2020’ye bela yıl demiştik ama 2021 yılının da ondan aşağı kalır yanı yoktu hani. Yılın ikinci yarısına doğru rahat eder gibi olduk derken omicron falan, tedirginliğimiz yine arttı. Resmi olarak haberimiz yok ama “ölen ölsün, kalan sağlar bizimdir” mottosuyla anılması muhtemel sürü bağışıklığı yolunun sessiz sedasız seçilmesi, “pandemi bitti galiba” rehavetine kapılanların sayısının hızla artarak ortalıkta cirit atmasına neden oldu, bu da endişeli bünyelerimize hiç iyi gelmedi. Sinema salonları 2021’e kapalı olarak girdi, açılması ise 1 Temmuz’u buldu. Evet, sektördeki herkesin aklında aynı soru vardı: “Seyirci sinema salonlarına döner mi?” Yakın zamanda hafta sonu (3 gün) seyirci sayısı rekorları kıran Spider-Man: No Way Home’un (2021) başarısı, sevindirici bir gelişmeydi ama yeni yılın ilk çeyreğindeki gelişmeler çok daha önemli bir gösterge olacak. Korku sineması özeline geldiğimizdeyse ülkemizdeki şartlar geçmiş yıllarda yazdığımdan farklı bir seyir izlemedi, yani her şey aynı tas aynı hamamın daha kötüsü olarak devam ediyor. 2021’de de iyi korku filmleri izleyebildik ama önceki yıllara nazaran üretimin sayıca azalması doğal olarak listenin de daralmasına neden oldu. Yine de yedeklerle birlikte radarımıza giren korku filmlerinin sayısı, şartlar göz önüne alındığında hiç de fena sayılmaz.

Her yıl yaptığımız uyarıyı yine tekrarlayalım. Listedeki bazı filmlerin 2020 yapımı olmasına itiraz edenler olacaktır. Gereksiz bir açıklama olacak ama yine de söyleyelim; 2020 yapımı filmlerden bazıları, yılın son aylarında dağıtıma çıkar, kimisi gösterime girmeden önce festivalleri dolaştığından ülkemize daha geç gelir, kimisi de hiç uğramaz bile, dolayısıyla filmin bize ulaşması mecburen 2021 yılını bulur. Bir önceki yıl içerisinde değerlendiremediğimiz bu filmler, doğal olarak bu yıl içerisinde değerlendirilir. Buna ek olarak bu yıla özel bir istisna yapmak durumundayım. 2019 yılı yapımı Saint Maud’un bize ulaşması, pandemiydi, festival turunun uzamasıydı derken ne yazık ki 2021’i buldu ve mutlaka listeme almalıyım derecesinde beğendiğim filmi bu yıl içinde değerlendirmek durumunda kaldım.

Öteki Sinema için yazan: Murat Kızılca

Saint Maud (2019)

blank

Rose Glass’ın yazıp yönettiği Saint Maud, geçen yıl izlediğim açık ara en iyi korku filmiydi. İleri evre lenf kanseri (lenfoma) hastası Amanda, ünlü bir modern dansçı ve koreograftır. İnancını hayatındaki her şeyin önüne koyan Maud ise hastalara evde bakım için yardımcı olan bir hemşiredir. Ülkemizin de yabancısı olmadığı toplumsal kutuplaşmanın zıt uçlarında yer alan bu iki insanı bir araya getiren film, toplumun farklı yaşam tarzlarına sahip kesimlerinin bir arada yaşamasının imkânı ya da imkânsızlığı üzerine kafa yoruyor. İnanç ve akıl hastalığı arasındaki ince çizgi gibi hassas mevzuları kurcalamayı da ihmal etmiyor. Kolay kolay unutulmayacak bir karakter çalışmasına imza atan Morfydd Clark’ın performansını muhakkak görmelisiniz. Fragman bile öyle güzel ki… Listenin sonuna ekliyorum ki izlemeyen kalmasın.

