8. Orta Sınıf Eleştirilerindeki Büyük Evde Yaşayan Mutsuz Aile Klişesi
Şehrin banliyölerindeki 3 hektar bahçe içine 150 metrekare taban oturumlu üç katlı malikanede yaşamakta olan tek çocuklu Jefferson çifti neden bu kadar mutsuz olabilir ki? Bu dayanılmaz sancının nedeni nedir? Herhalde evin beyinin yılda yüzbinlerce dolar kazandıran işi ve evin hanımının sattığı soyut sanat eserleri olmasa gerek diyebilirsiniz. Çünkü bizim bir türlü anlayamadığımız en fena klişedir bu.
Bizim ülkemiz de dahil pek çok ülkede alt ve orta-alt sınıftan insanlar bu hayata kavuşmak için deliler gibi çalışmaktayken; o noktaya erişebilmiş insanların yaşadığı bu onulmaz mutsuzluğu bir türlü anlayamaz çoğu insan. Zaten bu anlayamama hali, bu tür filmlerin de temelini oluşturur. Elbette altı çizilen çok daha derin ve çok daha büyük bir resimdir zira. Lakin kabul edin ilk başta yadırgıyor insan. Bir de Türkiye’ye en uzak klişe de budur laf aramızda.
Bizde büyük evlerde yaşayan aileler de mutsuz ya da problemli resmediliyor artık film ve dizilerde. Ama daha farklı biliyorsunuz. Bizde çünkü koca malikanelerde yaşayan aileler “niye varız” ya da “neden çalışıyoruz”, “tüm bu çabanın amacı ne” gibi varoluşsal sorular yerine; “kaynanamgil hamile diye eltimgile tam altın hediye etti, halbuki ben üç çocuk doğurdum bi çeyrek bile takmadı” gibi sorularla ilgili. Koca malikanerde yedi sülale yaşayan ailelerde daha çok yengeler kesiliyor, hatta yengeye asılırken diğer yandan kuzenlere yürünüyor falan. Zaten hikayelerin ve dolayısıyla sordukları soruların hiç de minimal olmadığı, evde ikamet edenlerin sayısından da belli oluyor. Bu klişede Amerikan filminde aile nüfusu evcil havyanlar da dahil 4-5 falan. Oysa Türkiye’deki dizilerde ya da filmlerde aile nüfusu çalışanlarla beraber Yozgat’taki pek çok köyün tüm nüfusundan fazla çıkıyor. Dolayısıyla “sizin kütük neresi?” sorusuna, “biz kütüğü Hoyratoğulları’nın köşküne aldırdık beyim” diye cevap veren insanlarımız oluştu ekranlarımızda.