Video denen çılgın aletle memleket sıkıyönetim günlerinde tanışmıştı. Erken 80’lerde tek kanallı ve sıkıcı Devlet Televizyonu’nun yayınladığı naftalin kokulu filmlerden ve dizilerden gına gelmiş, halk da doğal olarak bu inanılmaz eğlence vaadine kanıp neredeyse 3-4 maaş toplamına sahip olunabilen video cihazlarını TV’lerinin altına ve yine üstünde dantel olması şartı ile yerleştirivermişti bile!

blank

Bu kadar pahalı olmasına rağmen bu kadar çok kişi tarafından alınmasının en önemli sebebi de, ilan edilmemesine rağmen neredeyse Demirperde ülkelerinden bile daha despot bir anlayışla yönetilen memlekette, sıkıyönetimin de etkisi sebebiyle eğlence namına hiçbir şey kalmamış olmasıydı. O zamanlar Video dediğimiz teknoloji harikası! Cihazlar inanılmaz bir statü sembolü idi. Tıpkı televizyonların ilk görüldüğü zamanlardaki gibi Video’su olan ailelerin itibarı artıyor, misafirleri eksik olmuyor, dolayısiyle havalarından da geçilmiyordu. Video’su olanlar kendi arasında ikiye ayrılmıştı; kaydedicili videosu olanlar ve player sahibi olanlar. Hepsinin değilse de bir kısmının bir de yardımcı cihazı oluyordu; (Betamax ya da VHS kasetleri geri sarmak için kullanılan garip alet! Videoda geri sarmayın video bozulur derlerdi. Video kaset kiralayan yerlerde bunlardan 3-4 tane olurdu. Kaseti teslim edince hemen geri sararlardı.)

Betamax, 80’lerde walkman ile inanılmaz satış rakamları yakalayarak şımarmış Sony için tam bir hezimet olmuştu ama anlaşılan o ki intikam soğuk yenen bir yemekmiş: neredeyse 30 yıl sonra Sony bu defa Blue Ray’i yeni video standardı yapmak için uğraşıyor.

Tekrar dönemin toplumsal Video manyaklığı hezeyanlarına dönecek olursak; Videolar evlere girdikçe her sokakta klüpler açılıyor, neredeyse bakkallar bile film kiralar duruma geliyordu. Sıkıyönetim yüzünden zaten iyice dara düşen sinema salonu işletmecileri endişeyle yeni gelen bu büyük dalgayı izliyorlardı. Telifin melifin olmadığı, bandrolün henüz hecelenemediği ilk zamanlarda, potansiyeli farketmiş uyanık bazı klüp sahipleri korkunç karlar elde ettiler. Alınan bir filmden onlarca kopya çıkarılmasına rağmen yine de bazı filmler için günler öncesinden sıraya girmek gerekiyordu.

Sinemalarda dahi en yenisi 3-5 yıllık filmler gösterildiği bir dönemde insanların önüne seyretmedikleri ve hepsi de yeni! yüzlerce film yığılmıştı ve evinden dışarı çıkmaktan imtina eden halk, kıtlıktan çıkarcasına film seyrediyordu. Ev kadınlarının, gençlerin ya da biraz geçkince eş bekleyen ablaların en büyük meşgalesi gün boyunca klüpleri gezip 5-6 film kiralama ve bolca kuruyemiş eşliğinde öğle vaktinden şafak sökene kadar bu filmleri izlemek olmuştu. Gençliğinde utana sıkıla “2 film birden” sinemalarına gitmiş aile babaları ise artık sinemalarda dahi asla göremeyecekleri sert porno filmleri çaylarını içe içe izleme lüksüne kavuşmuşlardı. Ama bu kasetlerin mutlaka iyi bir yerde saklanması gerekirdi. Sivilceli ergenlerle babalarının CIA hesaplaşmalarını aratmayacak saklama ve bulma ilişkileri de bu döneme rastlar. Babasının betamax pornosunu seyrederken elektrik kesilince ne yapacağını bilemeyen ve kaseti çıkarıp yerine koymanın yollarını ararken terleyen, Mcgyver’vari bir gençlik oluşmuştu… Bülent Ersoy gibi dönemin yasaklı sanatçıları ve TRT’nin yüz vermediği arabeskçilerin filmleri video klüpleri sayesinde kendine büyük bir pazar bulmuştu. Öyle ki; arabesk filmleri, 16 mm berbat kameralarla, ışıksız, setsiz ve sıfır bütçeyle sadece video piyasası için çekilmeye başlamıştı. Bu sayede daha bir hafta önce kasedi çıkmış cırtlak sesli bir Küçük Emrah klonunun bir ay sonra 3-4 filmini birden videocunuzdan kiralayabiliyordunuz. Video kaset kiraları şimdilerde bulunan zavallı format VCD klüplerinin kiralama ücretlerinden çok daha yüksekti ama halk sesini çıkarmadan çılgınca film kiralamaya devam ediyordu. Tabi bu arada kaçınılmaz son da giderek yaklaşıyordu ama kiralayanın da, seyredenin de henüz keyfi yerindeydi ve özellikle Video klüpleri bazında kimse yaklaşan tehlikeyi sezememişti.

