2016 yılı Türkiye’de kısa filmcilik adına oldukça hareketli ve sarsıcı bir yıl oldu. Her şeyden önce, diğer yıllara göre filmlerin kalitesinde kayda değer bir yükselme olduğunu söylemek mümkün. Yönetmenler cephesine geçecek olursak 2016, sinema sektörü içindeki ikincil konumlarına isyan ettikleri yıl oldu. Kısa film yönetmenleri festivallerde maruz kaldıkları çifte standarda dayanamayıp 16. Kısa-ca Uluslararası Öğrenci Filmleri Festivali’nde ödül törenine yarım saat kala sosyal medyada imzalı bir bildiri yayınlayıp bu duruma tepki gösterdiler. Aldığım duyumlara göre Kısa-ca önümüzdeki yıl konuk ağırlama konusunda iyileştirmeler yapacakmış. Muhtemelen konuk sayısını azaltıp daha iyi ağırlayacaklar yönetmenleri. Tabii bu sadece Kısa-ca’da yaşanan bir sorun değil. Ülkedeki festivallerin çoğunda benzer sorunlar var.
Öteki Sinema için yazan: Sidar Serdar Karakaş
Antalya Film Festivali’nin 10 filmlik kısa seçkisinin yarısını, son 3 yılda olduğu gibi yine diğer festivallerde göremedik! Göremedik çünkü filmlerin yarısı gerçek anlamda sinema eseri olmaktan çok uzaktı. O filmleri nereden bulduklarını da bilmiyorum. Filmlerin seçilme yönteminin değiştirilmesi gerekiyor belki de. Zaten ödül vermek, seçki yapmak aslında filmlere işaret etmektir, bu film(ler) iyidir demektir. Antalya Film Festivali tarihine, büyüklüğüne yakışır kalitede filmleri işaret etmelidir.
Kendi adımıza Antalya Sinema Derneği olarak Aralık ayında kısa filmlerin vizyona girmesiyle ilgili bir proje başlattık. Pilot bölge olarak Antalya Aksin Erasta Sinemasında ‘Ödüllü 5 Kısa Film’ ismiyle filmleri gösterdik. Seyircinin ilgisi çok iyiydi. Yeni yılda kısa filmlerin Türkiye genelinde sinema salonlarında gösterilmesi için de çalışmalara başladık. Yine Antalya Sinema Derneği olarak 2017 yılı içinde Ulusal Kısa Film Kurultayı yapıp Türkiye’de kısa filmin sorunları, kısa filmin geleceği hakkında tartışacağız.
Bu hareketli yılın izleyici için en büyük katkısı ise aşağıda kısaca tanıttığım sekiz filmi onlarla buluşturması oldu. Umarım 2017 yılı kısa film için daha da verimli ve dönüştürücü bir yıl olur.
7 Santimetre – Metehan Şereflioğlu
Altın Portakal ve Altın Koza ödüllerini alan film, 2016’nın en öne çıkan kısa filmi. Naif bir üslupla ülkemizin en büyük sorunlarından biri olan baskı kültürünü eleştiriyor. Sahne tasarımıyla, oyuncu ve görüntü yönetimiyle iyi kotarılmış bir film. Kırmızının hâkim olduğu filmde, sınıftaki sıraların ayakları, başkarakterin beresi, sokaktaki arabalar, okul üniformaları ve daha bir sürü şey hikâyenin anlatımına hizmet eden kırmızı renkte.
Asfalt – Süleyman Demirel
2016 yılına kadar yerli yapımlarda 2 tane favori filmim vardı: Buhar ve Salıncak. Yukarıda da bahsettiğim gibi bereketli bir yıldı 2016. Siyah Çember ve Asfalt da favorilerim arasına girdi. Bu filmlerin ortak özelliği yönetmenlerinin sinema sanatı üzerine düşünüyor olmaları, uygulamadaki başarıları ve standardın dışında film üretmeleri. Asfalt belki de yüksek sinema teknolojisi kullanıp sanat yapabilen tek yerli film. Süleyman Demirel’in Asfalt’ta yaptığı gibi greenbox tekniğini kullanarak bir hikâye anlatmak her yönetmenin kolay kolay kotarabileceği türden bir iş değil. Bu yönüyle film deneysele de yakın duruyor. Örneğin Adana Film Festivali, kurmaca bölümüne başvurmasına rağmen Asfalt’ı deneysel bölümde yarıştırdı ve bir de ödül verdi.
