Çocuklarımızın iyiliği için… Yakın bu filmleri!

http://farm1.static.flickr.com/121/316537045_d984ad82f6.jpg?v=01970’lerin sonunda VHS ilk defa ortaya çıktığında, videodaki filmlerin içeriğine dair herhangi bir kanun mevcut değildi. Büyük film distrübütör şirketleri, videoyu korsana açık ve değersiz bir format olarak gördükleri için birçok filmi videoda piyasaya sürmediler bile (80’ler öncesine kadar distrübütör şirketler, iş yapan filmleri belli aralıklarla ve uzun süreler boyunca tekrar tekrar sinemalara sunuyorlardı). Hal böyleyken VHS ile birlikte küçük ve bağımsız distrübütör şirketleri için yepyeni ve sınırsız bir pazar açılmış oluyordu. Hemen birkaç yıl içinde, 80’lerin başında videonun ucuzlayıp, her eve girmesiyle beraber de bu sınırsız pazarda tam bir patlama yaşanmış oluyordu.

İngiltere’de de bu durumda yasal bir ‘alacakaranlık’ söz konusuydu. Sinema filmlerinde çeşitli sınıflandırmalar bulunurken, videoda hiçbir yasal sınıflandırma olmamasından dolayı, teknik olarak videoda her şeyi satmak mümkündü. Bu da demek oluyordu ki; İngiltere’de vizyona girmesi yasaklanmış olan I Spit on Your Grave (1978), Driller Killer (1979) ve Last House on the Left (1972) gibi kült klasikler, sonunda video raflarından Ada’ya girmeyi başarmışlardı.

Tabi bu anarşik ortamda Cannibal Holocaust (1980) ve Ilsa, She Wolf of the SS (1975) gibi kabul edilemez şeyler de ortaya çıkınca, bu güzel rüyanın (kabusun?) malesef sonunun başlangıcı gelmiş oldu. Distribütör şirket Vipco’nun, video dergilerine tam sayfa Driller Killer’ın posterini reklam vermesi bardağı taşıran son damla oluyordu (malum, o ünlü, alna giren matkap posteri)! “Ingiltere Reklam Standartları”na yapılan şikayetler artınca devreye “The Obscene Publications Act” (Müstechen Yayımlar Kanunu) girdi. Temeli 1800’lü yıllardan da eskiye dayanan bu at gözlüklü kanun sayesinde otoriteler kısa zamanda bir cadı avı başlatmış oluyorlardı.

Şahsen, İngilizlerin birçok özelliğine hayran olmakla beraber tabi itiraf etmeliyim ki, her millet gibi, onların da rezalet yönleri pek çok… Bunların en başında da ‘tabloid basın’ kültürü geliyor (malesef artık Türkiye de bu kültürü büyük bir beceriyle öğrenmiş durumda). 1984 yılında Sunday Times ve Daily Mail’in basında başlattığı yaygara kısa sürede bütün Ada’yı etkisi altına alıyordu. “Sokaktaki dehşet evlerimize daha ne kadar girecek!” gibi isabetsiz ve çarpık başlıklar, ahlak kurumları, kilise liderleri ve kendilerini medya bekçisi ilan etmiş birtakım eleştirmenler de bu kasırgayı daha da körükleyerek işi çığrından çıkarıyordu. Bir sinema eserini “sokaktaki dehşet” diye nitelendirecek kadar kör bir şekilde olaya yaklaşıldığı zaman, kurunun yanında yaş da yanacak, sağlıklı bir inceleme ve karar alınamayacak, İngiltere ve dolayısıyla dünya pazarının büyük bir kısmı 20 sene sürecek bir karanlığa sürüklenecekti.

Sonunda hükümetin müstehcen olarak nitelediği 39 film seçildi. Basın da bu listeye Video Nasties adını yapıştırdı (Nasty: çirkin, kirli, yaramaz, kötü). Tabi ardından video dükkanlarına baskınlar başladı. Bu listedeki filmlerin bir çoğu “çöp sinemadan da çöp olarak tanımlayabileceğimiz ucuz sömürü filmleri olmakla beraber, aralarında Argento, Craven, Fulci, Hooper gibi usta sinemacı olarak sayılan yönetmenlerin filmleri de vardı. Dahası Andrzej Zulawski ve Paul Morrissey gibi büyük sanatçı sayılan, arthouse sinemacıların filmleri de “Video Nasties” damgasını yiyerek bu cadı avından nasiplerini aldılar. Listede sadece 2 İngiliz yapımı film bulunuyordu: Expose (1976) ve Xtro (1983). Bunun dışında filmlerin büyük bir çoğunluğu Amerikan ve tabi ki İtalyan yapımıydı (malesef bizim ülkemizin “Video Nasty” façası almış bir filmi bulunmuyor) …

