Tartışmasız Bir Klasik: Night of The Living Dead (1968)

29 Temmuz 2009
”Bir gün hepimiz öleceğimizi biliyoruz değil mi? İşte asıl yaşayan ölüler biziz…”
George A. Romero

Büyük usta George A. Romero’nun Night of The Living Dead‘i, sinema üzerindeki etkisiyle, Hitchcock’un Sapık‘ıyla (1960) karşılaştırılan bir başyapıt. İki film de şiddetin ve vahşetin betimlenişiyle beyaz perdede çığır açan filmler. Ayrıca iki film de hikâyenin kalbine ”ev”i ve ”aile”yi yerleştiriyorlar. Ancak Sapık’ın aksine, zamanında eleştirmenler tarafından bir sömürü filmi olmakla suçlanan ve hor görülen Night of The Living Dead, çok daha uç noktada, fantastik bir sembolizm içeriyor.

blank

Night of The Living Dead, zombi edebiyatının miladı kabul ediliyor. Öncelikle Night of The Living Dead’in nasıl modern zombi edebiyatının çizgilerini çizdiğinden bahsedelim. George Romero ve ekibi aslında arthouse (sanat filmi) bir film yapmak için yola çıkarlar. Ancak daha sonra filmin gişede kar etmesini istedikleri için işin içine korku öğesini dâhil ederler. En ucuz ve en kolay korku öğesi olduğu için de bir ‘zombi’ filmi yapmaya karar verirler.

1932 yılında Bela Lugosi‘nin oynadığı White Zombie ile beyazperde serüvenine başlayan zombi filmleri, 1968 yılına kadar en ciddiye alınmayan ve absürt filmlere meze olan ucuz bir öcü, bir canavar figüranından başka bir şey değildi. Romero’nun zombi kavramını büyük bir ciddiyetle ele almasıyla birlikte zombi edebiyatı da bambaşka bir kimlik kazanmış oluyordu.

Hiç bir zaman bir ünlü aktör ile yüz bulmamış, hiçbir zaman karizmatik bir kötü adam karakteri ile simgeleşmemiştir zombiler. Vampir edebiyatının Drakula‘sı veya kurt adam edebiyatının Lon Chaney‘si gibi ağır topları yoktur zombi filmlerinin. White Zombie filminde bile, Bela Lugosi korkunç bir köle efendisi canlandırmaktadır, bir zombiyi değil. Zombinin bu ”alt sınıf” kimliği Romero’nun yorumuyla birlikte yeni bir anlam kazanır, ”mavi yakalı bir canavar” haline gelir. Night of The Living Dead’den sonra, zombiler, hakikaten alt sınıfı, orta sınıfı, mahallemizdeki sıradan insanları, kapı komşumuzu, nihai olarak toplumun ta kendisini temsil ederler. Yeni bir toplumun eski bir toplumu yiyip yuttuğu bu mahşeri senaryoda, zombilere yamyamlık özelliği ekleyen Romero, edebiyattaki en enteresan toplumsal alegorilerden biri yakalamıştır.

night-of-the-living-dead

Night of The Living Dead’in ilk etapta en önemli özelliği siyah beyaz ve son derece sade, şatafattan uzak bir film olmasıdır. Film zorunluluktan değil, tercih edildiği için siyah beyaz çekilmiştir. Dönemin sinema filmleri renkliyken, televizyondaki haberler siyah beyazdır. Bu durum, Night of The Living Dead’in gerçekçi ve sade anlatımını pekiştirmiştir. Filmdeki sosyal alegori, başrolde zenci bir oyuncunun olması (o dönem için kesinlikle alışılmadık bir durum), annesini öldüren kız çocuğu sahnesi, yamyamlık sahnelerindeki detaycılık ve filmin genel acımasızlığı, dönemin bilinçli sinema seyircisinin aklını başından almıştır. Özellikle filmin finalindeki karamsar gelişmeler çok ama çok düşündürücüdür…

Filmin gerçekçiliğinde yamyamlık sahnelerindeki vahşetin rolü büyüktür. Büyük usta Romero, kendi filmindeki zombilerden bahsederken şöyle diyor; ”Eski zombi filmlerini de çok severim ama oradaki zombiler kölelerdi. Lugosi şatosunda otururken onun işlerini yapan hizmetçilerdi. Beni asıl korkutan olay ise, ölmüş insanların etrafta dolaşıyor olması fikriydi.” Romero’nun zombileri gerçekten bizim hayatımızın içinden, sıradan insanlar. Bu insanlar tarafından sebepsizce saldırıya uğramak ve canlı canlı yenilmek fikri insanın kanını donduran…

Night of The Living Dead’deki zombi istilasına baktığımızda bizzat kendi insanlığımızın acımasızlığını ve sebepsizliğini görürüz. Filmin temelinde bir haneye tecavüz sekansı yatmaktadır. Adeta yeni bir toplum, eski bir toplumu sorgusuz sualsiz yutmaktadır. Bu olayları izlerken, insan, devrimleri, isyanları, yağmaları, toplu linç etmeleri ve türlü korkunç olayları düşünmeden edemez. İstisnasız her milletin tarihinde yatan bu gibi olayların adeta aynasıdır Night of The Living Dead.

