22. Uluslararası Film Festivali 17 Mart’ta başladı ve biz de 23 Mart itibariyle festivale akredite olduk. Ankara’ya indiğimde ilk farkettiğim şey yolun ne kadar kısalmış olduğuydu. İzmit-Ankara arası hepi topu 4 saat sürüyor artık…
Ayağımızın tozuyla gelip otele yerleşmenin ardından festivalde ulusal yarışma kategorisinde gösterilen ve daha önce izlemediğim 2 filmden biri olan Kayıp Özgürlük‘ü izlemeye koştum. Festivalde izlediğim ilk film olarak beni büyük hayal kırıklığına uğrattı diyebilirim. Biz İslamcı sinemacılara Hür Adam, Sultanın Sırrı gibi filmleri çekerken sinemadan uzaklaşıp karikatürize bir propagandaya yöneldikleri için kızıyoruz derken solcu ya da Kürtçü sinemacılarda aynı tuzağa düşmüş gibi görünüyor. Jitem’in yıllar boyu insanlara kör kuyularda işkence yapmasına eyvallah ama bu acıları bu kadar sakil bir şekilde anlatmak mümkün değil ki… Fikir içeriği yüzünden sempati duysak da, aşırı karikatürize tiplemelerle dolu, kötü yazılmış, kötü oynanmış ve kötü çekilmiş olan Kayıp Özgürlük bir zamanların Arabesk filmlerindeki saçma gerçekliğin bile gerisine düşmüş. Dijital çekilmiş filmde herhangi bir renk düzeltmesi yapılmadığı için karanlık işkence sahnelerinden hiç bir şey anlamak mümkün değil. Filmin özeti: Bir grup Jitem’li manyak, Bostancı sahilinde mutlu bir şekilde türkülerini söyleyen Kürtleri kaçırıp işkence eder.
Biraz da zamansızlıktan, Çarşamba’yı tek filmle geçirip geldik Perşembe gününe… Diğer filmleri izlediğimden kelli, bugün izlemeyi planladığım asıl film Kars öyküleri… Ama festival takipçilerine saat 12:00’da Batı sinemasında gösterilen müthiş Hapishane filmi Celda 211‘i ve 17:00’da Kızılay Büyülü Fener’de gösterilecek Press‘i özellikle tavsiye ederim.
22. Ankara Uluslararası Film Festivali takibi yazılarına Türkiye’nin en çok okunan sinema blogu, Öteki Sinema farkıyla devam edeceğiz.
Murat Tolga Şen
layk