bir sola yatırmayı başaran ve bunu final sahnesine kadar defalarca tekrar eden başka bir film hatırlamıyorum. Bong Joon-ho şahikası Memories of Murder’a (2003) öykünen sakin bir polisiye gibi başlayan ama ilk bir saatlik süresi sonrasında izleyeni kayışların iyice koptuğu bir çılgınlığın tam orta yerine bırakan The Wailing, kelimelerle anlatılamayacak kadar tuhaf bir film.

The House on Pine Street (2015)

The House on Pine Street 04

Perili ev ve hayalet filmlerine getirdiği yeni bakış açısı ile dikkat çeken The House On Pine Street, ezberbozan yapısına rağmen alt türün klişelerine sadık kalmaya devam ediyor. Anne (ya da baba) olma endişesini merkezine alarak her anıyla etkili olmayı başaran bir anlatı sergiliyor.

Darling (2015)

Darling 2015

Pod (2015) ile hedefi bulmakta zorlanan Mickey Keating, Darling ile çok etkileyici bir işe imza atıyor. Polanski şahikası Repulsion’ın (1965) bariz gölgesi altında ezilmeden kendi kimliğini oluşturma yolunda emin adımlarla ilerleyen film, şehrin göbeğindeki çok katlı bir evin bakıcılığını üstlenen genç bir kadının, yalnız başına kaldığı evde yaşadıklarını anlatıyor. The Woman (2011), Pod (2015) ve Jug Face (2013) gibi korku filmleriyle türün hayranları için iyice tanıdık bir sima haline dönüşen Lauren Ashley Carter’dan muazzam bir performans.

Train to Busan (2016)

Train to Busan

Güney Kore’den çılgın bir zombi filmi! Daha önce The King of Pigs (2011) ve The Fake (2013) gibi animasyonları yöneten Yeon Sang-ho, 2016’nın en çok konuşulan filmlerinden biri haline gelen Train to Busan ile bilinirliğini iyice arttırmayı başardı. Train to Busan, dur durak bilmeyen aksiyonu ile özellikle “hızlı koşan” zombi sevenleri kolaylıkla tavlıyor. Ekstra bir not olarak yine Yeon Sang-ho’nun yazıp yönettiği ve Train to Busan’da gerçekleşen olayların öncesini anlatan Seoul Station (2016) isimli animasyona da göz atmanızı öneririm.

February (2015)

february-2015

Ünlü oyuncu Anthony Perkins’in oğlu Oz Perkins’ten harika bir ilk film. February, hakkında hiçbir şey öğrenmeden izlemeniz gereken filmlerden biri. İki ayrı koldan ilerleyen öykü, hiç umulmadık bir biçimde bir araya geliyor ve izleyeni fazlasıyla şaşırtıyor, hatta filmi baştan bir kez daha izleme isteğiyle baş başa bırakıyor. İnsanlık ve kötülük arasındaki ilişkiyi bu denli dürüst bir şekilde ele alan filmlerin sayısı çok fazla değil.

Under the Shadow (2016)

under-the-shadow-2016

İran asıllı İngiliz sinemacı Babak Anvari’den çarpıcı bir cin filmi. 1980’li yılların İslam Devrimi sonrası Tahran’ındayız. Devam eden Irak-İran Savaşı sırasında geçen film, sıklıkla bombalanan şehirde, doktor olan babanın sınır şehirlerinden birine mecburi hizmete gitmesi sonucu bir başlarına kalan anne ile küçük kızının yaşadıklarını anlatıyor. Bir yandan savaşın getirdiği zorluklar, diğer taraftan İslam Devriminin gittikçe yoğunlaşan baskısı ile uğraşan ‘erkeksiz kalan’ aile, kötücül bir cinin küçük kıza musallat olmasıyla iyice köşeye sıkışıyor. Under the Shadow, önümüzdeki Şubat ayında gerçekleşecek 89. Akademi Ödülleri’nin en iyi yabancı film dalında İngiltere’nin adayı olarak seçildi.

I Am Not a Serial Killer (2016)

i-am-not-a-serial-killer-2016

İlk filmi Isolation (2005) sonrası takip listeme kaydettiğim İrlandalı sinemacı Billy O’Brien’dan müthiş bir seri katil güzellemesi. Karakter odaklı olmasından dolayı ağır bir tempoya sahip ama böylesi bir hikâye de başka türlü anlatılamazdı. Seksenli yılların B-filmlerinden fırlamış gibi duran doğaüstü dokunuş ise tadından yenmiyor.

