Bu yıl, arşivimde yer almayan 100-150 sinema kitabını bulup aldım. Çoğunu Nadir Kitap üzerinden ikinci el aldım, bir kısmını da -el mecbur- kitap sitelerinden temin ettim. Bu alışverişin ciddi bir kısmını yılın ilk aylarında yaptığım için kendimi ekonomik açıdan şanslı addediyorum. Yazın kitap fiyatları resmen delirdi, ev kiralarındaki fahiş yükselişi hatırlattı. Bilhassa İngilizce kitapların fiyatları aldı başını yürüdü, buna ikinci eller dahil; bu da benim gibi okurları büyük ölçüde e-kitaplara itiyor, itecektir. Bir an evvel, ülkemizde kitaptan (ve kâğıttan) alınan her türlü vergi sembolik bir düzeye (örneğin, %1’e) indirilmeli, o da takip amaçlı.
2022’de daha çok felsefe alanındaki makale, tezler ve kitaplara yoğunlaştım ama sinema hakkında da fena okumamışım. Daha çok İngilizce sinema kitabı okumama rağmen, sadece dört tanesini seçkimize almaya karar verdim.
Bu yılki listeme henüz tamamını bitirmemiş olsam da okur okumaz iyi bir kitap olduğuna kanaat getirdiğim birkaç çalışmayı dahil ettim, ilgili yazılarda bunu belirteceğim. Bunların bazıları çeşitli yazarların makalelerinden oluşan derlemeler. Derleme okurken genel prensibim, metnin odağına aldığı filmi izlemiş olmak, yoksa yazar(ların)ın argümanları anlaşılmıyor. Yeri gelmişken şunu belirtmeden geçmeyeyim; herkes akademiye sallıyor ama nitelikli eserlerin çok ciddi bir kısmı gene akademiden ya da akademi kökenli yazarlardan çıkıyor, bu çok net.
Her zamanki gibi, kitaplar 2022 yılına ait olmasa bile benim 2022’de okuduklarım arasından seçilmiş olacak. Her yıl olduğu gibi tekrar edeyim, maksadım, bu konulara meraklı birkaç kişi için beğendiğim kitaplardan oluşan naçizane bir öneri seti sunmaktan ibarettir, ötesi değil. Sürçülisan eylersek affola.
Şimdiden iyi okumalar…
CINEMA SPECULATION
(QUENTIN TARANTINO)
Bence yılın sinema kitabı. Yıllardır beni bu kadar çok heyecanlandıran, bende bu denli büyük bir hayranlık uyandıran bir sinema kitabı okumamıştım. Bunun sebebi Quentin Tarantino’nun belirli konulardaki engin bilgisi, müthiş tespitleri, benzersiz yorumları falan değil, bu kitabın her sayfasına sinen o yaşanmışlık dolu sinema sevgisi.
Tarantino, Bullitt (1968), Dirty Harry (1971), Deliverance (1972), The Getaway (1972), The Outfit (1973), Sisters (1973), Daisy Miller (1974), Taxi Driver (1976), Rolling Thunder (1977), Paradise Alley (1978), Escape from Alcatraz (1979), Hardcore (1979) ve The Funhouse (1981) gibi en sevdiği filmleri otobiyografik öğelerle paralellik kurarak ve dönemin panoraması içine oturtarak anlatıyor. Tıpkı konuşması gibi, sineması gibi coşkunluk içeren bir anlatı bu. Tarantino’nun Amerikan sinemasının “Yeni Hollywood” ve “Movie Brats” dönemiyle kapsamına dair teorileri var, bunu çocukluk ve ilk gençlik yıllarındaki sinema hatıralarıyla iç içe geçirerek özgün bir dil yakalıyor. Sinema kitaplarına eğildiğim “Klasikleri Niçin Okumalıyız?” serimize bu kitabı alıp detaylı bir şekilde yorumlayacağım, Tarantino’nun bahsettiği filmlerden izlemediklerimi izledim, referans verdiği kitapların çoğunu buldum, inceledim, o yüzden burada kısa kesip, gelmiş geçmiş en özgün sinema kitaplarından biri olduğunu söylemekle yetineceğim. İnşallah en kısa sürede dilimize çevrilir.
