5 Festivalde (İstanbul – Ankara – Adana – Antalya – Antakya) gösterilen 37 filmden vizyona girebilen 20’sinin toplam gişesi: 137.547, buna Siyah Karga’nın henüz belli olmayan seyircisini de eklersek, aşağı yukarı 140 bin seyirciye ulaşacağız demektir. Adana Film Festivali’nde yarışan Nadide Hayat ve İftarlık Gazoz’u bu hesaba sokmadım çünkü onlar aslen gişe için çekilmiş, vizyona girmiş, TV’de gösterilmiş yapımlar. Sanırım Adana belediye başkanının “biraz da popüler filmler olsun” arzusuna istinaden yarışma seçkisine dahil edildiler (iyi de oldu).
20 festival filminin toplam seyircisi 140 bin… Acıklı görünüyor ancak bu rakama festivallerde izleyenler dâhil değil, o veriye genellikle ulaşamıyoruz ama filmlerin toplam gişesine 5 festivalden bol kepçe bir 100 bin daha ekleyelim, elimize geçen 250 bin seyirci olsun. Epeydir dillendirdiğim bir durum artık ihtiyaç haline geldi. Film festivallerinin gösterdiği filmler için ödül ve gösterim bedeli dışında bir kazanç modeli üretmesi şart. Daha popüler işlere kayacağı anlaşılan bakanlık desteğine güvenerek yüzdürülecek bir gemi değil artık bu… Gerçi 2016 yapılan kadar yapılamayan festivallerle dolu bir yıldı. Malatya, Edirne, Van (İran Film Günleri)… Ülkede durumlar değişmezse önümüzdeki yıl daha çok iptalle karşılaşmak şaşırtıcı olmayacaktır.
Ne kadar ölçüp biçsek bile, görünen o ki, 77 milyonluk ülkede 250 bin sanat sineması takipçisi var. Bu kadar hesaba da gerek yok. En saygın yönetmenimizin Altın Palmiye kazanan filmi olan Kış Uykusu’nun gişesi bu hesabı doğru çıkarıyor.
Seyircinin olmadığı bir ‘ülke sineması’ 5 yerine 37 eser verse ne olur?
Türkler Film İzlemeyi Sevmiyor mu?
Peki, seyirci nerede? 136 filmin vizyona girdiği 2016 yılında toplamda 27 milyon 906 bin bilet satılmış. 2014 yılında 112 filmin 31 milyon 214 bin bilet satıldığını düşünürsek dert sadece festival tarafında değil. Evet, film sayısı artıyor ama sinemaya giden seyirci azalmış. 2 yıl öncesine göre 24 film fazla çeken ama 3 milyon daha az bilet satan bir ülke sinemasına sahibiz. 2014’ü özellikle örnek gösterdim çünkü yabancı filmlerle birlikte vizyona giren film sayısı neredeyse aynı ve yerli yabancı demeden topladığımızda da 3 milyondan fazla seyircinin kayıp olduğunu görüyoruz.
Tek filmle 7 milyon seyirciyi salona çeken Türk sinemasının bu yıl en başarılı filmi olan Dağ 2, 2 milyon 700 bin izleyiciye ulaşabildi. Bunu ülke şartlarına ve artan terör ortamının rahatsız ediciliğine bağlayabiliriz, keyfimiz pek yerinde değil sinemaya da çok gitmiyoruz. Kim bilir, belki de öyledir ancak maliyetlerin arttığı 2 yılda hasılatın aynı kalması sinema salonları açısından iyi bir haber değil. Bir kriz uyarısı yapmak için erken ancak işlerin yolunda gitmediği de belli.
Peki, başka ülkelerde neler olup bitiyor. Son yıllarda verdiği örneklerle adından çok söz ettiren Kore sinemasına bakalım. Kore sinemalarında bu yılın en çok iş yapan filmi, zombi türüne yeni bir enerji aşılayan Train to Busan oldu. Filmekimi seçkisinde ülkemizde de gösterilen filmi 11 milyon 565 bin kişi izledi. Train to Busan’ın bir ‘gişe filmi’ olduğunu varsayalım. Hepimizin ağzını açık bırakan The Wailing’in 7 milyonluk gişesine ne demeli? Hayli uzun ve dikkat isteyen bir film bu. Bununla da bitmiyor, 50 milyon nüfusu olan Güney Kore’de 5 milyon seyirci barajını aşan tam 8 film var! İyi filmler (ama gerçekten iyi filmler) seyircisiz kalmıyor. Biz de bayıla bayıla izliyoruz.
Festivaller ‘Festival Filmlerine’ İyi Gelmiyor Mu?
Tekrar festival filmleri tarafına dönecek olursak, festivallerde yarışıp vizyona giren filmler o yıl gösterilen filmlerin %25’ini oluşturuyor ancak gişedeki payları %0.5 gibi üzücü bir rakam (aşağı yukarı).
