37. İstanbul Film Festivali’nin Öteki Filmleri

30 Mart 2018

İstanbul Kültür Sanat Vakfı (İKSV) tarafından düzenlenen 37. İstanbul Film Festivali bu yıl 6-17 Nisan tarihleri arasında yapılacak. Festival kapsamında 12 günde, 18 bölümde 43 ülkeden 218 yönetmenin toplam 210 filmi gösterilecek. Malumunuz bu denli zengin bir program içerisinden film ayıklamak kolay iş değil. Her sene yaptığımız gibi bu sene de programdaki öteki filmlerin peşine düşelim istedik.

blank

Site olarak bu seneki favori bölümümüz (Geceyarısı Çılgınlığı bölümü artık yaşamadığından) Mayınlı Bölge! Önce oraya bir göz atalım.

PIERCING

blank

Nicolas Pesce’nin, ilk filmi The Eyes Of My Mother / Annemin Gözleri’ni takiben çektiği Piercing, psikopat bir adamın öldürme niyetiyle bir fahişeyi otel odasına çağırmasıyla başlıyor. Ancak adamın planlarını gerçekleştirmesi pek kolay olmuyor, çünkü karşısına kendinden de şeytani planları olan bir kadın çıkıyor. İlk gösterimi Sundance’te yapılan Piercing, cinselliğin psikolojisiyle zalimce oynayan, kara komediden beslenirken sadomazoşizmin de kapılarını açan, Dario Argento ile Brian De Palma esintili kanlı canlı bir korku-gerilim filmi. Piercing, Takashi Miike’nin sertliğiyle meşhur Audition / Ölüm Provası filminin esin kaynağı kitabın da yazarı olan Ryu Murakami’nin romanından uyarlandı. Not: Bu filmdeki cinsellik ve/veya şiddet içeren sahneler yaşı küçük izleyiciler için uygun olmayabilir.

SUS PUS / SILENT MIST

blank

Uluslararası gösterimlerini Busan ve Rotterdam Film Festivallerinde yapan Sus Pus, gerçek olaylara dayanan ürkütücü bir toplumsal dram. Hırs, güç arzusu ve toplumsal yozlaşmanın çağdaş Çin toplumunu nasıl etkilediğini ülkenin güneyindeki bir sahil kasabasında günlük alışkanlıklar ve sıradan halk üzerinden anlatan Sus Pus, huzur dolu kasabaya bir gece ansızın uğursuz bir sisin basmasıyla başlıyor. Kasabadaki evlerin duvarlarına gölgeler düşerken, ihtiyar bir adam da daracık yollarda dolaşmaya başlıyor. Okullu bir kız, bir genç kız ve genç bir çift tedirginlikle ne yapacaklarını bilemez haldedir. Bol ödüllü yönetmen Zhang Miaoyan, bu dördüncü uzun metrajlı filminde vahşi olayları “bireysel özgürlüklere karşı masumların ödediği bedellerin simgesi” olarak tanımlıyor.

SEVME BENİ / LOVE ME NOT

blank

Festival seyircilerinin Şiddet Güzeli’nden tanıdığı Alexandros Avranas bir kez daha maddi ve manevi çöküntü içindeki Yunan toplumuna odaklanıyor. Çocuk sahibi olmak isteyen bir çift, taşıyıcı anne olması için genç bir göçmen kızla anlaşır. Çiftin villasına taşınıp onlarla yaşamaya başlayan kız bir yandan bu yeni hayata alışmaya bir yandan da çifti yakından tanımaya çalışır. İşler yolunda giderken bir kaza her şeyi altüst eder. Toplumsal dramdan gerilime oradan da korku filmine evrilerek türler arası bir gezinti yapan Sevme Beni gerçek olaylardan esinlenen rahatsız edici senaryosu ve acımasız toplumsal eleştirisiyle seyircileri ahlaki sınırlarını sorgulamaya zorluyor.

KÖPUZLAR / DHOGS

blank

David Lynch, Michael Haneke, Taxi Driver, Straw Dogs hatta Holy Motors / Kutsal Motorlar ile karşılaştırılan Köpuzlar, yazgı ve talih kavramları ile oynayan bir korku filmi. Bu filmde, kurban, suçlu ve tanık arasındaki çizgiler kesişirken çölün ortasında bir benzinci, ıssız bir otel odası ve insan doğasının en karanlık yerlerinden, en derin dehlizlerinden kaynaklanan feci olaylar meydana geliyor. İspanya’nın Galiçya eyaletinden gelen Andrés Goteira’nın bu ilk filmi, izleyicinin zihniyle acımasızca uğraşan, duyarsız toplumu eleştirirken, müthiş manzaraları ve benzersiz atmosferiyle etkileyen bir köle-efendi filmi. Not: Bu filmdeki cinsellik ve / veya şiddet içeren sahneler yaşı küçük izleyiciler için uygun olmayabilir.