Lucky (2020)

blank

Niyeyse hep “Aaa şu Heroes (2006-2010) dizisindeki oyuncu” diye hatırladığım Brea Grant, son yıllarda tür sinemasına oyuncu, senarist ve yönetmen olarak önemli katkılarda bulunuyor. Başrolünde yer aldığı Lucky’nin senaryosunu da yine Grant yazmış, yönetmen ise Natasha Kermani. Groundhog Day’deki (1993) zaman döngüsünün yerine “olay döngüsünü” koyan film, her gece aynı maskeli erkeğin saldırısına uğrayan bir kadının, etrafındaki kimseyi olayın gerçekliğine inandıramamasının ardından ipleri kendi eline almasını anlatıyor. Kadını neredeyse düşman gibi gören ataerkil toplum anlayışının artık gına getiren bakış açısını kıyasıya eleştiren Lucky, dozunda kara mizah kullanarak girdiği “işi sulandırır mı acaba” başlıklı zorlu yoldan da yüzünün akıyla çıkarak didaktik yapımlara adeta ders veriyor.

Slaxx (2020)

blank

Daha önce Öteki Sinema için “Sinema Tarihinin İçine Şeytan Kaçmış En Garip Objeleri” başlıklı bir liste hazırlamıştım. Artık o listenin yeni bir gediklisi daha var: Slaxx. Bu defa içine şeytan kaçmış objemiz bir kot pantolon. Evet, yanlış okumadınız, kot pantolon, hem de Bollywood müziklerine dayanamayan, her duyduğunda çılgınca dans eden bir pantolon. Elza Kephart’ın yönettiği Kanada yapımı korku komedi Slaxx, komedi kanadında kahkaha garantili sahnelere ev sahipliği yaparken korku kanadında da elini hiç korkak alıştırmıyor. B-filmlerin o kendine özgü saçmalığını fazlasıyla sahiplenen film, bunca saçmalığın içinde moda dünyasına, sosyal medyaya ve politik doğrucu söylemlerle prim yapıp aslında sömürünün dik âlâsını uygulayan kurumlara yerinde taşlar fırlatıyor.

The Widow (2020)

blank

Son yıllarda Rus sineması hiç olmadığı kadar fazla korku filmi üretiyor. Bu filmlerin birçoğu Hollywood’un tahakkümü altındaki ana akım korku sinemasına özenen, zayıf örnekler. Arada geçen yılki “en iyi korku filmleri” listeme dâhil ettiğim Sputnik (2020) gibi çıtayı yükselten korkular da çıkmıyor değil. The Widow da aynı kulvarda yer alan, benzer bir örnek. Ivan Minin’in yönettiği film, St. Petersburg’un kuzeyindeki ormanlık bölgede onlarca yıldır kaybolan insanlar üzerinden türeyen şehir efsanesini odağına alıyor. Araya buluntu film (‘found footage’) parçaları atılarak karma bir yapıda çekilen film, buluntu film bölümleriyle The Blair Witch Project’e (1999) öykündüğünü saklama niyetinin olmadığını ilan ediyor ve karma yapısıyla da kendi efsanesini inşa etme yoluna gidiyor ama ne denli başarılı olduğu tartışılır. Şüphesiz ki sırtını klişelere dayayan filmin öyle çok akılda kalıcı olamayacağı bariz ama ABD dışı ülkelerin ana akım korku sinemalarının böyle iyi çekilmiş, iyi oynanmış filmlere ihtiyacı var ve The Widow, bu ihtiyacı fazlasıyla karşılıyor.

Violation (2020)

blank

Uzun yıllardır ayrı kaldığı memleketini kocası Caleb ile beraber ziyarete gelen Miriam, kız kardeşi Greta ile onun kocası Dylan’ın yanına gelir. Tam olarak mutlu bir birleşme denemeyecek bu toplaşma esnasında kişiler arasındaki gerilimin dozu giderek artar. Dusty Mancinelli ve Madeleine Sims-Fewer’ın beraber yazıp yönettiği Violation, en kaba tabirle bir tecavüz intikam filmi ama türün alışılageldik örneklerinden çok ayrı bir yerde duruyor. Bu tip filmler, genelde sansasyonel tecavüz sahneleri ya da intikam sahnelerindeki aşırı şiddet kullanımıyla öne çıkarak ses getirirler ama Violation, o yola girmeyi reddediyor ve odağına tecavüze uğrayanın yaşadığı travmayı alıyor.