Bu filmlerin Kültür Bakanlığı Sinema Destekleme Katkısı başta olmak üzere pek çok fondan faydalanarak ortaya çıkarıldığı, bu yüzden de seyirciye ihtiyaçları olmadığını, festivallerde yarışırken misyonlarını yerine getirdiklerini düşünebilirsiniz ancak “seyircisiz sinema” fikri bana pek mantıklı gelmiyor ve pek çok örneğini gördüğümüz şekilde ülke sinemasının başını otosansür belasından kurtaramamasına yol açıyor. Toplumsal olaylarla çalkalanan ülkemizde toplumcu sinema yapıldığından söz edemeyiz. 80’lerin sıkıyönetim dönemlerini bile aratan bir suskunluk söz konusu ve sinemacılar giderek daha da hikayesiz filmlere sığınıyor çünkü anlatabilecekleri hikayelerin fonlanması söz konusu bile değil!
Türk Sinemasını Kurtaracak Bir Formül Var mı?
Öncelikle, sinemacılarımız dar alanda kısa paslaşan ve birbirini çok iyi tanıyan takım oyuncularından oluşuyor. Yani, sinemayı fonlayan, yapan ve değerlendiren isimleri alt alta yazsak en fazla 100 kişi bulacağız ki onlar da dostane ilişkiler içindeler. Hal böyle olunca ortada ‘sinema’ yapmaktan öte kaygılar var ve çoğalıyor. Toplumcu sinemadan bahsedemeyiz demiştim, halk için sinema yapmanın aşağılandığı bir ülkede ‘festival filmcisi’ olmak üretilen eserin iyiliğinden kötülüğünden bağımsız bir soyluluk unvanı gibi taşınmaya başlandı.
Burada sinema yapma tarifini çok sevdiğim kıymetli Yüksel Aksu’nun 53. Antalya Film Festivali’ndeki (Altın Portakal) panelinde kurduğu cümlelerden bir alıntı yapacağım. Şöyle diyordu usta sinemacı,
[box type=”shadow” align=”” class=”” width=””]
“Seyirci gidiyor diye tu- kaka yaparsak, gitmiyor diye ‘iyi film’ dersek yanılırız. Gişe gördüyse festivaller almamayı tercih ediyor. Bir koleksiyon alanı mı festivaller? Mesela AROG… Hadi dediler ki iyi film değil, ama ciddi bir sanat yönetmenliği, ciddi bir atmosfer yönetimi var Fakat, Türkiye şartlarında bu kadar dekor, kostüm ve atmosfer yaratan sanat yönetmenleri, filmler festivallere gidemediği için ödül alamıyor, onun yerine arkaya bir kilim atan bir kız evladı en iyi sanat yönetmeni ödülü alıyor. Bazen sadece her çerçevede, her mizansende, her duyguda donuk donuk ifadesizce bakıp duran oyuncular en iyi oyuncu ödüllerini alabiliyor. Bakıyor da bakıyor. Kudret Sabancı dizisi gibi”[/box]
Bu fikre ben de katılıyorum. Festivalleri bir kısmın hüküm ve keyif sürdüğü alan olmaktan çıkarıp ülke sinemasının tüm ürünlerine açmak gerekiyor. Bazı meslektaşlarımın itirazı var, ‘festival filmi’ diye bir şey yoktur diyorlar ama bence var ve böyle olmasını isteyenler de senaryolarına-filmlerine güvenemeyen sinemacılar. Bu sinemacılar seyirciden kaçıp zaten arkadaş oldukları jürilerin insafına sığındı. Türk sinemasını destekleme amaçlı dağıtılan fonlar da kimilerince yağmalandı durdu yıllarca. Açıkçası “fonla çek + festivalde göster, ödül kazan + TV haklarından kazan ve keyfine bak formülü birilerince bir güzel işletiliyor ancak zurnanın zırt dediği yere de geldik. Genç sinemacılara bir şey kattığı da yok bu desteklerin. Çoğu ilk filmini çektikten sonra kayıplara karışıyor.
Hiç mi umudum yok? Elbette var, Ozan Açıktan’ın temiz işçiliği ve duyarlı hikayesiyle göz kamaştıran filmi Annemin yarası, dekmancılık oynayan Türklere, Dağ 2 ile dört başı mamur bir aksiyon filmi armağan eden Alper Çağlar… Kıvanç Sezer’in, kimlik sorunundan önce sınıf sorununu çözmeye çalışan ve modern bir Yılmaz Güney sineması örneği olarak nitelendirdiğim Babamın Kanatları, içimdeki umudu yeşerten filmler oldu. Erhan Tuncer’in ilk filmini de oyuncu yönetiminden dolayı alkışladım ki adam olacak yönetmen en çok orada belli olur ve Koca Dünya… Bu film de Beni benden aldı ama bu tek tük sevinçler yetmez, bu ülkenin anlatılacak hikayeleri var, biraz gayret etmemiz gerekiyor. Bize daha kızgın adamlar/kadınlar gerek. Kaldıracağı ödülü değil kazanacağı akılları, kalpleri düşünen.
