1980’lerden beri söylenegelen, Anglofon gazetecilerin diline sakız olmuş bir deyiş var: “çizgi romanlar büyüdü!” Yani, çocuklar için olduğu düşünülen bir iletişim aracı, artık yetişkinlere yönelik ürünler vermeye başladı. Kuzey Amerika dışında pek çok ülkede çizgi romanlar yıllardır her yaştan okuyucu için üretildiğinden, kıdemli okurlar ve sanatçılar genelde bu klişeyle dalga geçerler. Bu senenin “çizgi romanlar büyüyor” olayı, kesinlikle Nick Drnaso’nun Sabrina adlı kitabının Man Booker ödülüne aday gösterilen ilk grafik roman olması idi. Her ne kadar Drnaso ödülü kazanamasa da, yüksek edebi kültürün çizgi romanları ciddiye alması adına önemli bir gelişmeydi.
DC Comics’in, Neil Gaiman denetiminde yayımladığı The Sandman Universe, gürültü koparan bir başka çizgi roman olayı olsa da, benim fazla ilgi çekmedi. Anaakım Amerikan çizgi romanlarına, alternatif bir bakış açısı getiren, Ed Piskor İmzalı X-Men Grand Narrative (ki geçen seneki listemde de yer almıştı) bu sene de kalitesinden ödün vermeyen bir seri oldu.
Bu sene okuduğum çizgi romanlara baktığımda, kişisel olarak fazla riske girmeyen, “aynısının devamı” niteliğinde işlere ağırlık verdiğimi görüyorum. Bunun, aile, iş ve kişisel projeler nedeniyle git gide daralan okuma zamanımla alakası var tabii, fakat beğenerek takip ettiğim üreticilerin süregelen projelerine yeni halkalar eklediği ve yüksek nitelikli işler ortaya koydukları bir yıl oldu. Kişisel projelerden bahsetmişken, bu sene hakemli bir akademik dergi olan Sequentials Journal’da yayımlanan “Homoti: The Turkish Gay E.T. Remake” adlı çizgi romanım (https://www.sequentialsjournal.net/issues/issue2/yalcinkaya.html) benim için önemli bir kilometre taşıydı.
Listeye geri dönecek olursak, geçtiğimiz yıllarda olduğu gibi, takip ettiğim Anglo-Amerikan, Avustralya ve Türkiye çıkışlı çizgi romanlara odaklandım. Bir “en iyiler” listesi değil, kişisel olarak bende iz bırakan işleri listeledim.
Öteki Sinema için yazan: Can Yalçınkaya
1) Berlin – Jason Lutes
Her ne kadar Sabrina, aday gösterildiği ödülle gündeme gelse de, benim için senenin edebi çizgi roman olayı, Jason Lutes’un 1990’ların ortasında başladığı ve bir üçleme olarak tahayyül ettiği Berlin grafik romanının üçüncü kitabı Berlin: City of Light’ın yayımlanması oldu. Yaklaşık 600 sayfalık bu başyapıt, Weimar Cumhuriyeti sırasında 1920’lerin sonu ve 1930’ların başında, Nazilerin yükselişe geçiş dönemini, gündelik hayata, sıradan karakterlerin yaşantılarına, dönemin popüler kültürü ve sokak söylemlerine odaklanarak anlatıyor. 20 seneyi aşkın süren bir üretim sürecinin ardından tamamlanan öykü, Batıdaki güncel politik konjonktür, bilhassa yükselen popülist aşırı sağ hareketler, bağlamında bir “tam yerine rast geldi” etkisi uyandırıyor.
2) The Lie and How We Told It – Tommi Parrish
Geçen sene, şimdilerde Kanada’da ikamet eden, Avustralyalı çizgi romancı Tommi Parrish’in Perfect Hair adlı grafik romanına listemde yer vermiştim. Parrish o sırada alternatif çizgi roman dünyası dışında pek bilinmiyordu. 2018’de Fantagraphics tarafından yayımlanan The Lie and How We Told it ise onu pek çok “2018’in en iyileri” listesine taşıdı. Parrish, kitabında tesadüfen karşılaşan iki eski arkadaşın bir barda geçirdikleri ve eskiyi yâd edip, iç ve dış hesaplaşmalara giriştikleri bir geceyi anlatıyor. Parrish, iç dünyalara, ilişkilere, arzulara, eşcinselliğe ve hayal kırıklıklarına dair “küçük” hikâyeler anlatmayı seviyor. Anatomik olmayan, çoğu zaman ifadelerini okuyamadığımız karakterleri, öykülerine dışavurumcu bir tat kazandırıyor.