SEFİL HAYAT / LOWLIFE

blank

Tarantino’ya saygı duruşu olarak tanımlanan Sefil Hayat, geçtiğimiz yıl tür sineması temalı festivallerin gözdelerinden oldu. Karakterlerin hiçbirisinin alıştığımız anlamda iyi olmadığı bu polisiye hikâye, Meksikalı göçmen kadınları fuhşa zorlayan ve organ ticareti yapan bir mafya babası, onunla çalışmakta sakınca görmeyen yozlaşmış polisler, beceriksiz küçük suçlular ve uyuşturucu bağımlıları arasında geçiyor. Unutmamamız lazım, bir de “El Monstruo” var: Bir halk kahramanı olan aşırı güçlü babasının özelliklerini taşıyamadığı için aksine, mafya babasının pis işlerine bakan, bir nevi olamamış süper kahraman. Bu sıra dışı karakterleri buluşturansa sürekli sarpa saran bir kaçırma girişimi oluyor. Sefil Hayat, senaryosundaki sürprizler kadar, aşırı şiddet içeren sahneleriyle de seyirciyi şaşırtıyor. Not: Bu filmdeki cinsellik ve / veya şiddet içeren sahneler yaşı küçük izleyiciler için uygun olmayabilir.

[divider style=”solid” top=”20″ bottom=”20″]

Dünya sinemasının en saygın yönetmenlerinden Ingmar Bergman seçkisinde yer alan tüm filmleri tavsiye ediyoruz.

BERGMAN 100 YAŞINDA

blank

İstanbul Film Festivali, Ingmar Bergman’ı doğumunun 100. yılında özel bir bölümle anıyor. Bergman 100 Yaşında bölümü için Türkiye’den 10 yönetmen, çağdaş sinema sanatının en etkileyici filmlerine imza atan Bergman’ın kendilerini en çok etkileyen filmlerini seçti. Yönetmenler, kariyerlerini ve sinemasal yaklaşımlarını etkileyen bu filmlerin İstanbul Film Festivali’ndeki gösterimlerini bizzat sunacaklar. Bergman 100 Yaşında seçkisini oluşturan sinemacılar ve seçtikleri Bergman filmleri şunlar:

[box type=”shadow” align=”” class=”” width=””]

  • Kazım Öz: Smultronstället / Yaban Çilekleri (1957)
  • Emin Alper: Det sjunde inseglet / Yedinci Mühür (1958)
  • Semih Kaplanoğlu: Nattvardsgästerna / Kış Işığı (1962)
  • Reha Erdem: Tystnaden / Sessizlik (1963)
  • Can Evrenol: Persona (1966)
  • Ümit Ünal: Skammen / Utanç (1968)
  • Aslı Özge: Viskningar och rop / Çığlıklar ve Fısıltılar (1972)
  • Melik Saraçoğlu & Hakkı Kurtuluş: Scener ur ett äktenskap / Bir Evlilikten Manzaralar (1973)
  • Yeşim Ustaoğlu: Höstsonaten / Güz Sonatı (1978)

[/box]

[divider style=”solid” top=”20″ bottom=”20″]

Birkaç yıldır ilgiyle takip ettiğimiz Alkan Avcıoğlu’nun küratörlüğündeki Gömülü Hazineler bölümü bu sene de varlığı az bilinen, kaybolmuş, yıllar boyu izleyici karşısına çıkmamış veya literatürde adından hak ettiği kadar bahsedilmemiş filmlere yer veriyor. Her biri ilgiye değer.

ÖZEL MÜLK / PRIVATE PROPERTY

blank

Amerikan rüyasının yüzeyselliğini merceğe alan Hitchcockvari psikolojik gerilim Özel Mülk, 2015’e kadar kayıp film statüsündeydi. 1960’ta ilk çıktığında döneminin prodüksiyon kodlarının dışına çıkmış, eleştirmenlerin gazabına uğramış ve Katolik Kilisesi tarafından yasaklanmaya çalışılmıştı. Dağıtımcısı Citation Films kapanınca, 60.000$ bütçeli bu küçük film kayıplara karıştı; 2015’te UCLA Film Arşivi’nde bulunan 35mm kopyası restore edilene kadar. Film 2016’da tekrar vizyona girdiğinde, kısa sürede 1960’lar Amerikan sinemasının en öncü çalışmalarından biri olarak kabul edilmeye başlandı. Biçimsel ve tematik arayışlarıyla zamanının ötesinde olan bu yenilikçi kara film, Truffaut ve Chabrol’e uzanan bir Yeni Dalga etkisini, modern Amerikan sinemasına taşıyan ilk filmlerden.