Malignant (2021)

blank

Kartları açık oynayalım; James Wan sinemasını pek sevmem ama ana akım korku sineması için gerçekleştirdiklerini çok değerli bulurum. Biri çıkıp da yılın en iyi korku filmleri listeme bir Wan filmi alacağımı söyleseydi, hiç duraksamadan “imkânsız” diye karşılık verirdim ama Malignant ile bu kez benim gibi Wan-karşıtlarını bile tavlamayı başardığını düşünüyorum. Filmin saçma sapan hikâyesini falan boş verin, çocukluktan bu yana korku filmleri izleyen her azılı korkuseverin bu serüvenin bir anında muhakkak şöyle bir söylemi olmuştur: “Ya biliyorum, bu film çok saçma ama daha yüksek bütçeyle çekilse çok acayip bir iş olmaz mıydı?” James Wan, çocukluk hayalimizi gerçek kılmak için kolları sıvamış ve ancak bir B-filmi kurtarmaya yetecek yetkinlikteki zayıf senaryoyu A-sınıf bir bütçeyle çekmiş. Bu yüzden müthiş eğlenceli, bu yüzden yılın en iyi korku filmlerinden biri…

Censor (2021)

blank

Prano Bailey-Bond’un ilk uzun metraj filmi Censor, 80’li yıllar İngiltere’sinde sansür kurulunda çalışan bir kadının, işi gereği korku filmleri izlerken çocukken yaşadığı bir travmanın tetiklenmesi üzerine gerçekleşen sıra dışı olayları anlatıyor. Video kaset patlamasının yaşandığı yıllarda, hiçbir ülkede neredeyse her eve giren bu yeni teknoloji hakkında doğru düzgün bir kanun bulunmuyordu. Bu açıktan yararlanan yapımcılar ve dağıtımcılar, sinemalarda gösterimi yasaklanmış filmleri de video piyasasında satışa sürmeye başladılar. Yasaklı filmlerin satış ve kiralamalarının umulanın üzerinde gerçekleşmesi üzerine, sırf bu mecra için daha sert, daha kanlı, daha şiddet dolu filmler çekilmeye başladı. İngiltere özelinde bakarsak; muhafazakâr kesimden gelen ve giderek artan şikayetler üzerine tabloid basının da olayı körüklemesiyle harekete geçen hükümet, hoyratça uygulanan bir sansür atağına geçti. Basının ‘video nasties’ adını verdiği bir “yasaklı filmler” listesi yayınladı ve bu filmleri satan, kiralayan dükkânları basarak tam manasıyla bir cadı avı başlattı. Evet, ‘video nasties’, korkuseverler için kesinlikle bir cazibe noktası ama Censor, aynı zaman diliminde geçmesine rağmen o günlerin nostaljisini yapan bir film değil (ki yapsaydı da itiraz etmezdik). Aksine insanın beyninde -farkında olsun ya da olmasın- çalışan sansür mekanizmasını mercek altına alıyor. Kabaca iki bölüme ayırabileceğimiz filmin ilk yarısıyla ikinci yarısı, birbirinden gün ve gece kadar farklı ama her iki bölüm de ayrı güzellikte.

Caveat (2020)

blank

Yine Ada’dan ve yine bir ilk film. Kısmi hafıza kaybı yaşayan bir adam, ıssız bir adada tek başına yaşayan sorunlu bir kızın bakımını üstlenir. İlk başta etrafında neler olup bittiğine anlam veremez ama hafızasındaki kayıp bölümler parça parça yerine geldikçe olan biten şekillenmeye başlar. İrlandalı sinemacı Damian Mc Carthy’nin yazıp yönettiği Caveat, Memento’nun (2000) korku şubesi gibi. İzleyeni asla çözüme ulaşmayacakmış gibi duran bir yapbozun içine layıkıyla hapseden film, gerilimi her daim üst seviyede tutmayı becerirken hemen her sahnesinde sinir bozucu olmayı başarabiliyor. Bu arada sinir bozucu demişken, filmdeki oyuncağı (davul çalan tavşanı) uzunca bir süre unutamayacaksınız.

Candyman (2021)

blank

Evet, senaryoyu Jordan Peele, Nia DaCosta ve Win Rosenfeld beraber yazdı ve filmi Nia DaCosta yönetti ama Candyman, her haliyle Peele sinemasının doğal bir uzantısı gibi duruyor. Aynı adlı 1992 tarihli orijinal filmin yeniden çevrimi (‘remake’) ya da ‘reboot’u değil yeni Candyman. Orijinal filmde olanları olduğu gibi kabul ediyor, hikâyeyi bir devam filmi gibi onun kaldığı yerden alıyor ve bambaşka bir bakış açısı ile şekillendiriyor ama bunu bir devam filmi olarak da görmemek lazım. Mesela “Candyman 2” gibi devam filmi olduğunu belli eden bir adı tercih etmeyip, direkt Candyman olarak sunulması da bu yeniden şekil verme arzusunun bir işareti olarak görülmeli. Amerikan tarihi boyunca siyahilere uygulanan baskının, zulmün, düşmanlığın, kimi zaman sinemayla da desteklenen önyargının yarattığı travma ve haklı öfke, yüklenen yeni anlamlarla ezberimizden uzağa düşen bambaşka bir figüre dönüşen Candyman’de vücut buluyor. Eski filmleri sırf adından nemalanıp ranta dönüştürme niyetiyle yeniden servis eden zihniyete özünde karşıyım ama Candyman gibi yenilikçi örneklere kapımız her zaman açık.