Green Room (2015)

Green Room !f 2016

Murder Party (2007) ile dikkatimizi çeken, Blue Ruin (2013) ile kendine hayran bırakan Jeremy Saulnier’in yazıp yönettiği Green Room, bir dizi aksilik sonucu ırkçı dazlakların takıldığı bir barda hiç hesapta olmayan bir konser vermek zorunda kalan Ain’t Rights isimli punk rock grubu üyelerinin, tesadüfen şahit oldukları bir cinayet sonrası yaşadıklarını anlatıyor. Misafir oldukları barın daracık kulisine hapsolan grup üyeleri, bar sahibi ile yardakçılarının pala, pompalı tüfek, tabanca ve hatta dövüş köpekleri kullanarak gerçekleştirdikleri saldırıları püskürtmeye çalışıyor. ‘Home invasion’ (ev istilası) alt türünün kalıplarına biraz tersten bakarak kurulan yapı mükemmel çalışıyor. Grubun, Dead Kennedys’in hit parçalarından Nazi Punks Fuck Off’u dazlakların yüzüne karşı ‘cover’ladıkları an ise unutulmaz. Özellikle bilgisayara yüz vermeden kotarılan kanlı cinayet sahnelerinin çiğliğine dikkat!

Naciye (2015) ve Ceset (2015)

naciye-ve-ceset

“Öteki” seçkisine bayıldığımız !f İstanbul 2016 sayesinde erkenden görme şansına kavuştuğumuz iki yerli korku-gerilim filmi Naciye ve Ceset, cin filmleri dışında da alternatifler olduğunu göstermek adına önemsediğimiz filmler oldular. Lütfü Emre Çiçek’in yazıp yönettiği Naciye, adadaki bir evde yaşanan bol kanlı bir mülkiyet kavgasını anlatıyor. ‘Home invasion’ (ev istilası) ve ‘slasher’ kalıplarının akılcı bir bileşiminden oluşan Naciye, gerek mekân seçimi olsun, gerekse özenle hazırlanmış cinayet sahneleri olsun, çok doğru bir çıkış noktası yakalıyor. Fakat heybesini gerekli gereksiz o kadar çok detayla dolduruyor ki bir süre sonra şaşırtıcı olsun diye eklenmiş ‘twist’ler can sıkıcı olmaya başlıyor. Rob Zombie’nin Halloween serisini yeni baştan ele alırken düştüğü hatalar silsilesinin bir benzerini yaşayan Naciye, bomba bir ilk film olma fırsatını tepmiş. Naciye rolündeki Derya Alabora ise bir harika. Pınar Sinan ise ilk uzun metraj denemesi Ceset ile Türk Sineması’nda görmeye pek alışık olmadığımız sularda geziniyor. En başta Nekromantik (1987) olmak üzere Jörg Buttgereit sinemasıyla akrabalık bağları kuran Ceset, Pamuk Prenses ve Yedi Cüceler masalının prensesiyle prensini de ters açıdan yakın markaja alıyor. Cinlerin hâkimiyetindeki korku-gerilim sinemamız için taze bir soluk. Saplandığı kısır döngüden sıyrılması için alternatif çıkış kapılarını işaret etmesi de cabası.

Yakuza Apocalypse (2015)

Yakuza Apocalypse

Gayet ciddi bir yakuza güzellemesi gibi başlayan Gokudou Daisensou (Yakuza Apocalypse), gerçek yüzünü göstermekte fazla gecikmiyor. Takashi Miike’nin artık çok da şaşırmadığımız çılgın dünyasından bir dizi garipliğin hâkim olduğu film, aslında vampir olan yenilmez bir yakuza liderinin, öldürülmeden hemen önce sadık adamlarından Kageyama’yı ısırarak onu da vampir yapmasıyla başlıyor. Kageyama’nın kan ve ter kokan intikam yolu, tuhaflıkta birbirleriyle yarışan taşlarla döşelidir. Gokudou Daisensou, çok ama çok eğlenceli bir film ancak Miike filmografisinin en iyilerinden biri olabilmekten uzak. Bu bile senenin en iyi filmlerinden biri olmasını engellemiyor.

The Corpse of Anna Fritz (2015)

the-corpse-of-anna-fritz-2015

İspanya’dan ucuz, basit ama her yönüyle dört dörtlük bir korku-gerilim. İnsanlığın karanlık yönlerine göz atan The Corpse of Anna Fritz’in hazmı zor sahnelerle süslü anlatısı her izleyiciye göre değil. Nekrofili ve kadın düşmanlığı gibi hassas mevzuları böylesi heyecanlı bir öyküye yedirmek gerçekten beceri istiyor.

The Invitation (2015)

The Invitation 3

Çok fazla bilinmese de on numara bir boks filmi olan Girlfight (2000) ile iyi bir kariyer başlangıcı yapan Karyn Kusama, daha sonra Æon Flux (2005) ve Jennifer’s Body (2009) gibi zayıf örneklerle süslediği filmografisinde The Invitation ile (şimdilik) zirve yaptı diyebiliriz. Son yılların en etkileyici tek mekân gerilimlerinden biri olan The Invitation, ince ince işleyerek, adım adım yükselttiği gerilimi, önce patlamaya hazır bir bomba haline dönüştürüyor, müthiş finalinde de acımadan patlatıyor.