TÜRKİYE’DE SİNEMA SANSÜRÜNÜN TARİHİ (1932-1988): SANSÜR KARAR DEFTERLERİ ÜZERİNE BİR İNCELEME
(ALİ KARADOĞAN ve SEMİRE RUKEN ÖZTÜRK)
2022 yılında, sinema konusunda ülkemizde yayımlanmış en iyi ve en detaylı çalışma. Üstelik elektronik versiyonuna ücretsiz bir şekilde ulaşabiliyorsunuz. Emeği geçen herkesin emeğine sağlık. Dürüst olacağım, Kültür ve Turizm Bakanlığı’nın işin uzmanlarına sansür konusunda kapsamlı bir çalışma hazırlattığını ilk duyduğumuzda şaşırmıştık ve biraz çekingen karşılamıştık, hatta bir arkadaşım, “AKP dönemindeki sansürü anlatabilecekler mi acaba?” demişti. Sıkıntı doğurabilecek bu meseleyi sadece “sansür karar defterlerine” odaklanarak baypas etmişler, hâl böyle olunca da bu defterlerin hazırlandığı 1932-1988 yılları arasına odaklanılmış. Üç ciltlik bu görkemli çalışmada 1932 ile 1988 yılları arasında kaydı tutulan 96 defterdeki (92 adet sansür karar defteri, dört tane ek defter) 26 bini aşkın sansür kararı gözden geçirilerek sınıflandırılmış.
Çalışmanın bundan önceki sansür çalışmalarından en büyük farkı ve artısı, gerekçe içeriklerinin dökümüne sahip olması. Yani bu çalışmadan gerekçeli sansür komisyon kararlarını öğrenebiliyoruz. Tabii bu devasa metni satır satır okumadım ama mesela hemen, başta Kibar Feyzo ve Köşeyi Dönen Adam olmak üzere Kemal Sunal ve Şener Şen filmlerindeki sansür kararlarını inceledim. Sansür kararlarının bazıları o kadar garabet ki güleyim mi, sinirden ağlayayım mı, bilemiyorsunuz. İhsan Yüce’nin bir filmi “pirzola yeme sahnesi” yüzünden, Temel Gürsu’nun bir filmi “laf atma sahnesi” yüzünden sansüre uğruyor. Mesela Kibar Feyzo filmiyle ilgili şöyle hayret verici bir karara denk geldim: “Lobilerden ‘Faşo ağa’ yazısı bulunan lobinin (lobi kartı ya da afişi) halka gösterilmemesine oybirliği ile karar verilmiştir.” Çalışma böyle binlerce örnekle tıka basa dolu. Belirli bir dönemin hâkim zihniyetini kavramak için paha biçilemez bir kaynakla karşı karşıyayız.
Üstelik çalışmada yabancı filmlerle ilgili kararlar da mevcut. Charley Varrick, F.I.S.T., The Brood, Dr. Mabuse’un Vasiyetnamesi, The Wild One ve sansürden payını az-çok almış daha nice film… Birçok filmin Türkiye’de neden vizyona giremediğini öğreniyorsunuz. Türkiye’de çekim ve gösterim izni alamayan ya da şartlı kabul alan yerli filmler, vizyonda gösterim başvurusuna ret alan ya da koşullu (bazı makaslamalar vs. talep edilen) kabul alan filmler, hemen hepsi var.
Metin Erksan’ın, “Türkiye’deki sinema sansürü anlaşılmadan Türk Sinema Tarihi sağlıklı bir şekilde anlaşılamaz” minvalinde bir tespiti vardı. Ali Karadoğan ve S. Ruken Öztürk’ün Türkiye’de Sinema Sansürünün Tarihi (1932-1988): Sansür Karar Defterleri Üzerine Bir İnceleme adlı çalışmasıyla Türk Sinema Tarihi’nin anlaşılması konusunda dev bir adım atılmış oldu. Darısı, 1988 sonrası detaylı sansür çalışmalarının başına…
TÜRKİYE’DE SİNEMANIN TARİHİ: BAŞLANGICINDAN GÜNÜMÜZE
(SAVAŞ ARSLAN)
Bu kitap ilkin Cinema in Turkey: A New Critical History adıyla 2011 yılında Oxford Üniversitesi Yayınları’ndan çıkmış bir kitap. Türk Sinema Tarihi çalışmaları özel ilgi alanım, o yüzden yıllar önce bu kitabın elektronik bir versiyonuna ulaştığımda çok sevinmiş, inşallah Türkçeye çevrilir demiştim. Çevrildi ve hemen satın aldım.
