2021 Vizyonunun Öne Çıkan Korku Filmleri

9 Şubat 2022

Pandemi, 2021 yılı boyunca her sektöre olduğu gibi sinema sektörüne de zarar vermeye devam etti. Yıla kapalı olarak giren sinema salonlarının açılması 1 Temmuz’u buldu. 2020 yılındaki aç-kapa uygulaması neticesinde yaklaşık 7-7,5 ay açık kalabilen salonlar, 2021’de sadece 6 ay açıktı. Kısıtlı süre, doğal olarak gösterime giren film sayısını da, bilet satışlarını da derinden etkiledi. Geçen yıl Türkiye’de 30 yabancı korku filmi gösterime girebildi. (Bir önceki yıl 26 idi.) Vizyon görmeyi başaran yerli korku filmi sayısı ise 22’yi buldu. (Bir önceki yıl 18 idi.) Geçen yıl sinemaların açık kalma süresi bir önceki yıla nazaran biraz daha az olmasına rağmen hem gösterime giren korku filmi sayısının, hem de bilet satış miktarının biraz daha artmış olması, pandemiye bakışımızın malum süreçteki değişkenliğini göstermesi adına enteresan bir detay. Böylece 2021 vizyonunun korku filmi sayısı; 22’si yerli, 30’u yabancı olmak üzere toplam 52 olarak kayıtlara geçti.

Yabancı korku filmlerinin ülke dağılımına baktığımızda ABD’nin her zaman olduğu gibi 18 film ile piyasa hâkimiyetini sürdürdüğünü görüyoruz. Hatta ortak yapımları da dikkate alırsak bu rakam 19’a çıkıyor. Geriye kalan 11 filmin dağılımı ise şöyle; İngiltere (3), Kanada (2), Fransa (2), Yeni Zelanda (1), Arjantin (1) ve Arjantin-Yeni Zelanda ortak yapımı (2). Yabancı korku filmlerinin geçen yılki toplam bilet satış rakamı 912.651’i buldu. Geçen yılın en çok gişe yapan yabancı korku filmi, 134.290 bilet ile The Conjuring: The Devil Made Me Do It (Korku Seansı 3: Katil Şeytan) oldu.

Yerli korku filmleri cephesine geçtiğimizde toplam bilet satış rakamının 212.884’e ulaştığını görüyoruz. Belli bir gişesi olan yönetmenlerimizin vizyondan uzak kalması ve pandeminin süren etkisiyle bilet satış rakamları yine aşağılarda kaldı. Sönük geçen gişenin zirvesindeyse 37.788 bilet ile Sir-Ayet serisinin üçüncü halkası Sir-Ayet: Ölü Doğan yer aldı.

Aşağıdaki listede 2021 yılında Türkiye’de gösterime giren korku filmlerinden öne çıkanları bir araya getirdik.

Censor / Sansür

blank

Prano Bailey-Bond’un ilk uzun metraj filmi Censor, 80’li yıllar İngiltere’sinde sansür kurulunda çalışan bir kadının, işi gereği korku filmleri izlerken çocukken yaşadığı bir travmanın tetiklenmesi üzerine gerçekleşen sıra dışı olayları anlatıyor. Video kaset patlamasının yaşandığı yıllarda, hiçbir ülkede neredeyse her eve giren bu yeni teknoloji hakkında doğru düzgün bir kanun bulunmuyordu. Bu açıktan yararlanan yapımcılar ve dağıtımcılar, sinemalarda gösterimi yasaklanmış filmleri de video piyasasında satışa sürmeye başladılar. Yasaklı filmlerin satış ve kiralamalarının umulanın üzerinde gerçekleşmesi üzerine, sırf bu mecra için daha sert, daha kanlı, daha şiddet dolu filmler çekilmeye başladı. İngiltere özelinde bakarsak; muhafazakâr kesimden gelen ve giderek artan şikayetler üzerine tabloid basının da olayı körüklemesiyle harekete geçen hükümet, hoyratça uygulanan bir sansür atağına geçti. Basının ‘video nasties’ adını verdiği bir “yasaklı filmler” listesi yayınladı ve bu filmleri satan, kiralayan dükkânları basarak tam manasıyla bir cadı avı başlattı. Evet, ‘video nasties’ korkuseverler için kesinlikle bir cazibe noktası ama Censor, aynı zaman diliminde geçmesine rağmen o günlerin nostaljisini yapan bir film değil (ki yapsaydı da itiraz etmezdik). Aksine insanın beyninde -farkında olsun ya da olmasın- çalışan sansür mekanizmasını mercek altına alıyor. Kabaca iki bölüme ayırabileceğimiz filmin ilk yarısıyla ikinci yarısı, birbirinden gün ve gece kadar farklı ama her iki bölüm de ayrı güzellikte.