! Dikkat spoiler içerir !
-filmi izledikten sonra okuyun-

Filmin sonunda, amerikan ”kıro”larının, ellerinde silah, zombi avına çıkması da filmin toplumsal alegorisini tamamlayan ve bütünleyen bir final olur. Toplum psikolojisiyle, sorgusuz sualsiz insan avlamak, adam dövmek, can yakmak için mazeret bekleyen insanlığın tasviridir bu filmin finalindeki durum. Filmin başkarakteri, sabaha kadar savaşıp zombilerin elinden kurtulduktan sonra, bu eli silahlı kırolar tarafından yanlışlıkla zombi sanılıp öldürülünce film seyircinin içindeki en son iyimserlik parçasını da ezmiş olur. Filmin sonunda, bütün film boyunca kendimizle özdeşleştirdiğimiz bu adamın cesedinin kancalarla taşınması, onu taşıyanların ona elleriyle dokunmak bile istemeden onu kancalarla taşıması, çok ama çok korkunç ve derinden etkileyici bir finale imza atar.

Sadece korku sinemasının değil, modern Amerikan sinemasının en önemli filmlerinden biri olan Night of The Living Dead, o ilk mezarlıktaki açılış sahnesindeki soğuk ve kasvetli havasından, benzersiz finaline kadar tartışmasız bir kült klasik…

Not: Bu yazıyı yazarken American Nightmare (2002) adlı belgeselden ve harika bir edebi kaynak olan James Russel‘ın Book of The Dead kitabından çok yararlandım. Bu çok özel belgeseli ve eşsiz kitabı bütün Öteki Sinema’cılara tavsiye ederim.

blank

Can Evrenol

University of Kent’ten “Sanat Tarihi” ve “Film Theory”mezunu. Bahçeşehir Üniversitesi’nde seçmeli sinema dersi vermekte. MEHTAP ve OMEGA VATAN isminde iki kısa romanı var. Yeni sinema filmi SAYARA (2024) çok yakında!

9 Comments Leave a Reply

  1. –DİKKAT SPOİLER İÇERİR–
    Zombileri yok etmek amacıyla kurulmuş ekibin, evde sağ kalan tek insanı (Ben) vurması çok çarpıcıydı. Burada vurulan kişinin zenci olmasının bir anlamı var: Zombi ve zenci, bazıları için eş anlamlı olabilecek sözcükler. Bunlara komünist ve eşcinselleri de ekleyebiliriz. O halde arada gümbürtüye gitmeleri pek de üzerinde durulacak bir şey değil. Olsa olsa “bir taşla iki kuş” olarak nitelendirilebilir.
    “Night of the Living Dead” korku unsurlarından daha çok, hicivleri (Amerikalıların TV sevdasını hicvetmesi gibi) sayesinde önemli bir film. İlk sahnesinden belgesel tadındaki son karelerine kadar övgüyü hak ediyor.

  2. Zombilere molotof kokteyl fırlatmak ilk bu film de mi görülmüştür? Bu konuda aydınlatılırsam çok sevinirim.

  3. Sevgili Can,
    incelemelerindeki en begendigim noktalar;arastirmaya tesvik edici,belli bir bicime bagli olmadan anlatim ozgurlugun ve herseyin olasiligi az olandan olasiligi cok olana dogru bir bakis acisi icinde oldugunu gosterebilmen…

    nacizane goruslerim :)

    ‘Night of The Living Dead’
    evet,fantastik korku ornegi enfes!bir kult klasik.

  4. “Zombie bahane, faşistlik şahane” tespitime uyan diğer bir film ise “Let Sleeping Corpses Lie” (1974) adlı film. Bu filmin sonu “Night of the Living Dead”e çok benziyor.Belki de buradan esinlenilmiştir.
    Let Sleeping Corpses Lie filmini şiddetle tavsiye ediyorum.

  5. iki bakımdan bana etkileyici gözüktü:
    1-filmin bütün kahramanlarının ölmesi-zombilere yem olması,yada vurulması)filmin mottosu “kötü kader” olsa gerek.
    2-filmin son kısmının fotoroman gibi fotoğraf karelerle verilmesi.sırf bu yüzden gönlümün bir numarası olmuştur.şu an 1080p ile arşivimde.
    Buna ek olarak da heralde romero’nun bütün filmlerinde izlerini gösteren zombi salgının ortaya çıkmasının bir sır halini alması, yani zombi salgınının “nedeni” gene bir sır olarak ortada kalıyor.ileride bir çözümleme çalışması var.mesela radyodaki haberlerde söz edilen rivayetler: uzaydan gelen salgın.amerikanın bir uydusunun yük radyoaktiviteye maruz kalıp dünyaya düşmesi.
    Bir sonuca bağlamak gerekirse survival tarzı filmleri seviyorum.Bu filmde ise her izleyişimde iliklerime kadar hissediyorum.

Bir yanıt yazın

Your email address will not be published.

blank

Öteki'den Haber Al

Buna da Bir Bak!

blank

Silverado (1985)

Aşağı yukarı 20 yıl sonra Lawrence Kasdan’ın Silverado’sunu (1985) tekrar
blank

The Fifth Cord (1971)

Işığın ve gölgenin tarihindeki unutulmaz zaferlerden biridir “The Fifth Cord”.