İstanbul Kültür Sanat Vakfı (İKSV) tarafından düzenlenen 34. İstanbul Film Festivali 3 Nisan Cuma akşamı gerçekleşen açılış töreniyle başladı. Program, her sene olduğu gibi, bu sene de bir hayli kalabalık. 20’den fazla bölüm başlığı altında toplanmış, 62 ülkeden 204 film arasında herkesin kendi beğenisine göre film(ler) ile karşılaşması muhtemel ama iyi nokta atışı yapmak lazım. Film sayısı fazla, zaman ise kısıtlı.
Öteki Sinema için yazan: Murat Kızılca
Yoğun geçen ilk hafta sonunu geride bıraktık. Şu ana kadar izleyebildiğim filmlere ait kısa notları aşağıda bulabilirsiniz. Hemen altlarında da filmlerin bir sonraki gösterim yeri ve tarihi bilgisi var.
A Most Violent Year (2014)
J.C. Chandor’ın yazıp yönettiği A Most Violent Year, işini büyütmek isteyen bir göçmenin karşılaştığı zorluklar üzerinden, 1981 senesinin New York’unda örgütlü suç ve suçla mücadele gibi ana başlıkları odağına alırken, bir yandan da sistemin yasal unsurları ile yasadışı oluşumlarının birbirleriyle nasıl entegre hale geldiğini anlatma çabasında. Başta Oscar Isaac ve Jessica Chastain olmak üzere başarılı oyunculukları ve Bradford Young imzalı görüntü yönetimi ile dikkat çeken A Most Violent Year, silahların patlamadığı (ya da çok az patladığı), sistemin çarklarının nasıl döndüğüne dair az çok bilinen kıymetli ipuçları barındıran, ağır tempolu bir suç hikâyesi. Aksiyonu bol bir gangster filmi bekleyenler fena hayal kırıklığına uğrayabilir.
19.04.2015 / 21:30 / Kadıköy Rexx
Violencia (2015)
Jorge Forero’nun yazıp yönettiği ilk uzun metrajlı film Violencia, Kolombiya’nın kapalı kapılar ardındaki yüzüne kısa bakışlar atan, birbirinden bağımsız üç farklı bölümden oluşuyor. Eğer Kolombiya’daki günlük hayata tam manasıyla hâkim değilseniz, neler olup bittiğini bütün detaylarıyla anlamanız çok mümkün değil. Ama neler döndüğünü üç aşağı beş yukarı tahmin edebilmek için de kâhin olmaya gerek yok. Gerçi yönetmenin de bu tip detayları anlatmak gibi bir derdi yok zaten. Filmin adından da anlaşılacağı üzere şiddeti başköşeye yerleştiren Forero, günlük hayatın içine kadar sızıp adeta onun değişmez bir parçası haline dönüşen şiddeti tanımlamaya çalışıyor. Sırasıyla ormanda esir tutulan boynu zincirli bir adam, şehrin varoşlarında yaşayan ve iş arayan fakir bir genç ve askeri bir üste görevli üst düzey bir komutan gibi ülkenin farklı kesimlerinde yaşayan ve farklı hayatlara sahip karakterlerin bir gün içerisinde yaşadığı ve yaşattığı şiddete odaklanıyor. Violencia, oldukça durağan bir yapıya sahip olmasına rağmen etkileyici bir şiddet tasviri.
14.04.2015 / 16:00 / Beyoğlu Atlas 2
The Homesman (2014)
Ünlü aktör Tommy Lee Jones, yönetmenliğini üstlendiği ikinci sinema filmi (daha önce iki de TV filmi yönetti) The Homesman ile karşımızda. The Three Burials of Melquiades Estrada’yı (2005) çok beğenmiştim, tabii bunda Alejandro González Iñárritu için yazdığı senaryolarla tanınan, Meksikalı usta senarist Guillermo Arriaga’nın varlığı muhakkak ki etkili olmuştur ama ne olursa olsun ortaya seyir kalitesi yüksek, büyüleyici bir yol filmi çıkmıştı. Glendon Swarthout’un 1988 tarihli aynı isimli romanından uyarlanan The Homesman’in senaryosunu ise Kieran Fitzgerald ve Wesley A. Oliver ile beraber bizzat Tommy Lee Jones yazmış. Başroldeki Hilary Swank’ın “feminist bir western” olarak adlandırdığı film, westernlerde sıkça karşılaştığımız gibi vahşi batıya doğru değil, tam aksine vahşi batıdan doğuya doğru gidilen sıra dışı bir yolculuğu anlatıyor. Karşılaştıkları zorluklara dayanamayarak delirdiği kabul edilen üç kadının, kiliseye ait Iowa’daki akıl hastanesine götürülmesi gerekmektedir. Kasabadaki hiç kimse bu zorlu göreve talip olmaz. Hırslı, disiplinli ve çalışkan Mary Bee, talihsiz üç kadını tek başına götürmeye gönüllü olur. Bu zorlu yolculukta ona hayatını kurtardığı George Briggs isminde bir serseri eşlik edecektir. Sıkıntılı bir finale sahip olsa da öncesinde yer alan sıra dışı yolculuk, her haliyle izlemeye değer.
