30. Altın Koza’nın Ardından Kadın Olmaya Dair…

26 Eylül 2023
Ceylin, Bir Gün 365 Saat ve Cam Perde

Onu tanımak ve anlamak için uzun uzun çalışmak isterdim ama ne yazık ki yaşadığım coğrafyada bir kadın olmak, Nuray’ın ve Nurayların duygusunu doğduğum günden beri ezbere bilmeyi gerektiriyor.
(Merve Dizdar- Cannes Film Festivali)

Sinema ve toplum arasındaki karşılıklı bağın en rahat okunabildiği alanlardan biri olan film festivalleri, toplumdaki cinsiyet, etnik kimlik, sınıf, vb. pek çok sorunun görünür kılınmasına olanak sağlarken, dikkat çekilen bu hususların tartışılmasına ve bu vesile ile de toplumsal bilincin kazanılmasına da destek olur. 76. Cannes Film Festivali’nde en iyi kadın oyuncu ödülünü alan Merve Dizdar, canlandırdığı Nuray karakteri ve bu büyük başarısı vesilesi ile Türkiye’de kadın olmak üzerine izleyicisini tekrar düşündürttü. Tıpkı Cannes Film Festivali’nde olduğu gibi, bu yıl 30. kez düzenlenen Adana Altın Koza Film Festivali’ne de kadın teması damgasını vurdu. Festivalde, çocuk gelin, kadına yönelik fiziksel ve sözel şiddet, aile içi istismar gibi unsurların tartışıldığı filmler Türkiye’de bir kadın olmanın ne anlama geldiği üzerine izleyicisini düşündürmeye devam etti.

Yaşadığımız coğrafyanın en büyük sorunlarından biri olan çocuk gelin konusuna festivalin ulusal yarışma filmlerinden Ceylin aracılığı ile dikkat çekildi. Lal Gece (Reis Çelik, 2012), Halam Geldi (Erhan Kozan, 2013), Mustang (Deniz Gamze Ergüven, 2015), Tereddüt (Yeşim Ustaoğlu, 2016) gibi kız çocuklarının travmalarını perdeye taşıyan filmlere bir tane daha eklenmesi, Ceylin filminin anlatısındaki tüm sıkıntılara rağmen, toplumun büyük yaralarından birini tartışmaya zemin hazırlaması noktasında önem arz ediyor.

blank

Ceylin, mevsimlik çocuk işçi olarak çalışan 14 yaşındaki bir genç kızın yaşamından bir kesiti anlatısına taşıyor. Ailesi ile birlikte çadır kentte yaşayan Ceylin’in gündelik yaşamı, annesi hasta olduğu için temizlik, bulaşık, çamaşır gibi işleri de yapmak, küçük kardeşine bakmak ve evin geçimine katkı sağlamak için mevsimlik işçi olarak çalışmakla geçiyor. Çalıştıkları tarlanın evli ve ellili yaşlarında olan ustabaşısının göz diktiği Ceylin’in yaşamı, babası ve ustabaşı tarafından kontrol ve denetim altında tutulurken, Ceylin’in temel yaşamsal ihtiyaçlarının ne olduğu üzerine babasının hiç kafa yormadığı görülüyor. Okula gitmek yerine bu yaşlı adamla evlendirilmesi planlanan Ceylin’in hikayesinin bir film aracılığı ile izleyiciyle buluşması, filmin sistemdeki açıkları göstermesi, elverişsiz şartlardaki çocukların büyüme hikayelerine odaklanması ve ötekileştirilen ve ikincil sınıf kabul edilen çocukların seslerini duyurması anlamında önem taşıyor.

