Spartans, tonight, we dine in hell!
Spartalı sözcüğü çağdaş İngilizcede “çetin” ya da “disiplinli” gibi anlamlar taşır. Spartalıların bu özelliklere sahip olduğunu söylemek pek yanlış olmasa da, bu ifadelerin hiçbiri antik Yunanın bu nevi şahsına münhasır halkını layığıyla anlatamaz. “Kavgacı Manyaklar” tabiri belki de Spartalılar için daha uygun bir ifade olabilir. Şayet bundan süphe edenlerin 300 filmini görmeleri yeterli olacaktır.
Frank Miller ismini çoğu sinemasever Robert Rodriguez imzalı “Sin City” ile duymuş olsa da, Miller’ın kariyeri oldukça eskilere dayanmaktadır. 1957’de Maryland’de doğan Frank Miller, çevresiyle uyumsuz, çizgi romanların içinde büyüyen bir çocuktu. Bunun farkına vardığında çizgi roman okumayı bıraktı ve sıradan insanlar gibi olmayı denedi. Zamanını korku-gerilim ağırlıklı olmak üzere roman okuyarak ve film seyrederek geçirdi. Gençlik yıllarında ise seyrettiği bu filmler, onun ilerideki çizgi roman çalışmalarının gidişatını etkileyecekti. Aslında Miller, çizgi roman kariyerine başladığı zaman durumu pek de parlak değildi. Hatta çoğu zaman parklarda kalıyor, günlerce ağzına lokma girmiyordu. İlk hikayesi 1977’de Twilight Zone adlı çizgi roman dergisinde yayınlandı. Ama asıl 1979’da Daredevil’dan sonra dikkat çekti. Daredevil ile hem olumlu hem de olumsuz tepkiler aldı. Çizim tarzıyla dikkat çekti. Sayfayı kullanış şekliyle (sayfayı boylamasına ve enlemesine boydan boya bölmesi, bazen bir paneli altı küçük parçaya ayırması, vs.) daha ilk başlardan alışılmış ölçülerin dışına çıktı.
1985-1986 yıllarında yazdığı “Elektra Assassin”deki, Amerikan çizgi romanının o dönemki normlarını alt üst edecek denli çarpıcı şiddet, “Wolverine” ve “Ronin”le sürdü. Miller için dönüm noktası denilebilecek işlerden biri de 1986 yılında gerçekleştirdiği Batman: Kara şövalye’nin Dönüşü idi. Miller “Batman: Dark Knight Returns” serisiyle, süper kahraman türünün normlarına da meydan okudu. Ünlü çizer 1990’da Elektra’ya geri döndü ve bu kez “Elektra Lives Again”i yaptı. Bunu, “Give Me Liberty”, “Hard Boiled”, “Martha Washington”, “Sin City”, “300” izledi.
Frank Miller’in 300 için esin kaynağı, Thermopylae Savaşı ve 1962 yapımı Rudolph Mate filmi olan “300 Spartans” adlı filmdi. Bu filmi çocukluğunda izleyip çok etkilenen Miller, “300” adlı çizgi romanında Thermopylae Savaşı’nı ve mitleşmiş öyküsünü, kendine özgü bir üslupla yeniden kurgulamış ve hikayeyi fantastik bir boyuta taşımıştı. Bu savaşta, 300 Sparta askeri, yanlarına diğer Yunan şehir devletlerinden birkaç yüz asker daha alarak, Batı’ya doğru ilerleyen ve sayıları milyonla ifade edilen Pers ordusuna karşı bir savunma gerçekleştiriyordu. Miller’in esinlendiği Rudolph Mate filmi, pek çok kişi tarafından Hollywood’un en oryantalist ve taraflı eserlerinden biri olarak kabul görse de, sanatçının çocukluğunda bu kahramanlık öyküsünün büyüsüne kapılıp, sonradan hikayeyi kendi dünyasında ve çizgi romanda farklı bir boyuta oturtmaya çalıştığını belirtmekte fayda var.
Ana hikaye, “Thermopylae Savaşı” ekseninde dönse de, Miller’ın kitabında savaştaki karakterlerin ve savaşla ilgili neler hissettiklerinin çok daha fazla yer tuttuğunu es geçmemek gerekiyor. Milattan önce 480 yılında yaşanan bu savaş, savaşa ismini veren bir geçitte gerçekleşmiş. Rivayete göre, bu dar boğaz üzerinden kara yoluyla ilerleyerek, Yunan şehir devletlerine ulaşıp Helen medeniyetini fethetmek isteyen Pers ordusuyla, burada gerçek bir intihar görevine çıkan Spartalı askerlerin çarpışması sonucu efsanevi bir sonuç ortaya çıkmıştı. Uzun bir süre geçitte Pers ordusunu geri püskürten Spartalılar ve onların birkaç yüz müttefiki, Spartalı bir şehir sakininin Pers ordusuna gizli bir yol göstermesi sonucu kuşatılmış ve sayısı milyonla ifade edilen Pers ordusu Spartalılar’ı son kişi kalana kadar öldürmüştü. Ancak Spartalılar, Yunan şehir devletlerinin muazzam bir ordu kurması için zaman yaratmış, Pers ordusunun da yorulmasına vesile olup bu intihar görevini üstlenen Sparta Kralı Leonidas’ın yüzünü kara çıkarmamışlardı. Böylece, her biri ölse bile, savaşın gidişatını değiştirmişlerdi.