Savaş Arslan bu çalışmasında sinema tarihimize bütünlüklü bir bakış atıyor ve sinema tarihimizi Yeşilçam Öncesi (1940’ların sonuna kadar), Yeşilçam Dönemi (1950’lerden 1980’lerin sonuna kadar) ve Yeşilçam Sonrası veya Türkiye’nin Yeni Sineması (1990’ların başlarından günümüze kadar) şeklinde üçe ayırıyor. Kitabın (Coenleri Nuri Bilge Ceylan’la ilişkilendiren ve Nuri Bilge Ceylan’ı da “hakikat” ile ilişkilendiren) açılış paragrafından itibaren sinemamızı ulusaşırı (transnational) bağlamda değerlendiren kısımlarını beğendim. Arslan bu açıdan temel yaklaşımlarından birini (tümünü değil ama birini) ayrıkotu metaforu üzerinden kurmuş, bunun Deleuze ve Guattari’ci rizomatik/köksapçı (“ne o ne bu, hem o hem bu”) yaklaşımını içerdiğini not düşelim. Doğu-Batı dikotomisi üzerinden sinema yazınımızın dilini analiz ettiği yerleri de önemli buldum. Hayal ve muhayyileden görüntü, imge/imaj ve imgeleme geçmek gibi öteden beri benim de ilgimi çeken (felsefe gibi konularda daha da büyük problemler yaratan) sözcük/çeviri/karşılık tercihleri üzerinden önemli yorumları var Arslan’ın. Hatta Sonsöz’de Derrida üzerinden verimli bir “Türk Sineması-Türkiye Sineması” tartışması yer alıyor, hocanın bu konudaki önerisi “Türk/iye” Sineması.
Kitap genel olarak çok iyi ama zayıf yerleri var mı, bence var. Birincisi, kitabın yazıldığı tarih itibariyle İslamcılık üzerinden yaptığı kimi değerlendirmeler. Öyle sanıyorum ki, bu kitabın yazıldığı zaman mevcut olan çoğu makalenin ve kitabın (Nilüfer Göle vs. gibi bu konuda çalışan önemli akademisyenlerin) içerdiği tespitlerin bugün mikrop kadar önemi yok. Nilüfer Hoca ve onun gibiler yanıldılar. Kabul edelim, akademi ve liberaller İslamcılar konusunda fena çuvalladı. Tabii bunu zaman (ve AKP iktidarının icraatları) gösterdi, kimsenin kabahati yok. O yüzden 2010 öncesinin (hele 1990’ların) “yok İslamcılar şöyledir de Cumhuriyetçiler böyledir” gibi İslamcı-Cumhuriyetçi karşıtlığına dayanan Doğu-Batı, gelenekçi-modern dikotomisi değirmenlerine su taşıyan önermelerinin tamamına yakını ıskartaya çıkmış oldu. Bu kitapta bir kısım böyle tespit var ki bence zamana yenik düşmüş; hoca bunları değiştirmez, kitap bu şekilde yayımlanmıştı ama en azından Türkçe Baskıya Sonsöz’de buna değinse fena olmazdı. Öte yandan film isimleriyle ilgili bazı hataların ikinci baskıda düzeltilmesi mümkün (bu güzel kitabın çok baskı yapacağından adım gibi eminim). Birkaç örnek vermek gerekirse Güneş’e Yolculuk, Güneşe Yolculuk şeklinde; Demir Yol, Demiryol şeklinde yazılmalı, film isimlerinde imla kuralına bakmanın anlamı yok, yönetmeni/yapımcısı öyle tercih etmiş. Metinde Azize: Bir Laleli Hikâyesi ya da sadece Azize diye geçen film Laleli’de Bir Azize olmalı. Bunun gibi “hatalı” yazımlar var, film adları tekrar gözden geçirilirse süper olur. Ayrıca birinci baskı mutlaka yazım denetiminden geçirilmeli, bazı ufak yazım hataları (“pozisyon” yerine “posizyon” gibi) var.