Yarışma filmleri arasında yer alan bir başka film, Eylem Kaftan’ın yönetmenliğini yaptığı Bir Gün, 365 Saat isimli film, bu ülkedeki kadına yönelik bir başka soruna; aile içi istismara dikkat çekiyor ve oldukça hassas bir konuyu anlatısına taşıyor. Kadın bir yönetmenin, kadına dair sorunları, kadın dayanışmasını da içerecek şekilde anlatması ile dikkat çeken filmin ilk bölümü “Özgürlüğümü sokaklarda aramaya karar vermiştim” diyen Reyhan’ın evden ayrılışı ile başlıyor.

blank

Filmde iki genç kızın avukatları Birsen Baş Topaloğlu, “Bu ülkede kadın olmak zor, çocuk olmak daha zor, kimsesiz olmak çok çok çok zor” diyerek, Asya ve Reyhan özelinde bu toplumdaki ötekileştirmeyi özetliyor. Reyhan’dan sonra, aile içi şiddetin bir başka mağduru olan Asya anlatıya ekleniyor. “Bizim birbirimize ihtiyacımız vardı” diyen Asya ve Reyhan’ın tanışmaları ve yaşamlarındaki karanlığa rağmen birbirlerinin hayatlarını aydınlatışları, izleyicisini güçlükleri aşmanın her zaman bir yolu olduğuna inandırıyor. İlahi Adalet isimli ikinci bölümde, kızların hayatlarına sosyal medyada tanıştıkları Leyla da ekleniyor ve böylece kızlar, çoğalarak yollarına devam ediyorlar. Her bir genç kızın kendilerini istismar eden babaları ile yüzleşme hikayeleri ve adalet arayışları ikinci bölümde tartışılırken, üçüncü bölüm “DNA’nı değiştirebilir misin?” sorusunu tartışmaya açarak, aile içi istismarı farklı perspektiflerden tartışmaya açmayı ve film boyunca da bu tartışmayı genişletmeyi başarıyor. Filmde, travmanın faillerinin, travmalarının üstünü örtmek yerine, cesurca onunla yüzleşme talepleri ve adalet arayışlarının adalet sarayında mutlu son ile bitmesi, seyircisine bu toplumda insan olmaya dair hala bir umut olduğunu kanıtlıyor.

Smelik’in ifade ettiği gibi; “Gerçeklik, “gerçekten” olduğu gibi gösterilirse, ideoloji ve toplum değiştirilebilir. İşte bu çerçeve içinde özgürleştirici kadın sinemasının nasıl olması gerektiği tahmin edilebilir: Kadın yönetmenler beyazperdede “gerçek” kadınların “gerçek” hayatlarını göstererek, kadınlığa dair her yerde karşımıza çıkan ve kültürel açıdan egemen durumdaki fantezi büyüsünü bozabilirler.” Tıpkı bu filmde görünen ve görünmeyen tüm kadınlar gibi…

Filmin gösterim sonrası seyircinin karşısında soruları yanıtlamak için duran tüm ekiple beraber üç genç kız travma ile yüzleşebilmenin imkan dahilinde olduğunu da kanıtlıyor ve izleyicisini tanık durumuna getirerek, onları da tanık oldukları hususta sorumlu kılıyor.

Adana Altın Koza Film Festivali seyircisini, toplumdaki farklı erkeklikler üzerinden ataerkil toplumdaki kadının konumu üzerine düşünmeye davet eden Cam Perde de kadın sorunsalına dikkat çeken bir diğer film. Yeni Türk sinemasının büyük oranda erkekler sineması olduğundan hareketle, erkek yönetmenlerin inşa ettikleri kadın temsillerinin, prototiplerin dışında konumlandırılmaları ve toplumun gerçeğini temsil ediyor olmaları önem taşıyor. Bu noktada kadınlara olduğu kadar erkek yönetmenlere de büyük iş düşüyor. Fikret Reyhan’ın yönetmenliğini yaptığı Cam Perde, bir kadın olarak varlığı fark edilmeyen, sesi işitilmeyen Nesrin’in, eski eşi Ömer ve müstakbel eşi Selim’in arasında sıkışıp kalmasının ve toplumda var olmaya çalışmasının hikayesini anlatısına taşıyor.