Sleep (2020)

blank

Michael Venus’ın yönettiği Almanya yapımı Sleep de bir ilk film. Merak duygusunu sonuna kadar körükleyen giriş bölümünde; geceleri kendisini resmen esir alan korkunç kâbuslardan dolayı artık rahat bir uyku çekemez hale gelen Marlene, her rüyasında gördüğü mekânın ıssız bir kasabadaki otel olduğunu tespit eder. Beraber yaşadığı kızı Mona’dan habersiz otele gider ve ilk gece ağır bir kriz geçirerek hastaneye kaldırılır. Bunun üzerine aynı otele gelen Mona, annesini rahatsız eden “şeyin” ne olduğunu bulmayı kafaya koyar. Filmin bundan sonrası mekân (müşterisi olmayan boş bir otel) kullanımıyla The Shining’e (1980) benzese de daha çok David Lynch filmlerini andıran, rüya ile gerçek arasında gidip gelen, stilize görselleri doyurucu, gariplikte sınır tanımayan sahnelere ev sahipliği yapıyor. Sleep, geçmişte işlenen ulusal günahların, yeni nesillerin ortak kâbusu haline gelmesi gerektiğinin altını çiziyor. Bu kâbuslarla yüzleşmeden sağlıklı bir geleceğin mümkün olamayacağına dikkat çekiyor.

Coming Home in the Dark (2021)

blank

Yeni Zelanda yapımı Coming Home in the Dark da bir ilk film, yönetmen James Ashcroft. Karı, koca ve iki genç oğuldan oluşan şehirli aile, Yeni Zelanda’nın insanı büyüleyen kırsalında yürüyüş ve piknik yapmak için yola çıkar. Ailenin arabalarıyla yolda göründüğü müthiş açılış sahnesinde tedirgin edici bir detay dikkat çeker. Yol kenarında kaza geçirmiş ya da problem yaşamış gibi duran terkedilmiş bir arabanın yanından geçerler, şoför kapısının ardına kadar açık bırakılmış olması tedirginlik katsayısını arttırır ama belki görmediklerinden, belki de görmezden gelip ilgilenmediklerinden yollarına devam ederler. (Bu sahne aslında bütün filmin özeti olarak görülebilir.) Piknik sırasında tanımadıkları silahlı iki adam yanlarına gelir ve korku sinemasının bayıldığı şehirli-taşralı çatışması için en çok tercih edilen uygun ortamlardan biri oluşur. Fakat Coming Home in the Dark’ın basit bir şehirli-taşralı çatışmasından çok daha fazlası olduğunu anlamak uzun sürmez. Karakterleri yakından tanıdıkça kimin kötü, kimin iyi olduğuna karar vermek gittikçe güçleşir.

Titane (2021)

blank

Gelelim yılın tartışmalı filmine… Julia Ducournau, ilk filmi Raw (2016) ile korkuseverlerin gönlünü fethettikten sonra ikinci filmiyle hedef yükselterek “Cannes Fatihi” unvanını almaya hak kazandı. Artık Cronenberg’in ‘body horror’ mirasının en başarılı temsilcilerinden biri olduğu gönül rahatlığıyla telaffuz edilebilen Ducournau, kabaca iki farklı bölüme ayrılabilecek yeni filminin ilk kısmında ‘body horror’ geleneğini sürdürerek Crash (1996) ve Tetsuo (1989) gibi filmlerle yakınlaşıyor. İkinci kısımdaysa direksiyonu farklı bir yöne çeviriyor ve “aile nedir?” sorusuna odaklanıyor. Tabii ki bunlar çok kabaca yapılmış nitelemeler, Titane’ın heybesinde tüm bunlardan daha fazlası var. Arabalarla seks yapmaya bayılan seri katil kadının, yıllar önce kaybolmuş bir erkek çocuğun yerine geçerek saklanmaya çalışması gibi detaylar, eminim ki öyle her filmde karşınıza çıkmayacak gariplikte. (Şaşkınlıktan ağzınızı açık bırakacak hamilelik konusuna hiç girmiyorum bile.) A şunu da unutmayalım; Titane’ın yıllar sonra birbirinden kışkırtıcı dans sahneleriyle hatırlanacağı da muhakkak. ‘Long live the new flesh!’