Malignant / Habis

blank

Kartları açık oynayalım; James Wan sinemasını pek sevmem ama ana akım korku sineması için gerçekleştirdiklerini çok değerli bulurum. Biri çıkıp da en iyi korku filmleri listeme bir Wan filmi alacağımı söyleseydi, hiç duraksamadan “imkânsız” diye karşılık verirdim ama Malignant ile bu kez benim gibi Wan-karşıtlarını bile tavlamayı başardığını düşünüyorum. Filmin saçma sapan hikâyesini falan boş verin, çocukluktan bu yana korku filmleri izleyen her azılı korkuseverin bu serüvenin bir anında muhakkak şöyle bir söylemi olmuştur: “Ya biliyorum, bu film çok saçma ama daha yüksek bütçeyle çekilse çok acayip bir iş olmaz mıydı?” James Wan, çocukluk hayalimizi gerçek kılmak için kolları sıvamış ve ancak bir B-filmi kurtarmaya yetecek yetkinlikteki zayıf senaryoyu A-sınıf bir bütçeyle çekmiş. Bu yüzden müthiş eğlenceli, bu yüzden yılın en iyi korku filmlerinden biri…

Candyman / Şeker Adamın Laneti

blank

Evet, senaryoyu Jordan Peele, Nia DaCosta ve Win Rosenfeld beraber yazdı ve filmi Nia DaCosta yönetti ama Candyman, her haliyle Peele sinemasının doğal bir uzantısı gibi duruyor. Aynı adlı 1992 tarihli orijinal filmin yeniden çevrimi (‘remake’) ya da ‘reboot’u değil yeni Candyman. Orijinal filmde olanları olduğu gibi kabul ediyor, hikâyeyi bir devam filmi gibi onun kaldığı yerden alıyor ve bambaşka bir bakış açısı ile şekillendiriyor ama bunu bir devam filmi olarak da görmemek lazım. Mesela “Candyman 2” gibi devam filmi olduğunu belli eden bir adı tercih etmeyip, direkt Candyman olarak sunulması da bu yeniden şekil verme arzusunun bir işareti olarak görülmeli. Amerikan tarihi boyunca siyahilere uygulanan baskının, zulmün, düşmanlığın, kimi zaman sinemayla da desteklenen önyargının yarattığı travma ve haklı öfke, yüklenen yeni anlamlarla ezberimizden uzağa düşen bambaşka bir figüre dönüşen Candyman’de vücut buluyor. Eski filmleri sırf adından nemalanıp ranta dönüştürme niyetiyle yeniden servis eden zihniyete özünde karşıyım ama Candyman gibi yenilikçi örneklere kapımız her zaman açık.

Z

blank

İlk uzun metrajı Still/Born (2017) ile hiç de fena olmayan bir kariyer başlangıcı yapan Brandon Christensen, yeni korku filmiyle de ses getirmeyi başardı. Sekiz yaşındaki Joshua, Z adındaki hayali arkadaşıyla olağandan fazla vakit geçirmeye başlayınca hem evde hem de okulda çeşitli sorunlar baş gösterir. İlk başlarda doktor tavsiyesiyle hayali arkadaşa müsamaha gösteren anne ve baba, sorunların boyutu büyümeye başlayınca daha kati önlemler almaya karar verir. Şunu net olarak söyleyelim; Z, ‘jump scare’ mevzusunda oldukça maharetli bir film. Tipik bir “şeytani çocuk” filmi gibi başlıyor ama önceden tahmin etmenin mümkün olmadığı şaşırtıcı sürprizlerle izleyeni hazırlıksız avlamaya çalışıyor ve emin olun bunu fazlasıyla başarıyor.