SAFHA 4 / PHASE IV

blank

Unutulmaz afiş ve açılış jeneriklerine imza atmış, 20. Yüzyılın ikonik grafik tasarımcılarından Saul Bass… Kısa filmi ile Oscar kazandıktan hemen sonra, ilk uzun metrajını çekmek için kollarını sıvadığında saygı hak ettiğini düşünebilirsiniz. Ama 1974’te stüdyo yöneticileri için öyle değildi: Bass, karıncalar üzerinden zeki ve stilize bir bilimkurgu yapmak isterken Paramount filmi klişe bir gişe canavarına çevirmek istiyordu. Bass’in kurgusu onay almadan değiştirildi, montaj sekansından oluşan final kesildi ve film gişede başarısız olunca da kısa sürede halının altına süpürüldü. Neredeyse 40 yıl sonra, kayıp finalin 35mm makarası bulununca restore edilen film, nihayet hak ettiği kıymeti hızla geri kazandı. Bass’in çektiği tek film olan Safha 4, benzersiz düşsel atmosferiyle perdede görülmesi gereken bir şölen.

NİL’İN KIZI / DAUGHTER OF THE NILE

blank

Nil’in Kızı, geçtiğimiz yıl dijital restorasyonu yapılana kadar Tayvanlı yönetmen Hou Hsiao-hsien filmografisinin en az dikkat çekmiş filmlerinden biriydi. Günümüzün en önemli yönetmenlerinden, Altın Lale’li Hou Hsiao-Hsien, kariyerinde sıklıkla yaptığı gibi bu filmde de kent hayatında marjinalize olmuş, yabancılaşmış gençliğin izini sürüyor. İleride A City of Sadness; Millennium Mambo; Goodbye South, Goodbye gibi filmlerinde mükemmelleştireceği natüralist stilin ilk emarelerini vererek… Nil’in Kızı, Ozu ve Bresson gibi ustaların açtığı kapıdan ilerleyen ve sonunda kendi sinema dilinin farkına varan yeni bir ustanın haberini veriyor. The Village Voice ve Film Comment’in anketlerinde 1990’ların en önemli yönetmeni seçilecek Hou’nun kariyerinin en kilit filmlerinden.

İKİ KAÇAK / FIGURES IN A LANDSCAPE

blank

İki hapishane kaçağı ve peşlerinde bir helikopter… Ucuz bir aksiyon-gerilim kılığında olmasından mıdır, yönetmen Losey’nin hikâyede daha fazla şey ortaya çıkarmamak için özel çabasından mıdır bilinmez, İki Kaçak usta yönetmenin filmografisinde hep gölgede kalan filmlerden oldu. Halbuki 1971’de The New York Times’da filmin eleştirisini yazan Vincent Canby, yönetmenin yine The Servant / Genç Hizmetçiler ve Accident / Kaza’daki metafizik konuların peşinden gittiğini yazıyordu. Losey için filmin hikâyesi, doğanın özündeki avcı ve av arasındaki hayatta kalma yarışının izini sürmek için mükemmel bir alegoriydi. Karakterlerin adının, mekânın ve ayrıntıların önemi yoktu. İki Kaçak, Losey’nin filmografisinin biçimsel anlamda en deneysel ve özgür çalışmalarından biri.

LIQUID SKY

blank

Zamanının ötesinde fikirler ve muhteşem bir soundtrack’le dolu Liquid Sky, bilimkurgu tarihinin en uçuk kaçık ve özgün filmlerinden biri. Eroin için dünyaya inen ve daha sonra daha büyük hazların peşine düşen uzaylılarla türünün anlatı kalıplarına şok geçirten film, 1980’ler New York’unun yeraltı dünyasına yakından bir bakış atıyor. Avangard ve cyberpunk estetiğinden beslenen atmosferi, günümüzde Electroclash akımından Lady Gaga ve Sia gibi ikonların kostümlerine kadar her yerde karşımıza çıkıyor. Liquid Sky kitsch bir bilimkurgu olduğu kadar bir distopya filmi, cinsel roller üzerine yenilikçi bir anlatı, moda ve müzik üzerine kehanetlerle dolu bir biçimsel arayış. Engin Ertan’ın yazdığı gibi “her zevke hitap etmeyen ancak bir kısım seyircinin aklını başından alacak bir özgün fikirler toplamı”.

[divider style=”solid” top=”20″ bottom=”20″]

Listeye diğer bölümlerden biraz daha kişisel sebeplerle tercih ettiğimiz birkaç film daha ekleyelim.

