Korku sinemasının usta yönetmenlerinden Wes Craven, 30 Ağustos 2015’te aramızdan ayrıldı. Ardında otuza yakın film miras bırakan ustanın filmografisine şöyle üstünkörü bir göz attığımızda gördüğümüz manzara, bize onun ne kadar önemli bir sinemacı olduğunu göstermeye fazlasıyla yeterli gelir. İçinde barındırdığı gizli hazineleri bir kenara bırakalım, her on senede bir korku sinemasını derinden etkileyen öncü bir filme imza atmak kolay bir iş değildir: Yetmişli yıllarda ilk filmi The Last House on the Left (1972), seksenli yıllarda A Nightmare on Elm Street (1984) ve doksanlı yıllarda Scream (1996). Her biri döneminin belirleyicisi olmuş, “Fareli Köyün Kavalcısı”ndaki kavalcı gibi kendi takipçilerini yaratmış yenilikçi filmler.
A Nightmare on Elm Street, ustanın bütün filmleri arasında tartışmasız en önemli olanıdır. Craven, bu filmden sonra sadece dünya çapında tanınırlığını artırmakla kalmamış, aynı zamanda ismini gelmiş geçmiş en önemli korku yönetmenleri arasına bir daha silinmemecesine yazdırmıştır.
Yapım Öncesi
Böylesi bir klasiğin daha senaryo aşamasındayken büyük stüdyolar tarafından paylaşılamadığını düşünebilirsiniz. Ancak durum hiç de sandığınız gibi değildir. Craven, senaryoyu tamamladıktan sonra tam 3 sene ulaşabildiği bütün stüdyoların kapısını aşındırır ama cevap hep aynı olur: Hayır! En sonunda New Line Cinema’dan Robert Shaye senaryoyla ilgilenir. New Line Cinema, o zamanlar bırakın büyük bir yapım şirketi olmayı, tabir yerindeyse bir masa bir de kasadan müteşekkil küçük bir dağıtım şirketidir. Pink Flamingos ya da Reefer Madness gibi ilgi çekeceğini düşündükleri filmlerin yasal hak sürelerinin dolmasını fırsat bilen şirket, bu filmlerin haklarını alıp bunları askeri üsler, açık hava sinemaları ya da hapishaneler gibi mekânlarda göstererek üç beş kuruş kazanmanın derdindedir. Projesine güvenen Craven, filmi gerçekleştirebilmek için New Line Cinema ile anlaşır. Şirket, yaklaşık 2 milyon dolarlık bütçeyi denkleştirebilmek için neredeyse bütün mal varlığını ipotek eder. Hatta Robert Shaye’in de evini, arabasını yani her şeyini ipotek altına aldırarak hayatının kumarını oynadığından bahsedilir. Yani kısaca A Nightmare on Elm Street, New Line Cinema gibi küçük çapta bir şirket için “ya tamam ya devam” projesi olur. Sonucu hepimiz biliyoruz; film, yapım ekibinden hiç kimsenin ummadığı kadar başarılı olur ve 30 milyon dolara yakın bir gişe hasılatı elde eder.
Senaryonun ortaya çıkış hikâyesi de oldukça ilginçtir. Craven, verdiği röportajlardan birinde söylediğine göre LA Times gazetesinde gördüğü bir haberden esinlenir. Haberde Endonezya, Filipinler ve Japonya gibi birçok Asya ülkesinde uyumak istemeyen gençlerden bahsedilmektedir. Ayrıca gençlerden bazılarının uykularında öldüğü ve ölüm sebeplerinin tam olarak bilinemediği belirtilmektedir. Bu tip durumlara verilen birkaç tıbbi isimden biri de Kâbus Sendromu’dur (Nightmare Syndrome).
Oyuncu Seçimi ve Popüler Kültüre Mal Olmuş Bir Korku İkonu:
Freddy Krueger
A Nightmare on Elm Street’in bu denli başarılı olmasının arkasında birçok sebep vardır. Bunlardan biri de nokta atışı oyuncu seçimleridir. Önce ‘slasher’ların ana ögelerinden kurbanlara, yani delifişek gençlerimize bir göz atalım. Nancy rolündeki Heather Langenkamp fiziksel açıdan mükemmel bir final kızıdır. Tina rolündeki Amanda Wyss ilk kurban olacağının sinyallerini erkenden veren “ahlaksız” sarışın rolüne cuk oturur. Tina’nın belalı erkek arkadaşı Rod rolünde Jsu Garcia ve Nancy’nin kibar ama gerektiğinde fedakâr erkek arkadaşı Glen rolünde Johnny Depp on numara seçimlerdir. Bu isimlerden ilk üçü senaryodaki karakterlerin aranan özelliklerine sahip olduklarından seçmelerde rahatlıkla ilk tercih olurlar. Ancak Glen rolü için birçok seçenek vardır. Mesela Charlie Sheen de role talip olur ama fiyatta anlaşamazlar (haftada 3.000 dolar ister). Craven, sonunda fazla oyunculuk tecrübesi bulunmayan Depp’i tercih eder ve senaryoda değişikliğe giderek Glen rolünü genç oyuncuya daha uygun hale getirir.