Türkiye’de Sinemanın Tarihi, yabancı sinema teorisyenlerinden beslenen çok iyi bir kitap. Daha çok yakın dönem filmlere ve sinemamızın en önemli filmlerine ve yönetmenlerine odaklanıyor ama sorun değil, herkese gönül rahatlığıyla tavsiye edebileceğim özgün bir yaklaşıma sahip, derli toplu, sağlam bir kitap bu. Okuyunuz, okutunuz.
TÜRK SİNEMASINDA İNTİHAR
(CANGÜL AKDAŞ)
Neredeyse paylaşıma açıldığından beri düzenli olarak YÖK’ün Ulusal Tez Merkezi adlı web sitesinde ilgilendiğim konulara (ve anahtar sözcüklere) dair ya da beğendiğim akademisyenlerin yönettiği (yeni yayımlanmış) tezleri tarıyorum, ilgimi çekenleri indirip (mümkünse) arşivliyorum, çalışmalarımda kullanıyorum. Bu tezlerden bazılarına göz atar atmaz, “Keşke bu kitap olarak da yayımlansa” derim, bunlardan biri de Cangül Akdaş’ın “Ölüm Kavramı ve 90 Sonrası Türk Filmlerinde Ölüm Temasına Eleştirel Bakış” adlı sağlam çalışmasıydı. Zaten Neşe Kaplan hocanın yönettiği bir tezin zayıf çıkma ihtimali çok düşüktür. Daha sonra Cangül Akdaş’ın bu sefer doktorada Seçkin Özmen Hoca danışmanlığında “İntiharın Yeniden İnşasında Türk Sineması” konusu üzerine çalıştığını öğrendim. Ben de “sinemada ölüm ve intihar” konusu üzerinde çalıştığım için acayip sevindim. Her iki tez de bu yıl Urzeni Yayınevi’nden kitap olarak yayımlandı, tezleri okumuş olmama rağmen, her iki kitabı da aldım.
Akdaş’ın Türk Sinemasında İntihar adıyla yayımlanan “İntiharın Yeniden İnşasında Türk Sineması” tezi intiharın toplumsal tarihiyle başlayıp intihar konusundaki metinlere uğruyor. Odak noktası ise 1980-2005 arasındaki Türk filmleri. Kitabın sonunda bu tarih aralığındaki yerli filmlerin intihar ya da intihar teşebbüsü içerenleriyle ilgili bir de döküm mevcut. Zengin kaynakçası, yaratıcı analizleriyle birinci sınıf bir çalışma.
DOUBLE LIVES, SECOND CHANCES: THE CINEMA OF KRZYSZTOF KIESLOWSKI
(ANNETTE INSDORF)
Bu yıl yurt dışından getirttiğimiz yegâne kitap. Pahalı olduğunu biliyorum, artık yurt dışından kitap alamam demiştim ama şöyle oldu, izah edeyim: Eşime bir anketten ötürü yurt dışında Amazon’da belirli bir süre içinde kullanabileceği küçük bir hediye çeki verildi. Ben de “mutlaka alınacak&bulunacak kitaplar” listeme baktım, en tepede üç kitap vardı. İlk tercihim, Toymentsev’in ReFocus: The Films of Andrei Tarkovsky adlı derlemesiydi, ona gücümüz yetmedi, hediye çekinin meblağını fersah fersah aştı, alamadık. İkinci tercihim, Tobias Pontara’nın Andrei Tarkovsky’s Sounding Cinema: Music and Meaning from Solaris to The Sacrifice’ıydı, baktım o e-kitap olarak düşmüş, bayram ettim. Böylece son seçeneğim olan Double Lives, Second Chances’ta karar kıldım. Kitabı Avrupa’daki bir ülkeden alıp Avrupa’daki bir başka ülkedeki arkadaşa gönderttik, o da sağ olsun, bayramda gelirken getirdi. Yani kitap eşimin hediyesidir. Ama ne hediye! Bu yıl aldığım en güzel hediye. Neyse…
Annette Insdorf’un büyük bir hayranıyım, bütün kitapları iyi. Daha önce yılın kitapları listeme Wojciech Has sinemasını ele aldığı Intimations’ı dahil etmiştim diye hatırlıyorum. Kieslowski hakkında bulduğu her şeyi okumuş biri olarak söylüyorum; Double Lives, Second Chances bu yönetmen hakkında yazılmış en iyi ve en önemli kitaplardan biri. Polonya asıllı olan Annette Insdorf’ın Krzysztof Kieslowski’yle kişisel bir dostluğu var. Birçok festivalde tercümanı Insdorf olmuş, daha sonra yönetmen özel olarak onu talep etmeye başlamış. Ne kadar yakın olduklarını şöyle anlatayım: Insdorf annesini uzun yıllar sonra Polonya’ya geri götürdüğünde, onları havalimanından bizzat Kieslowski arabasıyla gelip almış. Öyle bir dostluk. Tabii bu dostluk onun Kieslowski’ye ve sinemasına nüfuz etmesine pozitif bir katkıda bulunuyor. Bizzat yönetmenden dinledikleriyle şekilleniyor Insdorf’un Kieslowski Sineması analizleri. Kieslowski’nin nasıl ve neden öldüğünü anlattığı kısımda boğazımın düğümlendiğini itiraf ediyorum. Kieslowski çalışanlar bu kitabı es geçmesin.