Video işi 80’lerin ortalarında özellikle klüpler bazında zorlaşmaya başladı. Özellikle uluslararası dağıtımcılar ve Warner Bros, Universal, Columbia-Tristar ve 80’lerin en nevi şahsına münhasır yapım şirketi olan Cannon gibi film şirketleri, filmlerinin hiçbir telif ödenmeden alınıp çoğaltılarak sunulmasından iyice rahatsız olmaya başlamıştı. Ayrıca bu kocaman pasta onları da iştahlandırıyordu ve Özal hükümetine hızlı bir baskı uygulayarak klüplerin ve dağıtımdaki filmlerin kendi kontrollerine geçmesini sağladılar. Bu bir anlamda iyi oldu çünkü yasal bir zemini olmaması sebebiyle sermayesiz bir iş olarak kabul edilen Video klüpleri o kadar çoğalmıştı ve kiraladıkları filmlerin kalitesi öylesine düşmüştü ki varolan izleyicinin kaybedilmesi zaten an meselesi idi. Örnek vermek gerekirse, çocukluğumu geçirdiğim, 30.000 nufuslu bir şehir olan Gölcük’te tam 123 adet video kiralayıcı mevcuttu! Dönemin hükümeti çoluk çocuk demeden her yaştan müşteriyi kabul eden ve alenen porno oynatan Video kahveleri yüzünden giderek hızlanan bazı adımlar atmaya başladı ve bu tüm sektör için bir budama faailiyetine dönüştü. Zayıflar birer birer elendi, yasal dağıtımcılardan film temin edebilen daha güçlü klüpler hayatına devam ediyordu ama artan vergi, dağıtım ve dublaj gibi maliyetler sabebiyle kiralama bedelleri aşırı yükselmişti ve artık neredeyse film seyretmekden hem madden hem manen yorulmuş bir alıcı kitle mevcuttu. Gerçi özellikle Warner Bros bu işi çok sıkı tutuyor ve aşırı iyi dublajlarla hazırlanmış çok şık kutuları olan filmleri neredeyse bir fetiş objesine dönüştürerek pazara sunuyordu.

20. yüzyılın en orijinal zamanlarından 80’lerin açık ara bayraktarlığını yapacak olan Video furyası ülkemizde biraz ani ve erken bir ölüm yaşadı. Alım gücü sınırlı olan halk, 90’ların başlarında doğan özel TV’lerin aynı filmleri bedava yayınlamaya başlaması ile (özel televizyonculuğun ilk döneminde, filmler sansürlenmiyor, araya reklam girilmiyor ve erotik filmler gösterilmekten de imtina edilmiyor dolayısiyle şimdilerde olmayan yüksek bir seyir zevki yakalanıyordu) video klüplerinden film almayı yavaş yavaş bıraktılar. Zaten klüpler artık sinema sektöründeki dış alımın da düzelmesi sebebiyle filmleri çok geç çıkarıyor ya da sadece video için çekilen zayıf yapımları sunabiliyorlardı. Televizyon sinemaya yaptığını bu defa Video’ya yapmıştı. Videoların üzerindeki danteller artık sadece toz alırken kaldırılıyor ve evdeki yeni yetmelerin arkadaşlarıyla toplanırken “bi film seyredelim bari” demeleri dışında hatırlanmıyordu. Özel kanallar çoğaldıkca, klüpler kapandı ve 90’ların başından itibaren Video klüpleri Türk halkı için hoş bir anı olarak hatırlanmaya başlandı. Şimdilerde asla o dönemin tadını vermeyen bir DVD ve VCD kiralamacılığı hatta DVD kiralayan otomatlar bile mevcut ama 2000’lerde yaşadığımız onlarcası olmak üzere bu da tatsız bir deneyimden öteye geçemiyor.