The Rezort (2015)

The Rezort 04

Bir zombi filminde ne arıyorsanız, The Rezort’ta fazlasıyla bulacaksınız. Son zamanlarda iyi çekilmiş bir zombi filmine denk gelmek gerçekten zorlaştı. Ancak The Rezort, hem alt türün bütün gereklerini yerine getiriyor, hem de gündemdeki önemli konulardan mülteci sorununa dikkat çekerek, Romero’nunkiler kadar olmasa bile, basit öyküsünün altını doldurmayı başarıyor.

Hush (2016)

Hush 2

Tek bir mekânda (Maddie’nin evi) geçen Hush, sadece katilin saldırdığı gece boyunca olan biteni anlatıyor. Hiçbir sürprize ya da katil ile kurban hakkında, cinayet girişiminin sebebiyle ilişkilendirilebilecek hiçbir detaya yer vermiyor. Sadece ama sadece hayatta kalma mücadelesine odaklanıyor. 80’li yılların ‘slasher’larından birinin son 20-30 dakikaya sığdırdığı final kızı-katil kapışmasını, ‘home invasion’ kalıplarından faydalanarak 80 dakikaya yayan Hush, aklınızı cebinize koyup kendinizi filme teslim ederseniz heyecanla izleyebileceğiniz bir korku filmi. Mantık sınırlarını zorlayan bir dolu detaya rağmen harika bir kurguyla dinamik bir yapıya kavuşan film, korkuseverlere pişman olmayacağı bir lunapark deneyimi vadediyor.

Bonus: Ash vs Evil Dead (2015)

Ash vs Evil Dead 01

Ekim 2015’te korkuseverleri mest eden bir dizi başladı. Sam Raimi ve Bruce Campbell, The Evil Dead’in üzerinden tam 34 sene geçtikten sonra, Jason, Freddy ve Myers gibi korku ikonları arasında sayılan Ash’in yeni maceralarını anlatmak için bu sefer bir televizyon dizisinde tekrar buluştular. İlk haberler ortaya çıktığında diziye biraz mesafeli yaklaşıyordum ama ilk bölümü izler izlemez “olmuş” dediğim bir işle karşılaştım ki dizi, ilk sezon boyunca kendini hiç bozmadı. Eylül 2016’da başlayan ikinci sezonda da ritmini koruyan Ash vs Evil Dead’in (ilk sezonun tamamını bir kenara koyarsak) özellikle ikinci sezon ikinci bölüm ile üçüncü bölümü mutlaka izlemelisiniz. Diziye başlamamış korkuseverler için tek bir şey söyleyeceğim: sakın kaçırmayın, böylesine çok sık denk gelemezsiniz.

-*-

[box type=”shadow” align=”” class=”” width=””]

Listede kendine yer bulamayan ancak adını anmamız gereken diğer korku filmleri ise şöyle:

  • Anguish (2015)
  • Deep Dark (2015)
  • Demon (2015)
  • Der Bunker (2015)
  • Estranged (2015)
  • Evolution (2015)
  • Nina Forever (2015)
  • Sonnim (2015)
  • Southbound (2015)
  • The Devil’s Candy (2015)
  • The Ones Below (2015)
  • The Similars (2015)
  • Don’t Breathe (2016)
  • Grafir & Bein (2016)
  • Holidays (2016)
  • I Am the Pretty Thing That Lives in the House (2016)
  • Ouija: Origin of Evil (2016)
  • Polednice (2016)
  • The Monster (2016)
  • The Neon Demon (2016)
  • The Veil (2016)

[/box]

blank

Murat Kızılca

1971 İstanbul doğumlu. Aylık online sinema dergisi CineDergi ve aylık kültür sanat dergisi kargamecmua için sinema yazıları kaleme alıyor. 2008 yılından beri katkı sağladığı Öteki Sinema’da bir yandan da editörlük görevini sürdürüyor.

3 Comments Leave a Reply

  1. İzlemediklerimizi hemen not alalım. Özellikle 2 Türk filmi ilgi çekici duruyor. Teşekkürler.

  2. Ölüm çığlıklarının, dehşetin, ruh ve cinlerin bolca bulunduğu korkutucu filmleri izlemeyi çoğumuz seviyoruz.

Bir yanıt yazın

Your email address will not be published.

blank

Öteki'den Haber Al

Buna da Bir Bak!

blank

Zombi Yaşam Rehberi

Spontane bir şekilde bu haftayı gayri resmi ‘Zombileri araştırma ve
blank

Her Karesine Virüs Bulaşmış 10 Film!

Corona virüsü belasının tüm insanlığı ve ülkemizi tehdit ettiği şu