BİZİM FİLMLERİMİZ, ONLARIN FİLMLERİ
(SATYAJIT RAY)
Öteden beri, yönetmenlerin sinema hakkındaki görüşlerini çok önemserim, eserlerini sevmediğim bir yönetmen bile olsa söyleşilerini okumaya çalışırım, en çok sevdiğim de önemli yönetmenlerin sinema tarihinin önemli filmleri ve yönetmenleri hakkındaki görüşleridir. Hele bu Satyajit Ray gibi sevdiğim bir yönetmense değmeyin keyfime…
Satyajit Ray’ın bu kitabının İngilizce versiyonunu yıllar önce okumuştum, Türkçeye kazandırılması harika olmuş, arşivime kattım bile. Bu kitapta onun Hint sineması hakkındaki çarpıcı görüşlerini, belli başlı konular çerçevesinde yabancı (Hindistan haricindeki ülkelerdeki) sinemalar ve sinemacılar hakkındaki düşüncelerini öğrendiğimiz yazılar var. Bunların ciddi bir kısmı dönem dönem çeşitli vesilelerle kaleme aldığı yazılar. Ray dünya çapında bir şöhrete kavuştuğunda dahi bu tip kısa ve vurucu yazılar yazmaya devam etmiş. Akira Kurosawa ve John Ford yazıları ile Hitchcock-Truffaut iş birliği sonucu ortaya çıkan kitap hakkındaki bölüm favorilerim. Ray’ın bir de Orson Welles’in bir filmi hakkında ilginç ve benzersiz bir tespiti var ki, ona başka bir zaman özel olarak değineceğim.
SİNEMADA BİLİMKURGU VE KIYAMET
(MİKAİL BOZ)
Son yıllarda bilimkurgu sineması üzerine çalışmalarda hem bizde hem yurt dışında gözle görülür bir artış var. Nitelikli ve ufuk açıcı çalışmaların büyük bir kısmı akademiden çıkıyor. Mikail Boz’un Sinemada Bilimkurgu ve Kıyamet adlı çalışması da bunlardan biri. Boz, bu çalışmasında 2000 sonrası post-apokaliptik filmlere yoğunlaşıyor. Onları hem tematik olarak bölümlendiriyor (insan-makine savaşı, küresel ısınma, çevre kirliliği ve çöp, savaş, uzaylı istilası, doğanın verimsizliği, nükleer savaş, salgın) hem de ideoloji türlerine, ütopya-distopya geçişlerine göre çeşitli sınıflandırma tabloları sunuyor.
Ben de birkaç yıl önce 2000 önce post-apokaliptik filmlerin tarihsel gelişimini analiz etmeye çalışan kapsamlı bir yazı yayımlayıp, yazının ikinci bölümü için 2000 sonrasını da araştırmaya başladığım için bu kitap bana ilaç gibi geldi. City of Ember, Cleric, Jackrabbit gibi gözden kaçırdığım bazı filmleri de bu çalışma sayesinde izleme listeme aldım.