İster istemez aklımıza kitlesel video manyaklığı sırasında yaşadığımız; yasaklandığı için el altından kiraladığımız Evil Dead’ler, günlerce öncesinden ayırttığımız House serileri, Lucio Fulci usta ile ilk karşılaşmalarımızı yaptığımız zombie filmleri, yıllar sonra tamamen palavra olduğunu anlayıp yıkıldığımız pankreas şovları, sinema filmiymiş gibi kiralanan Elm sokağı serisi (80’lerde aynı yıl içinde 15 adet elm sokağı filmi izleyen bünyenin şokunu düşünün!), kasedi geç getirip yediğimiz azarlar, misafirliğe gittiğimizde zorla izlettirilen arabesk furyası zavallıkları, Cilalı İbo’nun asla sinemadaki kadar sevimli olamayan maskaralıkları, her yerden fırlayan Godfrey Ho’nun oynadığı ninja filmleri, Filipinli Rambo replikaları, onlarca enfes çizimli kaset kapağı ve bir dolu hoş hatıra geliyor. Keşke diyor insan, o güzel zamanların bir yerinde asılıp kalmak mümkün olsaydı….

Öteki Sinema için yazan: Murat Tolga Şen – murattolga@otekisinema.com

blank

Murat Tolga Şen

Murat Tolga Şen, sinema eleştirmeni, senarist ve oyuncudur. Öteki Sinema'nın kurucusudur ve OFCS (Online Film Critics Society) üyesidir. 2012-2023 yılları arasında Medyaradar sitesinde TV sektörüne dair eleştiriler kaleme almış, 2014-2016 sezonunda Okan Bayülgen’in Dada Dandinista adlı programının yazı grubunu yönetmiştir. Ayrıca 2017-2019 yılları arasında Antalya Sinema Derneği’nin danışmanlığını yapmış ve 2014-2023 yılları arasında Eğlenceli Cinayetler Kumpanyası’nda oyunculuk yapmıştır. Şen, "Bir Notanın Hikayesi" adlı belgeselin senaryo yazarı ve "Bir İz - Madımak" belgeselinin danışmanıdır. Yazılarına Beyazperde ve Öteki Sinema'da devam etmektedir.

4 Comments Leave a Reply

  1. Video günleri gerçekten çok güzeldi. 1975 doğumlu birisi olarak video çılgınlığını birebir yaşayanlardanım. Video dükkanlarında video kasetlerin kapaklarından oluşan dosyanın sayfalarını defalarca karıştırırdım. Warner Bros’un gelmesiyle beraber bir hafta sonra gelecek video kasetleri de takip etmeye başlamıştık. Yeni video kiralama dükkanı açılınca hemen gidip keşif yapılırdı. Bir de kışın kar yağıp okullar tatil olunca hemen video dükkanlarına koşulurdu. Bazı filmler için sıraya bile girilirdi. Bir daha buna benzer bir furyanın gelmesi gerçekten çok zor gibi gözüküyor.

  2. müthiş yazmışsın, ellerine sağlık. o günleri yaşamadım ama sinema merakımdan dolayı yaşayanlara anlattırdım, tam kafamda ki tablo, budur:)

  3. Babasının betamax pornosunu seyrederken elektrik kesilince ne yapacağını bilemeyen ve kaseti çıkarıp yerine koymanın yollarınıararken terleyen Mcgyver’vari bir gençlik olmuştu.yazınızın bu bölümün okurken inanın tebessüm edip duygulanmamak elde değil sevgili Murat bey.yazınızı baştan sona kafamdan birer film şeridiymiş gibi yaşayarak okudum her cümlenin sonunda vhs kasetin çıkardığı tlack sesini efect ederekten.her şeyin sonu olduğu gibi video dönemide bizim yaştakilerin unutulmaz bir anısıydı ve dediğiniz gibi şimdiki vcd ,dvd ve bilimum şeylerin cazibesi 80lerin yanına bile yaklaşımıyor…yaklaşmasında.

Bir yanıt yazın

Your email address will not be published.

blank

Öteki'den Haber Al

Buna da Bir Bak!

blank

Gecelerin Ötesi’ndeki Türkiye

Daha acı verici olanı ise bugün Türk Sineması’nın aynı sorunları
blank

Türk Sinemasının En Çok İzlenen Filmi Recep İvedik mi?

Türkiye’nin sinemasını yapan adamların çoğunun bu işe hep bir bakkal,