Titane

blank

Julia Ducournau, ilk filmi Raw (2016) ile korkuseverlerin gönlünü fethettikten sonra ikinci filmiyle hedef yükselterek “Cannes Fatihi” unvanını almaya hak kazandı. Artık Cronenberg’in ‘body horror’ mirasının en başarılı temsilcilerinden biri olduğu gönül rahatlığıyla telaffuz edilebilen Ducournau, kabaca iki farklı bölüme ayrılabilecek yeni filminin ilk kısmında ‘body horror’ geleneğini sürdürerek Crash (1996) ve Tetsuo (1989) gibi filmlerle yakınlaşıyor. İkinci kısımdaysa direksiyonu farklı bir yöne çeviriyor ve “aile nedir?” sorusuna odaklanıyor. Tabii ki bunlar çok kabaca yapılmış nitelemeler, Titane’ın heybesinde tüm bunlardan daha fazlası var. Arabalarla seks yapmaya bayılan seri katil kadının, yıllar önce kaybolmuş bir erkek çocuğun yerine geçerek saklanmaya çalışması gibi detaylar, eminim ki öyle her filmde karşınıza çıkmayacak gariplikte. (Şaşkınlıktan ağzınızı açık bırakacak hamilelik konusuna hiç girmiyorum bile.) Şunu da unutmayalım; Titane’ın yıllar sonra birbirinden kışkırtıcı dans sahneleriyle hatırlanacağı da muhakkak. ‘Long live the new flesh!’

Last Night in Soho / Dün Gece Soho’da

blank

Spaced (1999-2001) ve Shaun of the Dead (2004) nedeniyle nezdimde sonsuz krediye sahip Edgar Wright’ın yeni filmi, taşradan büyük şehre moda okumak için gelen Eloise’in hayallerini gerçekleştirme yolunda karşılaştığı zorlukları “bambaşka” bir dille anlatıyor. İşin içine bir tutam gizemli hikâye, bir tutam da bir nevi zaman yolculuğu katarak; aradan yıllar geçse bile kadınların var olma savaşının önündeki en büyük engel olan ataerkil dünya düzeninin yıkılması yönünde pek fazla ilerleme kaydedilemediğinin altını çiziyor. Wright’ın neredeyse video klip estetiğindeki Baby Driver (2017) ile zirve yapan akıllarda yer etmiş müzik kullanımıyla tribünlere oynama geleneği, Last Night in Soho’da da sürüyor. Böylece üzerine yapışan “komedi yönetmeni” yaftasını yıkma adına bir adım daha atan Wright, aynı Baby Driver’da olduğu gibi komedi sularına temas etmeden de türü ne olursa olsun “eğlenceli” filmler çekebileceğini ispata girişiyor. İki saate yakın süresine rağmen bir solukta izlenen filmin en güzel sürprizlerinden biri de ülkemizde Tatlı Sert adıyla gösterilen (ve çocukken bayılarak izlediğim) The Avengers dizisindeki Emma Peel karakteriyle akıllara kazınan Diana Rigg’i son bir kez daha beyazperdede izlemek oldu. Bildiğiniz gibi Rigg, 10 Eylül 2020’de vefat etti ve Last Night in Soho rol aldığı son yapım oldu.

Meander / Tüp

blank

Fransa yapımı Meander, Mathieu Turi’nin Hostile’dan (2017) sonra yazıp yönettiği ikinci uzun metrajlı film. Tanımadığı bir adamın arabasına bindikten sonra bayılan Lisa, uyandığında kendini tuhaf bir odada bulur. Üzerine garip bir kıyafet giydirilmiştir ve odadan çıkmanın tek yolu, açılan bir kapak sonrası ortaya çıkan, ucunda ne olduğunu bilmediği ve bir insanın ancak sürünerek ilerleyebileceği büyüklükteki tüneldir. Vincenzo Natali’nin kült filmi Cube (1997), bugüne kadar Saw (2004) ya da Escape Room (2019) gibi çeşitli varyasyonlarını gördüğümüz birçok filme esin kaynağı oldu. Meander da onlardan biri. Artık ezbere bilinen bir klişeye sırtını dayama dezavantajına rağmen film, başroldeki Gaia Weiss’ın bütün beklentileri karşılayan performansının da katkısıyla son ana kadar merak ve heyecan duygusunu üst seviyede tutmayı başarıyor.