SİNE-ROMAN VE NOVELİZASYON: FİLMDEN ROMANA YAZINSAL DÖNÜŞÜMLER
(AHMET GÖGERCİN)
Bu kitabı almadan önce bende Gögercin’in Kısa Kısa Sinema Yazıları adında görece yüzeysel bulduğum bir kitabı vardı, pek tutmamıştım. O yüzden Sine-Roman ve Novelizasyon: Filmden Romana Yazınsal Dönüşümler’den pek umudum yoktu ama bu kitap beni bir hayli yanılttı, harika bir çalışma bu. İyi tasarlanmış, güçlü argümanlarla zenginleştirilmiş, dört başı mamur tezlerle dolu bir kitap. Sine-Roman ve novelizasyonun tarihsel gelişimini harikulade bir şekilde özetliyor.
Ahmet Gögercin Frankofon. Doktora çalışması Marguerite Duras’ın romanlarında sinema tekniği üzerine. Fransızca yazmış. Çok sayıda Fransızca makalesi yayımlamış. Sine-Roman ve Novelizasyon’u yazarken yararlandığı kaynakların ciddi bir kısmı Fransızca, bu da -son dönemde yazılan Türkçe sinema kitaplarının kaynakçası genelde İngilizce yoğunluklu olduğu için- bence kitaba ayrı bir özgünlük katıyor. Kitap, hem Amerikan blockbuster’larında novelizasyon (Gögercin bu sözcük için “romanlaştırım” karşılığını kullanıyor) hem de Robbe-Grillet ve Yeni Roman’ın Jean-Luc Godard üzerindeki etkisi konularında araştırmalar yaptığım için bende çölde vaha etkisi yarattı. Türkiye’deki her sinema kitabı kütüphanesinde bulunması gereken örnek bir çalışma.
LETTERS FROM HOLLYWOOD: INSIDE THE PRIVATE WORLD OF CLASSIC AMERICAN MOVIEMAKING
(DERLEME ve EDİSYON: ROCKY LANG ve BARBARA HALL)
Artık yaşlanıyorum. Eskiden belki bir şeyler öğrenirim, belki hayatıma yön verir falan diye deli gibi biyografi, otobiyografi okurdum. Şimdi eskiden gereksiz gördüğüm bir şey yapmaya başladım: Mektup okumak. Evet, İlhan Berk Enis Batur’a mı yazmış, Hannah Arendt Heidegger’e mi yazmış, açıp okuyorum, kimi zaman neden bahsettiklerini de anlamıyorum ama bu beni durdurmuyor. Belli ki yaşlandım. Kafka, Ali Şeriati, Leibniz, Pascal, Freud, İsmet Özel, Tezer Özlü, Bilge Karasu, Spinoza… Hiç fark etmiyor. Açıp ilgimi çeken bir insanın başka birine yazdığı mektupları okuyorum. Terapi gibi bir şeye dönüştü benim için.
Bu yılki Peter Bogdanovich’e veda yazım üzerinde çalışırken, tesadüfen, önsözünü yazdığı bir kitaba denk geldim: Letters from Hollywood: Inside the Private World of Classic American Moviemaking (Derleyen ve Düzenleyen: Rocky Lang ve Barbara Hall). Öylesine bir göz atayım derken âdeta uçurum gibi içine yuvarlandım. Çıkamadım içinden, Meksika kumu gibi. Eşi menendi olmayan bir kitap bu. Hollywood’un en önemli isimlerinin birbirlerine yazdıkları mektuplardan bir derleme yapmışlar, tam 137 tane mektup var. İçerisi Şampiyonlar Ligi gibi. Kimler yok ki? William Wyler, Cecil B. DeMille, Bela Lugosi, Boris Karloff, Dashiell Hammett, Henry Fonda, Greta Garbo, Mary Pickford, Alfred Hitchcock, Bette Davis, Samuel Fuller, Raymond Chandler, Gloria Swanson, Errol Flynn, Marlon Brando, John