The Innocents (2021)

blank

Daha çok Joachim Trier ile girdiği senaryo işbirlikleriyle bilinen Eskil Vogt, Blind’dan (2014) sonra ikinci kez yönetmen koltuğuna oturuyor. Herhangi bir sebeple süper güçlere sahip olan gençlerin ya da çocukların hikâyeleri defalarca sinemaya konu oldu. Vogt da benzer temadan yola çıkıyor çıkmasına ama o artık aşina olduğumuz İskandinav dokunuşunu eklemeyi de ihmal etmiyor. The Innocents, gün geçtikçe gelişen süper güçlere sahip olduklarını anlayan dört çocuğun, tarafların değiştiği çatışma ortamında gelişen yaz macerasını anlatıyor. Ama Chronicle (2012), The Darkest Minds (2018) ya da I Am Number Four (2011) gibi hafif sıklet fantastik macera filmlerinden farklı bir yola sapıyor ve korku türü içerisinde daha ciddi arayışlara yöneliyor. Yetişkinlerin kendi günlük angaryalarıyla meşgul oldukları “yetişkin dünyasında” ilgilenmek için yeterince vakit ayırmadıkları çocukların, iyisiyle kötüsüyle yaratmaya çalıştıkları gizemli “çocuk dünyasında” büyümeye çalışmaları, etkileyici bir süper güç metaforuyla anlatılıyor.

Listede kendine yer bulamayan ancak adını anmamız gereken diğer korku filmleri ise şöyle:

  • Bloody Hell (2020)
  • Boys from County Hell (2020)
  • Come True (2020)
  • Cyst (2020)
  • For the Sake of Vicious (2020)
  • Fried Barry (2020)
  • Kandisha (2020)
  • Kindred (2020)
  • Mosquito State (2020)
  • My Heart Can’t Beat Unless You Tell It To (2020)
  • Psycho Goreman (2020)
  • Skull: The Mask (2020)
  • Teddy (2020)
  • The Banishing (2020)
  • The Block Island Sound (2020)
  • The Empty Man (2020)
  • The Funeral Home (2020)
  • The Last Matinee (Red Screening, 2020)
  • The Night (2020)
  • The Night House (2020)
  • The Swarm (2020)
  • Vicious Fun (2020)
  • A Classic Horror Story (2021)
  • Chompy & The Girls (2021)
  • Don’t Breathe 2 (2021)
  • Fear Street (2021)
  • Fever Dream (2021)
  • Gaia (2021)
  • In the Earth (2021)
  • Jakob’s Wife (2021)
  • Knocking (2021)
  • Lamb (2021)
  • Last Night in Soho (2021)
  • No One Gets Out Alive (2021)
  • Seance (2021)
  • Son (2021)
  • The 8th Night (2021)
  • The Advent Calendar (2021)
  • The Deep House (2021)
  • The Feast (2021)
  • The Medium (2021)
  • The Power (2021)
  • The Trip (2021)
  • Werewolves Within (2021)

blank

Murat Kızılca

1971 İstanbul doğumlu. Aylık online sinema dergisi CineDergi ve aylık kültür sanat dergisi kargamecmua için sinema yazıları kaleme alıyor. 2008 yılından beri katkı sağladığı Öteki Sinema’da bir yandan da editörlük görevini sürdürüyor.

1 Comment Leave a Reply

  1. Halloween kills e ne oldu ya tamam saçmaydı ama adını anmamız gerekenler kısmında don’t breathe 2 var yani bence ikisi aynı kalitede

Bir yanıt yazın

Your email address will not be published.

blank

Öteki'den Haber Al

Buna da Bir Bak!

blank

Top 10: En İyi Kurosawa Filmleri

“İyi bir yönetmen iyi bir senaryo ile başyapıtlar üretebilir, aynı
blank

2018 Vizyonunun Öne Çıkan Korku Filmleri

2018 Vizyonunun Öne Çıkan Korku Filmleri listemizde geçen yıl Türkiye’de