İki Parça – Murat Uğurlu
Ölüm ve güzellik karşısında insan hep çaresiz kalmıştır. Ölüme ve güzelliğe insanoğlunun bildiği hiçbir şeyle sahip olunamaz. Filmde, hafta sonu eğlenmek için yabancı uyruklu bir hayat kadınıyla kaçamak planlayan iki taşra memurunun, kadının güzelliği karşısında büyülendiklerini, neredeyse dillerinin tutulduğunu, kadını sırtlarında taşımak için tartıştıklarını görüyoruz. Bu büyülenmeyi Vesikalı Yârim (Lütfi Akad, 1968), Kader (Zeki Demirkubuz, 2006) gibi filmlerinden de biliyoruz. Daha da eskilere gidersek güzelliğiyle Truva Savaşı’na sebep olan Helen’den biliyoruz. Güzellik ve ölüm neredeyse birbirinden ayrılamayan iki parça. İki Parça filmi de ölümü ve güzelliği bir bütünün iki parçası gibi anlatıyor.
İt – Osman Yazıcı
Film, çağımızın en büyük sorunlarından biri olan göçmenlik meselesine değiniyor. İnsan ticaretinin rahatlıkla yapıldığını, çocuk işçilerin bir mal gibi alınıp satıldığını, sıradan insanların bile aslında nasıl şiddet dolu bir nefretle yaşadığını, şiddetin ne denli meşrulaşıp sıradanlaştığını anlatıyor. Filmin en çarpıcı tarafı ise, hoşlanmadığı, hatta varlığından rahatsız olduğu sokak köpeğinin bile karnını doyurmaya çalışan bir insan kaçakçısının, sahipsiz göçmen bir çocuğa aynı özveriyi göstermemesi.
Kefaret – Ali Kışlar
Kefaret bir dolandırıcılık hikayesini anlatıyor ama batılı tarzda bir film değil. Tam da yaşadığımız coğrafyanın doğasına uygun şekilde, inanç üzerinden bir sömürü, dolandırma hikayesi taşınıyor perdeye. Ancak filmin listeye girmesinin sebebi sadece iyi hikayesi, başarılı oyunculuğu değil; biçim olarak da farklı bir yerde duruyor. Filmin tamamı plan-sekans çekilmiş. Böyle bir hikâye başka türlü çekilemezdi zaten dedirtiyor. Bu da yönetmenin sinema üzerine düşündüğünü ve yaptığı işi seyirciye kabul ettirebildiğini gösteriyor aslında.
Lütfi – Cahit Kaya Demir
Yaşamının sonuna geldiğini, artık yapabileceği hiçbir şeyin kalmadığını düşünen, ölmeyi planlayan ama bunu beceremeyen bir adamın hikayesi Lütfi. İntiharı beceremediği için kendisine bir cellat buluyor. Tabii ki hayatta kalma dürtüsü her şeyin önüne geçiyor.
Rodi – Emre Sert, Gözde Yetişkin
Bazı filmler vardır bütün hücrelerinize yayılır, zihninizin bir parçası olur, onunla birlikte yaşarsınız artık. Şairin de dediği gibi: “Mıh gibi saplanır.” Rodi böyle bir film, ‘bir kaybeden’ hikayesi. İsmail karakterini canlandıran deneyimli oyuncu Onur Ünsal unutulmayacak bir performans sergiliyor. Müzik var, tutku var, kaybediş var, iyi yönetmenlik var. Daha ne olsun…
Siyah Çember – Hasan Can Dağlı
Sadece 2016’nın değil Türkiye’nin en iyi, en çarpıcı kısa filmlerinden biri Siyah Çember. Alışık olmadığımız bir hikayesi var ama gücünü sadece hikâyesinden almıyor. Film hikâyeyi anlatma biçimiyle de farklı yöntemler deniyor. Bu da filmi aynı anda hem deneysele hem de kurmacaya yaklaştırıyor. Aslında filmin heyecanını kaçırmamak için genellikle konularını yazmaktan kaçınıyorum ama Siyah Çember’in insan bedeninin metalaşmasına, şiddetin estetize edilmesine ve normalleştirilmesine eleştirel bir yaklaşım sergileyen distopik bir film olduğunu söylemeden geçmek istemedim.
Not: Filmler alfabetik sıraya göre dizilmiştir.