Huston, Humphrey Bogart, John Wayne, Marlene Dietrich, Ingrid Bergman, Cary Grant, Audrey Hepburn, Francis Ford Coppola, Jane Fonda, Hal Ashby, Tom Hanks, Paul Newman ve daha niceleri… Saymakla bitmez. Hep ünlü biri ünlü birine yazmış. Editörler hem mektubun/memonun/telgrafın orijinalini korumuşlar hem de -okunmuyorsa- deşifresini. Asıl güzellik, mektupları tarihsel bir perspektife oturtmuşlar olmaları. Hangi mektubun hangi amaçla yazıldığını kısaca özetliyorlar. Bogdanovich’in de önsözde vurguladığı gibi alternatif bir Hollywood tarihini öğrenmek için mahrem ve aydınlatıcı bir yol bu. Keşke bizim sinema tarihimiz için de bir benzeri yapılabilseydi…
ARAF’TA İMGELER: SİNEMADA KİMLİK, AİDİYET VE ONTOLOJİK İKİLEMLER
(EDİTÖRLER: AHMET OKTAN, MURAT AYTAŞ)
“Companion” furyasının etkisi midir, akademik puan amaçlı mıdır, tam bilmiyorum ama sinema konusundaki derleme/toplama kitapların sayısında son yıllarda büyük bir artış görülüyor. Açıkçası sebebi umurumda değil, belirli bir konuda ya da konseptte her uzmanın bir (bazen iki) yazıyla katıldığı derlemelere genel olarak bayılıyorum, tam benim kalemim. Bu yıl Sinemada Anlatı ve Türler, Türk Sineması Üzerine Yeni Söylemler, Tür Kuramı, Yeni Kadrajlar, Nordik Sinema gibi çok sayıda güzel derleme temin ettim, iki tanesini (içindeki bazı makaleleri okumamış olmama rağmen) bu yılki seçkime almaya karar verdim. İlki Araf’ta İmgeler: Sinemada Kimlik, Aidiyet ve Ontolojik İkilemler. Kitap “Araf” kavramı çerçevesinde yazılan makalelerden oluşuyor. Tüm yazıları henüz okumadım ama şimdilik favori yazılarım; Meral Serarslan ile Yasemin Özkent’in Prenses Mononoke incelemesi ile Serdar Öztürk’ün Yol Kenarı analizi.
HAYATIN TAKLİDİ DÜNYANIN DERDİ: FİLM ÇALIŞMALARINDA GÜNCEL YAKLAŞIMLAR
(DERLEYENLER: NEJAT ULUSAY, UMUT TÜMAY ARSLAN, ALİ KARADOĞAN, PEMBE BEHÇETOĞULLARI)
İkinci derleme kitap, Nilgün Abisel hocamıza armağan edilen Hayatın Taklidi Dünyanın Derdi. Tabii bu bir “armağan kitap” olduğu için Nilgün hocaya referans verilen (ya da selam gönderilen) yazılardan oluşuyor. Yazarların çoğu, hocanın öğrencileri, arkadaşları ya da meslektaşları.
Hayatın Taklidi Dünyanın Derdi üç ayrı konseptteki yazılardan oluşuyor: “Sinema, Bedenler, Duygular”, “Sinema ve Sosyal Teori” ile “Sinema ve Politika”. Henüz tüm yazıları okumadım ama Aksu Bora’nın Seremoni ve Parazit filmlerini değerlendirdiği makale, Meral Özbek’in Douglas Sirk’ün Imitation of Life filmini analiz eden makalesi ile Murathan Mungan’ın sevdiği filmleri anlattığı Işığına Tavşan Olduğum Filmler (şimdi bu isimle bir de kitabı yayımlandı Mungan’ın) yazısı şimdilik favorilerim. Fatih Özgüven’in yazısı da bende hemen Almodovar’ın Arzunun Kanunu filmini tekrar izleme isteği uyandırdı.
Güzel bir haber: Bu seriden Başka Bir Dünyadan Şarkılar: Sinema ve Türkiye Sosyolojisi başlığıyla bir kitap daha yoldaymış.