KARANLIKLAR VADİSİ / VALLEY OF SHADOWS

blank

İlk gösterimini Toronto Film Festivali’nde yapan Karanlıklar Vadisi, İskandinav masallarından esinlenen yeni nesil gotik bir film. Filmin küçük kahramanı Aslak, yalnız annesiyle hayatını sürdürmeye çalışan bir çocuktur. Civardan bazı hayvanların öldürüldüğü haberleri gelir. Bu katliamı gerçekte neyin yaptığını öğrenmek isteyen Aslak, bir gün kaybolan köpeğinin peşinden ormanın derinliklerine dalar. Çekimlerini 35mm filmle yaptığı ilk filminde yönetmen Jonas Matzow Gulbrandsen, Nordik efsanelerini anımsatan nefes kesici görüntüleri Krzysztof Kieslowski’nin vazgeçemediği Zbigniew Preisner’in film için bestelediği müzikle birleştiriyor ve çocukluk korkularının gizemli tedirginliğini perdeye taşıyor.

CLAIRE’İN KAMERASI / CLAIRE’S CAMERA

blank

Güney Kore sinemasının yıldız yönetmenlerinden Hong Sang-soo, bu kez Cannes Film Festivali sırasında tanışan iki kadını bu sahil kasabasının sokaklarında izliyor: Fotoğrafını çektiği insanların hayatını değiştirebileceğine inanan Parisli öğretmen Claire ile işinden yeni kovulmuş film şirketi çalışanı Manhee. Sang-soo, 2012’de In Another Country / Başka Bir Ülke’de birlikte çalıştığı Isabelle Huppert ve gözde oyuncusu Kim Min-hee’nin canlandırdığı bu iki yalnız kadının tatlı sohbetlerinde sanatın, sinemanın insanlar üzerindeki etkisini araştırıyor. Sang-soo’nun 2017 Cannes Film Festivali’nde gösterilen bu ikinci filmi, her zamanki gibi hafif, samimi ve zarif.

ÖLDÜRÜCÜ / EUTHANIZER

blank

Hayvanları delicesine seven, asosyal, hatta düpedüz psikopat Veijo, Finlandiya’da rengi solmuş, tatsız bir orman köyünde, sahiplerinin talebiyle hasta ya da yaşlı ev hayvanlarını öldürmektedir. Hayvanlara duyduğu sevgi insanlara sevgisini aşıp, bir de güzel bir hemşireyle tanışınca Veijo çizgiyi aşar. Ruh hali ve estetik yaklaşımıyla ilham bulduğu John Carpenter ile Kirli Harry filmleri arasında bir yerde duran Öldürücü, B-filmlerinden ödünç sivri kara mizahıyla hem rahatsız ediyor hem de güldürüyor. Çocukluğu bir domuz çiftliğinde VHS kasetler arasında geçen alaylı yönetmen Teemu Nikki’nin bu üçüncü uzun metrajlı filmi, dünya prömiyerini Toronto Film Festivali’nde yaptı.

[divider style=”solid” top=”20″ bottom=”20″]

Ayrıca Dünden Bugüne Türk Klasikleri bölümünde Atlas Prodüksiyon tarafından restore edilmiş kopyasından İpekçe (1987), Mimari Ütopyalar Sinematik Distopyalar bölümünden Kuyu (1968) ile Cinemania bölümünden Göl (1982), Şoför Nebahat (1960), Siyah Otomobil (1966), Keşanlı Ali Destanı (1964) ve Arabesk (1988) eski Türk filmlerini beyazperdede izlemeyi düşleyenler için önemli bir fırsat sunuyor. Ayrıca yine Cinemania bölümünde yer alan Çirkin Kral’ın Efsanesi (2017) de listeye eklenebilir.

Not: Filmlerle ilgili tanıtım yazıları İKSV Film sayfasından alınmıştır.

blank

Murat Kızılca

1971 İstanbul doğumlu. Aylık online sinema dergisi CineDergi ve aylık kültür sanat dergisi kargamecmua için sinema yazıları kaleme alıyor. 2008 yılından beri katkı sağladığı Öteki Sinema’da bir yandan da editörlük görevini sürdürüyor.

Bir yanıt yazın

Your email address will not be published.

blank

Öteki'den Haber Al

Buna da Bir Bak!

blank

İstanbul’un Film Festivali Başlarken…

Benim en önemsediğim festival kesinlikle İstanbul Film Festivali yani benim
blank

34. İstanbul Film Festivali Günlükleri – 5

34. İstanbul Film Festivali günlükleri'ne devam: Lost River, Forever ve