09.04.2015 / 21:30 / Beyoğlu Atlas
09.04.2015 / 21:30 / Kadıköy Rexx
10.04.2015 / 21:30 / Ortaköy Feriye
Misafir, Kar Korsanları ve Sarmaşık
Gelelim Ulusal Yarışma bölümünde yer alan Türk filmlerine. Mehmet Eryılmaz’ın yazıp yönettiği Misafir, dar gelirli bir ailenin problemlerle dolu hayatını merkeze alan yavan bir film. Annesinin ölüm döşeğinde olduğunu haber alan Nur, küçük kızını da yanına alarak baba evine döner. Pazarcılık yapan baba ve erkek kardeş, artık sayılı günleri kalan yatalak bir anne ve annenin bakımına yardımcı olan komşu kadın gibi yan karakterlerle çevrili bir dünyanın içine giren Nur ve küçük kızının yaşadıklarını anlatan Misafir, içini dolduramadığı 125 dakika gibi iddialı bir süreye sahip. Anlatısına elle tutulur bir katkı sağlamayan durağan sahneleri ve benzer etkisizlikteki diyalogları nedeniyle fena can sıkıyor. Faruk Hacıhafızoğlu’nun yazıp yönettiği Kar Korsanları, 1980’deki askeri darbenin hemen ertesinde Kars’ta geçen bir arkadaşlık öyküsü anlatıyor. Karlarla kaplı şehirde yaşayan 12-13 yaşlarındaki Serhat, Gürbüz ve İbo isimli, farklı hayallere sahip üç çocuk, ortak bir amaç uğruna bir araya gelip şartların elverdiği çılgınlıkta bir maceraya atılır. Ağır bir kış geçiren şehirde kömür sıkıntısı çekilmektedir. Sadece birkaç devlet kurumunun ve ayrıcalıklı kişinin ulaşabildiği kömürün peşine düşen üç kafadar, maceraları boyunca darbenin ve onun dikte ettiği faşizan görüşü benimseyen yerel otoritelerin baskıcı ve insanlık dışı uygulamalarına toslar. Birbirinden lezzetli beyaza bulanmış kareler, izleyeni buz gibi soğuğun tam ortasına bırakmayı başaracak kadar güçlü. Ve Sarmaşık. İlk filmi Gişe Memuru (2010) ile modern yaşamda gittikçe yalnızlaşan bireyin bunalımını anlatan Tolga Karaçelik, Sarmaşık ile çok daha derin sulara dalmayı deniyor. Sarmaşık isimli gemi Mısır’a geldiğinde armatörün iflasını bildirdiği anlaşılır. Limanın açığına demirleyen hacizli Sarmaşık’ta, kurallar gereği altı kişi kalır: Beybaba diye hitap edilen kaptan, makine bölümünden Kürt, mutfaktan kamarot Nadir, gemicilerden Alper ve Cenk ile usta gemici İsmail. Sarmaşık, bu altı adamın yiyecek ve içecek kıtlığıyla gemide geçirdiği 120 günün hikâyesidir. İlk bakışta Serdar Akar’ın yönettiği Gemide (1998) ile fazlaca benzeştiği söylenebilir ki bu çok da yersiz bir benzetme sayılmaz. Her iki filmde de bir gemi içerisine hapsolmuş bir grup insanın, mecburen beraber geçirdikleri süre boyunca yaşadıkları çatışmalar anlatılırken, gene her ikisi de sırtını “bir memleket gibidir gemi” metaforuna yaslıyor. Başta Nadir Sarıbacak olmak üzere bütün oyuncuların harika performans sergilediği Sarmaşık, adeta ülkenin ‘update’ edilmiş problemleriyle yüzleşen güçlü bir film. Yakaladığınız yerde izleyin. “Peki, öyleyse kaptana ne yapmalı?”
Misafir
16.04.2015 / 16:00 / Beyoğlu Atlas
Kar Korsanları
14.04.2015 / 19:00 / Beyoğlu Atlas
Sarmaşık
17.04.2015 / 19:00 / Beyoğlu Atlas