AVRUPA SİNEMA KURAMLARI: ELEŞTİREL ANALİZ
(IAN AITKEN)
Son zamanlarda Doruk Yayınları bir kısmı Türkiye’deki akademik tezlerden (telif), bir kısmı da çevirilerden (tercüme) oluşan müthiş sinema kitapları yayımladı. Bu müthiş kitaplardan biri de Ian Aitken’in Avrupa Sinema Kuramları adlı çalışması. Kitap, iki ana aks üzerinden 100 yılı aşkın bir zamandır Avrupa sinemasına hâkim olan gelenekleri mercek altına alıyor. Aitken, Lukacs uzmanı olduğu için Lukacs’a değindiği bölümler çok çarpıcı. Dilimizde sinemada gerçekçilik üzerine yazılmış en iyi metinlerden bazıları bu kitapta. Kitabın bir artısı da Zahit Atam’ın bu çeviri eserin başına eklediği üç bölüm (Auteur kuramı ve yerli sinemamız, Ercan Kesal ile auteur kuramı üzerine söyleşi, Zeki Demirkubuz ile auteurlük üzerine yapılan söyleşi).
SİNEMADA ZAMAN YOLCULUĞU
(GÖKÇEN ARDIÇ)
Ben de son yıllarda sinemada zaman, mekân, varlık ve hiçlik gibi tuhaf konularda çalıştığım için dikkatimi çekmişti ama birkaç yıl önce yayımlanmış bir kitap. Basım yılı 2016. Aslında “Amerikan Bilim Kurgu Sinemasında Zaman Yolculuğu Filmleri (1960-2010)” adıyla 2011 yılında yazılmış bir Yüksek Lisans tezi bu.
Ardıç önce bilim kurgu tarihini kısaca anlatıyor, daha sonra zaman yolculuğu hakkındaki farklı görüşleri ele aldığı bir bölümle zaman yolculuğu temasını kullanan Amerikan filmleri masaya yatıracağı son bölümün ön hazırlığını tamamlıyor. Sinemada zaman yolculuğu üzerine derli toplu, güzel bir kaynak.
TRANSCENDENTAL STYLE IN FILM: OZU, BRESSON, DREYER
(PAUL SCHRADER, 2018)
Aslında Paul Schrader’ın Transcendental Style in Film: Ozu, Bresson, Dreyer adlı efsanevi sinema kitabı dilimize iki kez çevrildi, arşivimde ikisi de var. Bilhassa İnsan Yayınları’ndan çıkan versiyon (Sinemada Aşkın Üslûp) çok iyi ama o kitabın bir talihsizliği var, 2017 yılında basılmış. Paul Schrader 1971 yılında henüz 24 yaşındayken kaleme aldığı kitabının 2018 yılında yapılan baskısına kitabı daha da kıymetli kılan, Rethinking Transcendental Style (Transendental Üslubu Yeniden Düşünmek ve evet, “aşkın” sözcüğünü pek sevmem) adlı yeni bir giriş bölümü ekledi. Deleuze, Tarkovsky ve Schrader’ın “yavaş/ağır sinema” (slow cinema) diye nitelendirdiği kavram üzerinden yaptığı 30 sayfalık analizi -bazı yerlerine katılmasam da- bir hayli özgün ve heyecan verici buldum.
Schrader’ın bir dönem sinema tarihi üzerine bir kitap çalışması yaptığı için çeşitli türlerde ve alt-türlerde kapsamlı bir tarama yaptığını zaten biliyordum ama deneysel sinemaya ve yakın dönem sanat sinemasına bu denli hâkim olduğunu öğrenmek beni şaşırttı. Schrader’ın yeni giriş bölümündeki analizin sonuna eklediği diyagramı görür görmez yetmişini aşmış bir autuer’ün çeşitli sağlık sorunlarıyla boğuşurken, arada sürekli senaryo yazıp filmler çekerken, bir de oturup yüzlerce film izlediğini, bazı sinema teorisi kitaplarını didik didik edip notlar aldığını ve bir sürü filmi çeşitli açılardan sınıflandırmalara tabii tutup gruplandırdığını öğrenince hayretler içinde kalıyorsunuz. Sinema aşkı haricinde bir şeyle bunu açıklamak zor. Kitabın bu versiyonunu Klasikleri Niçin Okumalıyız? adlı serimize almayı düşündüğüm için daha fazla bir şey yazmak istemiyorum. O yüzden hangi bakımdan Nuri Bilge Ceylan’ı “Ozu-Dreyer-Bresson panteonu”na dahil ettiğini bu yazıda açıklamayacağım.
Öteki Sinema için yazan: Ertan Tunç