blank

Nesrin ve yeğeninin dövme yaptırma sahneleri ile başlayan filmde, Nesrin’in bedenine dövme yaptırışı boşanmasının ardından kendini yeniden tanımlamaya ve yaşamını inşa etmeye çalışmasının ve özgürlük arayışının simgesi olarak okunuyor. Kayınpederinden, karakoldaki polise kadar herkesin üzerinde söz söyleme hakkı bulduğu Nesrin’in yaşamı üzerinde bir tek Nesrin’in söz söyleme hakkının olmadığı görülüyor. Bu yüzden Nesrin’in ayakta durma çabası, ataerkil düzende karşılığını bulamıyor. Nesrin’in çevresindeki erkeklerin her birinin, ataerkil yapı içerisindeki farklı erkekliklerin temsilcileri oldukları, bir süre sonra ise kadının merkezinde olduğu gerilimin, Ömer ve Selim arasında bir eril iktidar savaşına dönüştüğü izleniyor; Ömer, Selim’in burnunu kırıyor, Selim Ömer’i dövdürüyor; şiddet şiddeti doğuruyor. Kurallarını erkeklerin belirlediği ataerkil toplumun içerisinde olan Nesrin, sistemin dışında nasıl konumlanacağını bilemezken, çaresizce bu kurallar doğrultusunda yaşamak zorunda kalıyor ve hatta oğlu Tarık’ı yetiştirirken de bu eril dili üretmeye devam ediyor.

Kadının bürokratik mücadelesindeki yasal sorunları da anlatısına ekleyen Reyhan’ın kamerası, kadının ensesinde onu bir an bile yalnız bırakmazken, izleyicisini Nesrin’in yaşadığı tekinsizliğin tanığı yapıyor. Ataerkil yapıyı, filmi aracılığı ile mercek altına alan Fikret Reyhan, bilinçli kadın olmanın önemi ile birlikte cinsiyet eşitsizliği, eril iktidar ve tahakküm üzerine izleyicisini düşündürtürken, eril tahakkümün işleyiş yollarını da filmi aracılığı ile deşifre ediyor.

Son söz olarak, bir filmin anlamlandırılmasının yalnızca filmin metni ile ilgili olmadığını hatırlatmak isterim. Bu noktada film festivalleri, sinema seyircisi ile filmleri buluşturan mekanlar olarak aynı zamanda toplumun nabzını tutan yerlerdir; eşitlik, adalet, özgürlük gibi konuların derinlemesine tartışılabilmesine vesile olan, farklı yerlerden bakan yönetmenler ve onların filmleri ile buluşma yeridir de aynı zamanda. Bu nedenle de egemen düşünme biçimlerini yapı-bozuma uğratan zeminler yaratan festivaller bir ülkenin kültürel yaşamında, değişim ve dönüşümünde önemli faktörlerdir. 30. Adana Altın Koza Film Festivali’ndeki filmlerin de bu vesile ile kadın hususuna açtığı parantezin kıymetli olduğunu düşünüyor, Antalya Altın Portakal Film Festivali’nin Kanun Hükmü isimli belgeseli yarışma bölümünden çıkarma kararına istinaden, festivallerin demokratik ilkelerden ve ifade özgürlüğünden yana olması gerektiğini tam da bu yüzden filmlere sansür uygulanamayacağını hatırlatmak isterim.

Öteki Sinema için yazan: Zehra Yiğit

blank

Zehra Yiğit

Zehra Yiğit, Ege Üniversitesi İletişim Fakültesi Radyo TV Sinema bölümünde lisans ve yüksek lisans eğitimini tamamladıktan sonra doktora eğitimine Dokuz Eylül Üniversitesi Güzel Sanatlar Fakültesi Film Tasarımı bölümünde devam etti. Oxford Üniversitesi ve Novisad Üniversitesi'ne Visiting Researcher olarak giden Yiğit, İtalya, Portekiz, Sırbistan, Gürcistan, İngiltere gibi pek çok ülkede ders ve seminer verdi, proje ortaklığı yaptı. Yiğit, şu an Akdeniz Üniversitesi Güzel Sanatlar Fakültesi Sinema Televizyon Bölüm Başkanı olarak görevine devam etmektedir.

Bir yanıt yazın

Your email address will not be published.

blank

Öteki'den Haber Al

Buna da Bir Bak!

MUFF: Düşler Diyarında Film Festivali

Hiç dinlenmeden bolca gezerek fırsat bulduğumuz her an film izleyerek
blank

Altın Portakal Üzerine Fikir Yürütmeler

Altın Portakal epey olaylı başladı. Kusturica'nın jüri başkanı olarak davet