3) The Nib Magazine: The Death issue – Antoloji
Geçtiğimiz senelerdeki listelerimde, çizgi gazetecilik sitesi The Nib’den çeşitli vesilelerle bahsetmiştim. Kurmaca dışı çizgi romanlar, çizgi denemeler ve politik karikatürlere yer veren Amerika merkezli The Nib, 2018’de basılı bir dergi çıkarmak üzere kolları sıvadı. Başarılı bir Kicstarter kampanyasıyla, ilk dört sayıları için gereken fonu sağlayan The Nib ekibi, ölüm teması üzerine olan ilk sayılarını ivedilikle yayımladılar. Kaliteli baskısı ve dizaynıyla, “print” fetişisti (ben dâhil) arkadaşları memnun edecek bu dergi, içeriğiyle de arşivlik bir çalışma olmuş. Amerika’da enjeksiyon yoluyla idamın tarihi, Silikon Vadisi’nin ölümsüzlük üzerine yapılan araştırmalara verdiği maddi destekler, çocuğunu kaybeden bir babanın duyguları üzerine bir deneme gibi nispeten uzunca (10-12 sayfalık) “feature” çizgi romanların yanı sıra daha kısa, mizahi çizgi roman ve karikatürlere ve illüstrasyonlara yer verilmiş.
4) Comic Sans – Antoloji
Melbourne’lı çizer Rachel Ang ve yazar/editör Leah Jing’in derlediği, periyodik olması planlanan antoloji Comic Sans, Avustralya’nın “en iyi” çizgi romanlarına yer verme amacıyla yola çıkmış. Ang ve Jing, bilhassa Anglo/Beyaz kökenlerden gelmeyen ve/veya heteronormatif kimlikleri benimsemeyen üreticilerin işlerini yayımlamak istiyorlar. Antolojinin ilk sayısında yer alan öyküler bu kimlik çeşitliliğinin bir yansıması. Matt Huynh’un “Mama Linh’s Family Business” öyküsü Vietnam göçmeni bir anne-oğulun beraber restoran işleterek kuşak çatışmasını yenmelerini konu alıyor; Lee Lai, toplumsal cinsiyet rolleri üzerine tefekküre dalıyor; Safdar Ahmed, “Drawing Dad”de yatalak hasta olan babasına ziyaretlerini, babası için çizdiği kara kalem portreleri ve babasının ölümüyle ailesinin Urduca konuşan, Hintli, Müslüman tarafıyla olan son bağının kopacağına dair düşüncelerini anlatıyor. Antolojidaki diğer hikâyeler de benzer, otobiyografik, deneme tadında işlerden oluşuyor. Gelecek sayılarını da ilgiyle takip edeceğim.
5) 1951 – Levent Cantek ve Sefa Sofuoğlu
2018 başında çıkan 1951, Levent Cantek’in Dumankara ile başlayan Ankara Üçlemesinin resmen bir parçası olmasa da, bir Ankara hikâyesi anlatması bakımından yazarın önceki grafik romanlarına yakın bir konumda yer alıyor. Bu defa bir yabancının, İstanbullu Vedat’ın, Ankara’da yaşayan kardeşi Nedim’in intiharı üzerine başkente gelmesi ve cinayet olduğundan şüphe ettiği ölümün esrarını aydınlatmaya çalışması anlatılıyor. Dönemim siyasi entrikaları öyküye arka plan oluşturuyor. Vedat, hakikatin peşinde kendini git gide bir kâbusun ortasında buluyor. Cantek’in 1950’ler hakkındaki akademik araştırmaları ve ustalıklı senaryosu ile Sefa Sofuoğlu’nun gerçekçi çizgileri, dönemin Ankara’sını sayfa üzerinde hayata getiriyor.
6) One Dirty Tree – Noah Van Sciver
Genç ve üretken çizer Noah Van Sciver’ı kimileri yeni bir Crumb, Clowes ya da Chester Brown gibi görüyor. Mizahi, karanlık ve yer yer rahatsız edici hikâyeler anlatmayı seven Sciver, One Dirty Tree’de otobiyografik sulara yelken açmış. Dağılmanın eşiğindeki Mormon bir ailenin sekiz çocuğundan biri olan Noah, kardeşleriyle “One Dirty Tree” adını taktıkları 133 (One Thirty Three) numaralı virane evde geçen yoksul çocukluğunu ve ilk grafik romanını tamamladığı dönemde, bir evi paylaştığı sevgilisiyle yaşadığı anlaşmazlıkları paralel bir kurguyla anlatıyor. Öncülü Crumb gibi iğneyi kendine batırmaktan imtina etmiyor.