Gelelim ‘slasher’ların olmazsa olmazı katil figürüne. Her ‘slasher’, katilin karizması oranında etki alanı yaratır. Craven’ın daha senaryo aşamasındayken yarattığı katil figürü zaten başlı başına bir fenomendir. Gençlere rüyalarında musallat olan, yanarak can vermiş bir katilden daha ilk bakışta etkilenmemek mümkün değildir. Rüya unsuru ile doğaüstü bir yanı bulunan katil, birçok evrensel temayı da bünyesinde barındırır. Rüya, kâbus ve öcü gibi kavramların dünyanın hemen her kültüründe karşılığı vardır ve kolayca kabul görebilecek bir potansiyele sahiptir. Ayrıca katil doğaüstüdür ama cinayet işlemek için rahatça anlaşılabilir, ayakları yere sağlam basan, mantıklı bir gerekçesi de vardır: İntikam. İnsanların korkularıyla özel olarak ilgilendiği bilinen Craven, neredeyse hiç açık kapı bırakmadan mükemmel bir katil figürü yaratmıştır: Freddy Krueger.
Biraz da bütçe sıkıntıları nedeniyle ilk başta Freddy’yi herhangi bir dublörün oynamasına karar verilir ama ilk deneme çekiminden sonra hemen vazgeçilir. Çünkü Freddy, diğer ‘slasher’ katillerine çok fazla benzemez. Kurbanlarıyla hiç beklenmedik bir anda değil sanki sözleşmiş gibi rüyalarda buluşur, onlara sessizce yaklaşmaz, öldürmeden önce bir hayli gürültü patırtı kopartır, sessiz değildir, konuşur ve çoğu zaman da esprili bir biçimde konuşur, mizahi bir yönü vardır, kimliği belirsiz değildir, kimi neden öldürdüğü anlaşılabilir sebeplere bağlıdır. Bütün bu detaylar, Freddy’nin belirgin kişisel özellikler kazanmasına neden olur. Bu sebeple diğer ‘slasher’ serileri, katili farklı oyuncu ya da dublörlerin oynamasına müsaade etse de aynı kural A Nightmare on Elm Street için geçerli olamaz. Belli karakteristik özelliklere sahip bu katilin, onu en iyi yansıtacak oyuncu tarafından canlandırılması elzemdir.
Wes Craven, ilk başlarda Freddy’yi daha yaşlı biri olarak hayal eder, bu yüzden David Warner ile anlaşırlar. Ancak Warner’ın başka projeleri araya girince anlaşma iptal olur. Bunun üzerine o sırada -ülkemizde de bir hayli popülarite kazanmış- TV dizisi Visitors’da (Ziyaretçiler) oynayan Robert Englund önerilir. Craven, Englund’u görür görmez etkilenir ve rolü ona verir. Englund’un yerinde duramayan enerjik yapısı ve mizahi yönünün yanı sıra gözlerindeki kötücül bakış, Craven’ın kafasındaki Freddy ile birebir örtüşür. Karakterin çok iyi yazılmasının dışında Englund da Freddy’ye çok fazla şey katar. Werner Herzog’un Nosferatu’sundaki Klaus Kinski ve gangster rollerinin favori oyuncularından James Cagney gibi oyuncuların fiziksel hareketlerini karakterine yediren Englund, Freddy’ye senaryoda olmayan birçok fiziksel özellik kazandırır.
Ve tabii ki deneyimli oyuncular; düşük bütçeli filmlerde uygun fiyatlara oynayan John Saxon ve Ronee Blakley gibi oyuncuların varlığı, A Nightmare on Elm Street gibi bütçe sıkıntısı çeken filmlere sadece tecrübeleri ile bile inanılmaz katkılar sağlar. Filmde ayrıca yapımcı Robert Shaye’in kız kardeşi Lin Shaye de öğretmen rolündedir. Bilindiği gibi Lin Shaye, bugünlerde Insidious serisi sayesinde bir hayli popüler.
