Bir eleştirmen olarak kendi cennet tarifimi kolayca bir “film festivali” olarak yapabilirim. Filmden filme koşturmak, sinemacılarla ve kendi arkadaşlarımızla sohbet etmek, hayal kurup peliküle aktaranların düşlerine ortaklık etmek… Kendim için daha mutluluk verici bir yaşam şekli düşünemiyorum. Öldükten sonra da bu şekilde devam ederse çok sevinirim, umarım not alınmıştır.
Geçtiğimiz yıl Adana’ya gidememiştik, festival ülkenin yasına ortaklık edip konuk çağırmamıştı. Bu yıl hepimiz oradaydık. 5 gün boyunca sinemaya doyduk çünkü bazı yerli filmlerin olmamışlığını bile affettirecek harika bir yabancı film seçkisine sahipti 23. Adana Film Festivali…
Yerli sinemacıların da hakkını yemeyelim; Tarla’ya, Geçmiş’e, Dar Elbise’ye kızıp ulusal yarışma seçkisini karalamak olmaz. Koca Dünya, Babamın Kanatları, Rüya, Albüm, Ağustos Böcekleri ve Karıncalar… Bir festivalden 5 film çıkarmışım, açıkça görülüyor; bu yılın en iyi filmleri Adana’da yarıştı.
İzlediğim filmlerden beni en çok etkileyeni Koca Dünya oldu, Reha Erdem ne der bilemem ama bu filmin temel esin kaynağının The Grave of the Fireflies (Ateşböceklerinin Mezarı) olduğunu düşünüyorum ancak ortada taklitçi bir durum yok. Reha Erdem zaman zaman video klip estetiğine yaklaşan bir sinema diliyle inanılmaz bir filme imza atmış. Görüntü yönetmeni Florent Herry’nin filmin başarısında çok büyük rolü var. Koca Dünya açık şekilde festivalin en iyisiydi ve “Reha Erdem kendini tekrar ediyor” eleştirilerine katılmıyorum, böyle tekrara can feda!
Herkes Albüm’ü favori gösterirken neden Koca Dünya “en iyi film” seçildi. Reha Erdem kendi kalemiyle görsel bir şiir yazmaya çalışıyor ve bunu başarıyorken Albüm fazla hesaplı bir işti. Filmi sevdim, yönetmeninin de sinefil bir arkadaşımız olduğunu öğrendim ancak kendi sesine sahip değil, Türk sinemasının, Roy andersson’a ihtiyacı olduğunu düşünerek hata etmiş, müthiş bir hikayeyi ve hicvi kendi elleriyle boğmuş.
Festivalin sürprizi ise Kıvanç Sezer adındaki genç bir yönetmenden geldi. Babamın Kanatları, Yılmaz Güney’in festivaline çok yakıştı. Kimlik değil sınıf mücadelesi veren, işçi sınıfının hikayesini duru bir şekilde sinemalaştıran ve harika oyunculuklara sahip bir filmdi Babamın Kanatları… En büyük üzüntüm başka bir filmin (İkimize Bir Dünya – Yılmaz Atadeniz) moderasyonunu yapmak için salondan çıkmak zorunda kalıp filmin son 40 dakikasını izleyememiş olmak, Antalya’da ya da Malatya’da yeniden karşıma çıkmasını umuyorum. Babamın Kanatları için “yılın en iyi ilk filmi” olarak not düşebiliriz.
Derviş Zaim’in Rüya’sı ödülden yana pek şanslı değildi ancak ustanın hikaye sinemasından vazgeçmeyen, ve bu toprakların mitlerinden beslenen filmler üretme inadını ayakta alkışlıyorum. Rüya bazı hatalı oyuncu seçimlerini görmezden gelirsek mutlaka izlenmesi gereken güçlü bir film, Derviş Zaim filmografisinde kesinlikle bir geri adım değil.
Gelelim arkadaşlık ettiğim bu yüzden de sinemayı ne kadar sevdiğini çok iyi bildiğim Erhan Tuncer’in Ağustos Böcekleri ve Karıncalar filmine… Usta sinemacı Ümit Ünal kendi filmlerini bir tür oda tiyatrosu olarak nitelendirir, bundan da gocunmaz, bu şekilde kısıtlı bütçesini avantaja çevirip oyunculuğa büyük bir alan açar. Erhan da öyle yapmış, filmde ayakta alkışlanacak bir Bennu Yıldırımlar performansı var, keyifle izledim, moderasyonunu yapma teklifi gelince de hemen atladım. Bu filme eleştirim ancak fazla uzun olduğu yönünde olabilir, bizde sinemacılar çektikleriyle vedalaşamaz genelde. Ağustos Böcekleri ve Karıncalar 90 dakikada bitse jürinin aklına daha derin bir çizik atabilirdi.
Bu festivalde eleştirmen arkadaşlarımın beğenmediği filmlerden uzak durarak kendimi korudum. Atladığım iyi bir film yok ancak “Olacak oğlak b*kundan belli olur” deyişine uygun şekilde Tarla’yı, Dar Elbise’yi ve Bana Git De’yi görmeyi reddettim. İkisine hiç girmedim, Bana Git De’nin yarısında çıktım (Evet, ben sevmediğim filmlerden çıkarım). Yanılmadım sanırım. Tarla’nın ödüllendirilişine bir şey diyemiyorum, Cemil Ağacıkoğlu Adana’da hep şanslıdır ama benim hiç sevmediğim filmler çekiyor.
Bazı ödüller dışında hak edenin kazandığını düşünüyorum. En iyi senaryo Rüya’nın, en iyi kurgu ve müzik Koca Dünya’nın hakkıydı sanki…
Festivalde bir de yerel üretim vardı bu yıl, adı Mehmet Salih olan bu filmi anmadan geçmeyeceğim. Naif bir çaba olan Mehmet Salih, olmamışlığına rağmen saf bir sinema yapma hevesi barındırıyor ve sonuna kadar izlemek için sebep yaratıyor. Genç yönetmen arkadaşı kutluyorum, hikayesi Yılmaz Güney’in sefaleti ve yoksulların değişmez kaderini ele alış biçimine yakın ancak şu planları çekip dizmekten ibaret olan kurgu anlayışından hızla uzaklaşması gerekiyor. Umarım yeni filmler çekme şansı bulur.
Gelelim organizasyona… 23. Adana Film Festivali, İsviçreli bir saat ustasının ürettiği el yapımı bir saat gibi tıkır tıkır çalıştı. Nazımız, kaprisimiz çekildi, rahatımız sağlandı. Adana’nın film festivali, gösterişten uzak, içeriği güçlü, ulusal sinemayı onurlandıran müthiş bir organizasyon, eleştirebileceğim hiçbir tarafı yok. Bu festivalde emeği geçenler canla başla çalışıyor, bu da Adana seyircisine ve konuklara yarıyor. Festival direktörü Candan Yaygın başta olmak üzere, Kadir Beycioğlu, Bilge Oğuz, Nurcihan Temur, çok sevgili Mehmet Sarıca ve emeği geçen herkese teşekkür ederim. Hepsi hakkını helal etsin, biz film izleyelim diye yoruldular ve kendilerini değil festivali öne çıkararak harika bir organizasyon gerçekleştirdiler.
Uzun lafın kısası; bereketli topraklar üzerinde yetişen bu festivalde olduğum için çok mutluydum. Yılmaz Güney ve Tarık Akan’ın ruhunu şad eden, sinemanın büyülü bir şey olduğunu yeniden hissettiren fevkalade bir hafta… Sonrakileri de görebilmek umuduyla…
MURAT TOLGA ŞEN – murattolga@gmail.com