7) Glom Press’ten altı yeni çizgi roman
Avustralya’nın çizgi roman başkenti olan Melbourne’dan bir diğer güzel gelişme de, alternatif çizgi romanlarıyla tanınan Marc Pearson ve Michael Hawkins’in, Glom Press olarak “riso” printer’ları ile altı yeni cep çizgi romanı yayımlamaları oldu. Riso’nun kendine has basım tekniği, özellikle bağımsız çizgi romancı ve illüstratörler arasında çok revaçta. Glom Press’in yayımladığı altı mini grafik roman, Rachel Ang, Eloise Grills, Bailey Sharp, Mandy Ord, Aaron Billings ve Leonie Brialey gibi tarzları birbirinden farklı altı çizerin elinden çıkmış olmasına rağmen dizayn, editöryal çizgi ve “his” olarak birbirine yakın işlerden oluşuyor. Benim favorilerim, Bailey Sharp’ın doğaçlama yazılmış/çizilmiş hissi veren feminist macera hikâyesi “My Big Life” ve Mandy Ord’un The Walking Dead ile Galapagos hakkındaki bir belgeseli izlerken yaşadığı birbirine benzer duyguları anlattığı “Galapagos” oldu.
8) The Grot – Pat Grant / Fionn McCabe
Doktoradan arkadaşım Pat Grant, uzunca bir süredir, post-apokaliptik bir Avustralya’da geçen bir sahtekârlık öyküsü üzerinde çalışıyordu. Erken taslaklarından birini okuduğum bu grafik romanı iki senedir merakla bekliyordum. Senaryosunu ve çizerliğini Pat’in üstlendiği ve suluboya renklendirmesini Fionn McCabe’in yaptığı The Grot’un ilk iki bölümü bu sene yayımlandı (toplamda üç bölümden oluşacak). Kitap, Falter City adlı bir şehre yoğurtçu dükkânı açmaya giden bir kadın ve iki genç oğlunun hikâyesini anlatıyor. Klasik Western kalıplarını takip eden öykünün merkezinde “altına hücum” benzeri bir hareket başlatan yeşil bir sıvı, kolay tarafından para kazanmaya çalışan üçkâğıtçı ve sahtekâr tayfası, underground horoz dövüşleri, ve farklı şeyler isteyen iki kardeşin çatışması var. Pat, görsel olarak oldukça orijinal bir işe imza atmış ve okuyucunun içinde kaybolacağı bir dünya yaratmış. The Grot’un çıkan kısmını internet üzerinden okuyabilirsiniz (http://thegrotcomic.com)
9) Raymonde – Campbell Whyte
Vallahi bu listedeki son Avustralya çizgi romanı bu. Perth’de yaşan çizer Campbell Whyte’ın Home Time adlı grafik romanı geçen seneki listemde yer almıştı. Bu sene, o devasa ve iddialı grafik romana neredeyse zıt, bir mini çizgi roman olarak yayımladığı Raymonde ile beni kendine hayran bıraktı. Bir ressam olarak çoğu insanın hayranlık duyduğu ya da en azından adını bildiği Pablo Picasso’nun bir süre evlatlığı olarak yaşayan Raymonde adlı bir kızın öyküsünü, masalsı ve şiirsel bir dille ve naif çizgilerle anlatan Whyte, Picasso efsanesinin karanlık taraflarına ışık tutuyor. Öyküyü, Whyte’ın Twitter hesabından okuyabilirsiniz.
(https://twitter.com/campbellwhyte/status/1055235435956396032?lang=en)
10) A Sort of Adaptation of the SCUM Manifesto – Gabrielle Bell
Otobiyografik grafik romanlarıyla bilinen Britanyalı-Amerikalı Gabrielle Bell, bir süredir Spiralbound adlı bir çizgi gazetecilik/kurmaca dışı çizgi roman sitesinde çiziyor. Kendi hayatını anlatırken yer yer gerçekdışı, gerçeküstü, absürt mizansenler yaratan Bell’in “bir nevi SCUM Manifesto uyarlaması”, bu sene okuduğum en iyi web çizgi romanlarından biriydi. Valerie Solanas’ın “Society for Cutting up Men” manifestosunu uyarlamaya çalışma sürecini ve yaşadığı tıkanıklığı anlattığı öyküde kendiyle, annesiyle, radikal feminizmle muziplikle ve sevgiyle dalga geçiyor Bell. Buradan okuyabilirsiniz:
https://medium.com/spiralbound/manifestation-6fa8527a2865