Genç ve korku filmi çekmeye hevesli yönetmenlere bir tavsiye vereyim, eğer yeterli ödenek bulabilirseniz kesinlikle uçakta geçen bir korku filmi yapmaya bakın. Konu çok önemli değil, ister havaalanını zombiler bassın, ister bagaj deposunda antik zamanlardan kalma bir vampirin tabudu unutulmuş olsun, gerçekten fark etmez. Filmin bir kısmı uçağın içinde geçsin kafidir. İlk yükseliş anında yaşanan teslimiyet duygusunu yaşayan bilir, kolay kolay da unutamaz. Bir türbülans durumunda tutulan nefese ise sadece değinip geçeceğim. Quarantine 2: Terminal, televizyonlarda bir zaman bolca denk geldiğimiz Turbulence, sadece ilk yirmi dakikasında uçuşa yer vermesine rağmen ilk Final Destination filmi… Kısacası korku filminizde uçak yolculuğu varsa, o formülün başarısız olması için yeteneksizlikte çok ama çok özel bir isim olmanız gerekmektedir.
2014 yapımı korku filmi 7500’ü seyrettikten sonra anlıyoruz ki Japon yönetmen Takashi Shimizu işte bu özel isimlerden biriymiş. 2012’de vizyona girmesi beklenen, sonra iki sene gecikmeyle 2014 ortasında seyirciyle buluşan 7500 ile kıtalararası yolculuğu konu alan bir uçak filminin nasıl itinayla sıkıcı hale getirilebileceğini öğreniyoruz. Filmin bu konuda uyguladığı çaba gerçekten şaşılası. Sırf bu çabayı anlama sürecinden ötürü 7500’e verdiğim 80 dakikayı kayıp olarak görmüyorum (zira filmin ortalarına geldiğimde hikayede merakımı kamçılayan başka hiçbir şey kalmamıştı). Shimizu acaba bu filmin tüm kurgu işlemleri bittiğinde final versiyonunu seyrederken ne düşündü? “Ne kadar güzel iş çıkarmışım” dedi mi? Belki finalde elde ettiği sonuçtan kendi de memnun kalmadı, ama genel süreçte de mi bir şeylerin yanlış gittiğini farkeden hiç olmadı? Yapımcısı yok muydu bu filmin? Senaryo hiç mi okunmadı? İnanın film boyu aklımdan sadece bunlar geçiyordu.
7500’de Los Angeles’tan Tokyo’ya uçan 7500 sefer sayılı uçağın başına gelen doğaüstü olayları izliyoruz. Uçuş rutin bir şekilde başlar, bir kısım ani ses efekti ve kamera hareketi ile bir korku filminde olduğumuz ara ara hatırlatılır. Uçuşun sakin atmosferi yolculardan birinin geçirdiği kriz ile tamamen şekil değiştirir. Bir anda nefes alamaz duruma gelen yolcu tüm çabalara rağmen kurtarılamaz ve cesedi daha sonra uçağın üst katında bir koltuğa yerleştirilir. Yolculuk normal seyrinde devam edecek, altı saatlik uçuşun ardından ise Tokyo’da bekleyen sağlık ekipleri cesedi alacaklardır. Ne var ki bu altı saat içinde garip (ve sözde “korkutucu” olaylar) boy göstermeye başlar, filmin kalan bir saati bir şekilde akar gider.
Peki 7500 nerelerde kaybediyor? Pek çok yerde ama en çok hikaye mimarisinde. Ortada asla tam olarak giriş yapan bir film bulunmamakta. Etrafa serpiştirilmiş bir sürü karakter irili ufaklı kendilerini tanıtıyorlar ama biz tam olarak kimi izleyeceğiz, hangi karakterin ne arkaplanı var, bu arkaplanların hikayeye bir katkısı var mı derken bir de bakmışız son yirmi dakikaya gelmişiz.
Buna rağmen filmin yönetmeninin 2000’lerin en ünlü Japon korku serilerinden Ju-on serisinin arkasındaki isim olduğunu hatırlayıp bir şans daha veriyor ve bizi dehşete sokacak üç beş korku anını bir umutla bekliyoruz. Ne yazık ki bu beklentimiz de hüsranla sonuçlanıyor. 7500’in korkutucu tek bir sahnesi bile bulunmamakta. Filmi sakın atmosferiyle ya da yarattığı tedirgin edici atmosferle bize dokunmaya çalışan bir yapım sanmayın, 7500 imkan bulduğu sahnelere ürkütücülük sokmaya çalışmış ama başaramamış. Bazen hiçlikten çıkan eller, uçak televizyonunda beliren görüntüler görüyoruz ama tek bir sinirimiz bile oynamıyor. Üstelik filmin üzerine emek yatırdığı tüm korku sermayesi de bunlardan ibaret. Yönetmen Shimizu eskiden Ju-on filmlerinde uyguladığı birkaç korku numarasını da ilerletmeden, hatta bilakis oldukça başarısız bir şekilde yeniden bize sunmayı deniyor ama hezimet kaçınılmaz oluyor. Şu filmi böyle çekeceğine etrafa birkaç tane siyah gözlü, beyaz tenli çocuk hayaleti serpiştirse ortaya çok daha dişe dokunur bir iş çıkardı.
7500 ile Shimizu’nun korku sinemasında sadece içi hava dolu bir balon olduğunu bir kez daha anlamış bulundum. Ju-on serisini seyrederken hep ürkmüştüm, ancak yaşadığım bu korkunun temelinde sadece ucuz ve hikayenin mantığında çok da anlam ifade etmeyen numaralar bulunduğunu düşünürdum. 7500’ü seyrederken Ju-on’daki anlamsız ama ürkütücü ucuzluğu mumla arar oldum.
7500’ü tavsiye edebileceğim çok seyirci bulunmamakta. Eğer uçak korkusu istiyorsanız yakın tarihten Quarantine 2: Terminal’i şiddetle tavsiye edebilirim. Her şart altında 7500’den çok daha iyidir. Hatta Terminal’i isterseniz ikinci kez seyredin ama 7500’den uzak durun.
Not: Takashi Shimizu’nun son filminin Kiki’s Delivery Service’in live-action versiyonu olduğunu öğrenmek beni pek şaşırttı. Bu film de eleştirmenlerden çok yüksek puanlar alamamış. Görüp de merak eden varsa akıllarda bulunsun.
Öteki Sinema için yazan: Yigilante Kocagöz