Don’t Breathe 2 / Nefesini Tut 2

blank

Evil Dead (2013) yeniden çevrimiyle çıkış yapan Fede Alvarez’in ikinci filmi Don’t Breathe (2016), hayalet şehir Detroit’in banliyölerindeki bakımsızlıktan çürümeye yüz tutmuş bir evin sıklıkla karanlık odalarında geçiyor, kör ev sahibinin üç hırsız gence karşı kanlı mücadelesini, (Alvarez’den beklendiği şekilde) olası en aşırı uçlarda gezinen şiddet sahneleri eşliğinde anlatıyordu. Tersyüz edilmiş sürprizleriyle ses getiren filmin devamında aynı sürprizlerden faydalanmanın mümkün olmadığını çok iyi bilen Rodo Sayagues’in yönettiği yeni film, kör başkarakterimizin karşısına bazı açılardan biraz da olsa kendisine benzeyen yeni bir rakip çıkarıyor. Terazinin farklı kefelerine yerleştirilen ve farklı motivasyonlarla olsa da aynı amaç için mücadele eden iki “kötünün” çatışması, belli bir yere kadar ilgi çekiyor. Evet, Don’t Breathe 2 ilkinden çok da farklı değil. Evet, ortada devam filmi çekmek için yeterli malzeme yok. Ancak sinemanın ticari bakış açısı farklı düşünüyor ve kâr marjının yüksek olacağını öngördüğü devam filmlerine içeriğine aldırmadan anında yeşil ışık yakıyor. Don’t Breathe 2’nun bu koşullarda çekilebilecek en iyi devam filmi olduğunu düşünüyorum. Örneğin yine geçen yıl gösterime giren Halloween Kills (2021) gibi saçma sapan yerlere giden bir devam filmi de olabilirdi. Bu arada filmin şiddet seviyesinin ilkinden pek aşağıda kalmadığını da ekleyelim.

The Owners / Evdekiler

blank

Ağzına kadar para dolu bir kasanın bulunduğu tüyosunu aldıkları evi soymaya karar veren bir grup acemi suçlunun planı, ev sahibi yaşlı çiftin umulandan erken eve dönmesi sonucu bozulur. Yves H.’in yazıp Hermann Huppen’in çizdiği Une nuit de pleine lune adlı grafik romandan uyarlanan The Owners, daha çok çektiği dizilerle bilinen Julius Berg’in ilk uzun metrajı. Tersyüz edilmiş sürprizleriyle şaşırtmayı planlayan ama asıl bu planıyla şaşırtan(!) ev istilası (‘home invasion’) filmi, ava giden avlanır özlü sözünün peşine takılıyor. Evet, aynı Don’t Breathe (2016) gibi ama onun daha hafif sıklet versiyonu. İşin içine biraz daha mizah katan, ilk bir saatteki enerjisini son bölüme dek koruyamayan ama yine de ilgiyle izlenen bir korku komedi. Game of Thrones’un (2011-2019) Arya Stark’ı olarak ünlenen Maisie Williams’ın varlığı da ekstra bir cazibe noktası olabilir.

Seance / Seans

blank

Seance, geçen yılın en son vizyona giren (31 Aralık) korku filmiydi. A Horrible Way to Die (2010), You’re Next (2011) ve The Guest (2014) gibi çok sevdiğim Adam Wingard filmlerinin senaristi olan Simon Barrett, bu sefer yönetmen koltuğuna da kendi oturuyor. Üst sınıf ailelerin çocuklarını gönderdiği yatılı kız lisesinde bir öğrenci intihar eder ve ondan boşalan yere uzun zamandır yedek listede bekleyen Camille gelir. Camille’in gelmesiyle birlikte okulda korkunç cinayetler işlenmeye başlar. Seance, hayalet filmi ve ‘slasher’ gibi çok sevilen iki alt türü aynı potada eritmeye çalışıyor ve bu girişimden açıkçası hiç de fena olmayan bir sonuç ortaya çıkıyor.

Öteki Sinema için yazan: Murat Kızılca

blank

blank

Murat Kızılca

1971 İstanbul doğumlu. Aylık online sinema dergisi CineDergi ve aylık kültür sanat dergisi kargamecmua için sinema yazıları kaleme alıyor. 2008 yılından beri katkı sağladığı Öteki Sinema’da bir yandan da editörlük görevini sürdürüyor.

2 Comments Leave a Reply

  1. Malignant ın o tarz korku filmlerine nazaran daha yüksek bütçeli olması filme sizin bakış açınızdan bakmama engel olmuş

  2. Filmler arasındaki Titane filminden atilla dorsay nefret etmiş, hakkında konuşmak istemiyormuş, o yüzden ben de izlemekten vazgeçtim.
    Güzel liste olmuş, teşekkürler.

Bir yanıt yazın

Your email address will not be published.

blank

Öteki'den Haber Al

Buna da Bir Bak!

blank

Sinemanın En Sevimsiz Noel Babaları!

Yılbaşınızı işkenceye çevirecek, neşenizi kaçıracak, yeni yıl ruhunuzu öldürecek, keşke
blank

2014 Yılının En İyi 14 Korku Filmi

Öteki Sinema'nın her yıl merakla beklenen En İyi Korku Filmleri