Özel Efektler
Filmin başarılı olmasının arkasında yatan önemli sebeplerden bir diğeri de özel efektlerdir. Çekimleri 26 gün süren filmde seksenden fazla özel efekt gerektiren sahne bulunmaktadır. Bütçe sıkıntısı nedeniyle her biri ucuz ama dâhiyane buluşlar sayesinde çok daha pahalılarından bile daha etkili ve işlevsel efektler, filmin değerini katbekat arttırır. Mesela daha hemen filmin başındaki rüya sekansında Tina, Freddy ile çıkmaz bir arka sokakta karşılaşır. Freddy’nin sağa ve sola doğru uzanan kolları bütün sokağı kaplar. Cansız manken kollarını uç uca ekleyerek yukarıdan tutulan olta kamışlarının ucundaki iğnelere geçirilerek dengede tutulmaya çalışılan uzamış kollar, kendi içinde komik görünmekte hatta bir parça sakil durmaktadır. Ancak gergin atmosferin de yardımıyla ürkütücü olmayı başaran, düşük sayılabilecek bir bütçeye sahip film için fazlasıyla “olmuş” bir sahnedir. Ya da Tina’nın duvarlarda ve tavanda sürüklenerek öldürüldüğü sekans. Kendi etrafında 360 derece dönebilen bir oda inşa eden teknik ekip, odayı döndürerek oyuncunun duvara dik şekilde yükselmesini ya da tavanda sürüklenmesini inandırıcı bir şekilde kameraya almayı başarır. Aynı şekilde Nancy’nin küvet sekansı da çok etkileyicidir. Bir su tankının üzerine inşa edilen küvetin içine giren Nancy’nin bacakları arasından yükselen Freddy’nin eli ve sonrasında Nancy’nin küvetin içine çekilmesi gibi sahneler, alttaki tankın sağladığı geniş alan sayesinde ekstra çekim yapmaya gerek bırakmadan kolayca halledilir.
Senaryo
Burada tabii ki Wes Craven faktörü devreye girer. Senaryo aslında çok basit görünür. Elm Sokağı sakinlerinin çocuklarını öldüren bir çocuk katili, intikam peşindeki öfkeli ebeveynler tarafından yakalanıp bir kazan dairesinde yakılarak öldürülmüştür. Her nasılsa rüyalar aracılığıyla geri dönmeyi başaran katil, ebeveynlerin diğer çocuklarına musallat olur. Senaryodaki en belirgin farklılık rüya faktörünün devreye girmesiyle kendini gösterir. Diğer ‘slasher’lardan farklı olarak fantastikle dirsek teması kuran A Nightmare on Elm Street, rüya âlemi ile gerçek dünya arasında gidip gelen bir köprü kurmaya girişir ve asıl korkuyu bu sayede yaratır. Sonuçta herkes uyumak zorundadır ve filmi izleyen herkes rüyasında Freddy ile karşılaşmaktan korkar. Nasıl ki bir nesil Jaws nedeniyle denize girmekten çekindiyse, bir başka nesil de A Nightmare on Elm Street nedeniyle uyumaktan çekinir olur.
Bir de çok tartışılan çocuk tacizi meselesi var. Senaryonun ilk halinde Freddy, sadece bir çocuk katili değil aynı zamanda bir çocuk tacizcisidir. Fakat çekim aşamasındayken bütün Amerika’da ses getiren bir çocuk tacizi davasının filmin akıbetini olumsuz etkileyebileceği düşünülür ve bu detay filmden bütünüyle çıkartılır. Gerçi tamamen çıkartıldığını söylemek mümkün değildir, alttan alta izleyene hissettirilen bir çocuk tacizi şüphesinin varlığından bahsedilebilir. Freddy kurban olarak seçtiği gençlerin yataklarına, küvetlerine ve hatta onların en mahrem yerlerine, rüyalarına girer. Craven, aynı ilk filmi The Last House on the Left’te yaptığı gibi izleyenlerin ahlak anlayışını sorgulamaya da girişir. Terazinin bir kefesine çocuk katili ve tacizcisi Freddy Krueger’ı, diğerine ise onu yakalayıp acımasızca linç eden kurbanların ebeveynlerini koyar.
Tartışmalı Final
Filmin finali de çok tartışmalıdır. Craven’ın yazdığı ilk senaryo mutlu sonla bitmektedir. Nancy, Freddy’yi alt eder ve ertesi gün okula arkadaşlarıyla birlikte giderken film biter. Her şey kötü bir kâbustan ibarettir ve gençler bu kâbusu fazla hasar almadan atlatmıştır. Ancak yapımcı Robert Shaye, bu finali hiç beğenmez. Bunun üzerine devam filmlerine göz kırpabilecek daha kötücül birkaç final daha yazılır ve bunların her biri çekilir. O mu olsun, bu mu olsun tartışmaları bir yere bağlanmaz ve sonuçta hepsinin kullanılmasına karar verilir. Filmi izlediğimizde gördüğümüz final bölümü, o tartışılan birbirinden farklı final sahnelerinin tamamının art arda kurgulanmasından oluşmuştur.
Nasıl ki Wes Craven, Amerikan korku sinemasının en önemli yönetmenlerinden biriyse, A Nightmare on Elm Street de en önemli filmlerinden biridir. Korku sinemasının en çok bilinen ve en çok korkulan kötü karakterlerinden biri olan Freddy Krueger’ı ve sadece bu film ile korku yıldızları arasına girmeyi başaran Robert Englund’u biz korkuseverlere hediye etmesi de cabası.
Murat Kızılca, Eylül 2015
Poster Galeri
Not: İlk olarak Film Arası dergisi Ekim 2015 sayısında yayınlanmıştır.