Yazsam daha da uzayacak bir yazı bu ancak kesmek gerek. Yılın son sinema yazısında kafasını sektöre fena halde takmış bir eleştirmen olarak dertleşelim istedim, umarım tadınızı kaçırmamışımdır. Hepinize mutlu seneler dilerim. Ömür yettikçe buluşmak dileğiyle…
[box type=”shadow” align=”” class=”” width=””]
2016 Yılında Festivallerde Yarışan Filmlerin Listesi (vizyona girenlerin seyirci adedi ile birlikte)
- Ana Yurdu – Senem Tüzen (5.887)
- Albüm – Mehmet Can Mertoğlu (4.873)
- Ağustos Böcekleri Ve Karıncalar – Erhan Tuncer
- Babamın Kanatları – Kıvanç Sezer (13.895)
- Bana Git De – Handan Öztürk (753)
- Benim Kendi Hayatım – Adnan Akdağ
- Çırak – Emre Konuk
- Dar Elbise – Hiner Saleem
- Defnenin Bir Mevsimi – Mehmet Öztürk
- Eşik – Ayhan Salar
- Geçmiş – Çağdaş Çağrı
- Genç Pehlivanlar – Mete Gümürhan
- İftarlık Gazoz – Yüksel Aksu (1.030.581)
- Kalandar Soğuğu – Mustafa Kara (21.793)
- Kasap Havası – Çiğdem Sezgin (675)
- Koca Dünya – Reha Erdem
- Mavi Bisiklet – Ümit Köreken (3.545)
- Mehmet Salih – Güven Beklen
- Melekleri Taşıyan Adam – Cansel Elçin
- Memleket – Murat Saraçoğlu (1.222)
- Misafir – Mehmet Eryılmaz (754)
- Mezarcı – Talip Karamahmutoğlu
- Mor Ufuklar – Olgun Özdemir
- Nadide Hayat – Çağan Irmak (777.722)
- Orhan Pamuk’a Söylemeyin Kars’ta Çektiğim Filmde Kar Romanı Da Var -Rıza Sönmez
- Rauf – Barış Kaya Ve Soner Caner (788)
- Rüya – Derviş Zaim (8.889)
- Rüzgarda Salınan Nilüfer – Seren Yüce (6.278)
- Rüzgârın Hatıraları – Özcan Alper (25.958)
- Saklı – Selim Evci (666)
- Sarmaşık – Tolga Karaçelik (25.261)
- Siyah Karga – Tayfur Aydın
- Tarla – Cemil Ağacıkoğlu
- Tereddüt – Yeşim Ustaoğlu (9.151)
- Toz -Gözde Kural
- Toz Bezi – Ahu Öztürk (7.149)
- Yağmurlarda Yıkansam – Gülten Taranç[/box]
MURAT TOLGA ŞEN – murattolga@gmail.com
Merhaba, yazınızın büyük bölümüne katılmakla birlikte bazı noktaların da atlandığını düşünüyorum. İstanbul dışına çıktığınızda festival ya da sanat filmleri dediğiniz filmlerin hiçbirinin vizyon göremediği gerçeğini göz önünde bulundurmak gerekiyor. Alışveriş merkezlerine sıkışmış ve sulu komediler dışında hiçbir Türk filminin vizyona giremediği bir çok anadolu kenti var (Büyükşehirler dahil).
Burada sorun sadece seyircide değil, sinema sektörünü elinde tutan ve sadece ergen komedisiyle gemiyi yürütmeye çalışan sinema salonlarının kartelleri. Zamanında Kim-Ki Duk’un filmlerinin haftaiçi seanslarının bile tamamen dolu olduğu sinema salonları alışveriş merkezlerine kaçıp modaya uymaya başladıkları günden itibaren sinema seyircisi salonlardan kaçıp internete sığınmaya başladı. Zaten bu gidişle de bir daha sinema salonuna gidip popçuların filmlerini izlemek yerine netflix gibi platformlara üye olup doğru düzgün filmlere ulaşma çabasında olunacaktır.
Sinema salonlarındaki seviye o kadar aşağılara düştü ki bilet alırken gişe görevlileri “izleyeceğiniz film orjinal dilinde ve altyazılı. Yine de bilet alacak mısınız?” diye sormak zorunda kalıyorlar. İstedikleri seviyede insanlara ulaştıkları için de festival filmlerini vizyona sokamayacak noktaya geldiler.