Biraz Kral Leonidas’dan bahsedecek olursak; II. Anaxandridas’ın oğullarından biri olan Leonidas I. Cleomenes’in ardından tahta geçmiştir ve Frank Miller’ın eserine ilham kaynağı olan Thermopylae Savaşı ile ünlüdür. Sayıca üstün olan Perslere karşı çok az bir güç ile yola çıkan kral için bile bile ölüme gittiği söylenir. Çünkü zamanında bir kahin Sparta’nın kurtuluşunun sadece krallardan birinin ölümüyle gerçekleşeceğini söylemiştir. Spartalılar, savaş sırasında hayatını kaybeden Leonidas’ın ölü vücudunu geri almak için çabaladılarsa da, sayıca üstün olan Persler’i engelleyememişlerdir ve kralın vücudu Persliler tarafından ele geçirilmiştir. Herodot’a göre, Leonidas’ın kafası Xerxes’in emriyle kesilmiş ve kalan vücudu da çarmıha gerilmiştir. Leonidas onurlu bir şekilde, Spartalılar’a pek özgü olmayan feryatlarla ve yas tutularak gömülmüştür. Aslında Spartalılar normalde savaşta gerçekleşen ölümü en şanlı ölüm olarak görürlerdi ve üzüntülerini dışa vurmazlardı, fakat Delphi’deki kahin bu şekilde gömülmeyi, Sparta’yı korumak için Sparta kralının kaybı kehanetiyle birlikte emretmiştir. Leonidas’ın öldüğü yere, onun ve adamlarının kayıpları anısına üzerinde bir yazıt bulunan oymalı bir aslan anıtı yapılmıştır. Bu anıtın üzerinde şunlar yazmaktadır:
Git, Spartalılar’a söyle, buradan geçen yabancı,
Burada, kanunlarına itaat eden bizler, yatıyoruz.
–– Thermopylae’deki kitabe (Simonides’in şiiri)
1998 yılında Dark Horse Comics tarafından basılan Frank Miller eseri “300”, beş kitap olarak piyasaya sürülmüş, kitabın kapak çizimlerini ve renklendirmesini ise, sanatçının tüm işlerinde katkısı bulunan çizer Lynn Varley yapmıştı. Yönetmen Zack Snyder ise yapımcı arkadaşı Gianni Nunnari’nin ofisinde denk geldiği çizgi romanları karıştırırken eseri görmüş, çizimlerden ve hikayeden çok etkilenerek “Böyle bir film yapmamız gerekiyor.” diyerek olaya dahil olmuştur. Bir süre reklam dünyasında pişen Snyder sahneye 2004 yapımı Dawn Of The Dead (Ölülerin Şafağı) ile çıkmış, özellikle klasik korku serisinin hayranlarını hayal kırıklığına uğratmamıştı. 1966 doğumlu olan sinemacı aralarında Morrissey’in de bulunduğu birçok sanatçının müzik videolarını da yönetmiş.
300’e baktığımızda aslında yönetmenin zamanında müzik videoları yönetmiş olduğunu bir şekilde anlayabiliyoruz. Bir noktada Spartalılar düşmanın üzerine atıldıklarında kulağımıza gelen sesler, Spartalıların acımasız, sert halleri, bir de üzerine sert müzikler de eklenince, bu izlenimimiz epeyce bir desteklenmiş oluyor. Aslında film boyunca güç, kudret, sertlik, acımasızlık, çıplak erkek vücutları yani kısacası erkek egemenliği üst düzeyde. Kraliçe Gorgo (Lena Headey) sayesinde bir nebze de olsa erkek egemenliğinden sıyrılıyoruz ve filme denge geliyor. Normalde Miller’ın eserinde geri planda kalmış olan kraliçe filmde daha ön plana çıkarılarak testesteron-östrojen dengesi sağlanıyor. Görsel olarak izleyiciye çok fazla şey sunan 300, ortalamanın altında kalan senaryosu, basit diyalogları, politik açıdan son derece tehlikeli alt metinleriyle Frank Miller’ın eserinin ne kadar hakkını verdiği izleyicinin takdirinde elbette. 2007 yılına damgasını vuran bu film her ne kadar eleştirilere maruz kalmış ve pek çok kişiyi hayal kırıklığına uğratmış olsa da, çok iyi bir gişe hasılatı yapmış ve tüm olumsuz yönlerine rağmen büyük bir kitleyi kendisine hayran bırakmıştır.
Miller hakkında kapsamlı bir yazıyla karşılaşmak güzel oldu. Sadece küçük bir not, Miller ikinci paragrafta belirtilen eserlerin hepsinde çizerlik yapmıyor, Hard Boiled’in sadece öyküsünü yazıyor, geof darrow çiziyor mesela.
ve bir diğer not da robocop 2’nin senaryosunu da millerın yazdığı. Biyografik kısmı çok beğendiğimden bunun da eksik bilgi kalmasına gönlüm razı olmadı:)))