cannibal-holocaust-original

Ardından, 1984’de BBFC‘nin (British Board of Film Classification) videodaki filmlere de sınıflandırma sistemi getirmesiyle sorun kökünden hallolmuş oldu. BBFC’nin başkanı 1999’da değişene kadar da bu filmler bir daha gün yüzü göremediler. Bir kısmı 1999’da, bir kısmı ise ancak 2002’de ve hatta 2004’te DVD’de piyasaya çıkabilirken, bazı filmler ise hala tam olarak uncut (sansürlenmemiş ve kesilmemiş) bir şekilde DVD’de bulunmuyor. (Ancak son senelerde artık bu filmleri Amerikan distrübütörlerinden zor ve pahalı bir şekilde temin edebiliyoruz… veya malesef korsan yollardan…)

Artık günümüzde yavaş yavaş gömüldüğü karanlıklardan çıkarak, Video Nasties öncesindeki dinamizmi ve felsefeyi yakalmaya doğru giden bir korku sinemasından söz etmek mümkün… öldürdükçe geri dönen bir varlık gibi… Ama bu Video Nasties yüzünden karanlığa sürükleneni sadece korku filmi pazarı olarak düşünmemek lazım tabi. Bu olayın yarattığı travmadan ve geriye götürülen 20 seneden bir ders çıkarmak gerek. Çünkü bu travma aynı zamanda bütünüyle sinema, sanat ve felsefeyi de vurmuştur.  Gerçek ile fantazya arasındaki o tam tanımlanayaman bölgenin sanatı olan korku edebiyatına yapılan bu sansür, sanatın temel ilkelerine vurulmuş bir kelepçe olmuştur… 20 sene!.. Sanat kısıtlanmış, 90’larda büyüyen bir jenerasyonun gözleri bağlanmıştır…

Not: Yazımı bitirirken, çok kısa bir şekilde bu yaş sınıflandırma sistemi ile ilgili de düşüncelerimi belirtmek istiyorum.

Tabi ki bir sınıflandırma sisteminin olması şikayet edilecek bir durum değil. Ancak bu sınıflandırma sisteminin yapımcı şirketler tarafından kendi çıkarlarına hizmet edecek şekilde suistimal edilmesine önüne geçilememesi sinema ve sanat tarihi için üzücü bir durum. 1800’ler öncesinde cadı yakan ahlak polisleri ve müstehcenlik zihniyetinin, bırakın  insanlık tarihini, daha hala “batı”nın sanat anlayışından bile tam olarak silinmemiş olması düşündürücü…

Film sınıflandırma sisteminin nasıl Hollywood’daki birkaç şirket tarafından tekel altında olduğu ve bağımsız filmlerin pazar alanlarının nasıl gasp edildiğiyle ilgili son derece güçlü ve güzel bir belgesel olan This Film Is Not Yet Rated’i (2006) burdan bütün sinema ve sanat severlere şiddetle öneririm… Şiddetle…

[box type=”info” align=”” class=”” width=””]

Video Nasties filmlerinin tam listesi için:

  • http://en.wikipedia.org/wiki/Video_nasty
  • http://www.critical-film.com/essays/Nasties/Nasties1.html
  • http://www.hysteria-lives.co.uk/hysterialives/Hysteria/slasher_nasties_4.html [/box]
blank

Can Evrenol

University of Kent’ten “Sanat Tarihi” ve “Film Theory”mezunu. Bahçeşehir Üniversitesi’nde seçmeli sinema dersi vermekte. MEHTAP ve OMEGA VATAN isminde iki kısa romanı var. Yeni sinema filmi SAYARA (2024) çok yakında!

2 Comments Leave a Reply

  1. Çok güzel bir yazı, arşivlik inceleme çalışmalarını her zaman dikkate ve övgüye değer buluyorum. Elinize sağlık.

    Burada bahsedilenlerle hemen hemen aynı durum 90’lar sonu Türkiyesindeki vcd mania içinde geçerliydi bence.

    Sevgiler;

    Gökay GELGEC – Yojimbooo

  2. Yazının sonunda bahsi geçen This Film Is Not Yet Rated’i (2006) dün gece izledim. Can’a kesinlikle katılıyorum. Sinema ile ilgilenen herkesin izlemesi gereken bir belgesel.

Bir yanıt yazın

Your email address will not be published.

blank

Öteki'den Haber Al

Buna da Bir Bak!

blank

Video Günleri…

Memleket, video denen çılgın aletle sıkıyönetim günlerinde tanışmıştı. Erken 80’lerde
blank

Timsahın Sol Gözü: Serdar Gökhan Charles Bronson’a Karşı

Serdar Gökhan, Charles Bronson'a karşı! Death Wish'in Yeşilçam uyarlaması Cellat,