A Serbian Film: Srdjan Spasojevic & Aleksandar Radivojevic
Geçtiğimiz hafta sonu nihayet Srpski Film’i (A Serbian Film, 2010) izleme şansı buldum. Film bende bomba etkisi yarattı. Fazlasıyla etkilendiğimi itiraf etmeliyim. Film hakkında bir şeyler yazmalıydım. Öteki Sinema’da daha önce yazılmış güzel bir inceleme yazısı olduğu için, Bloody Disgusting sitesinde rastladığım filmin yönetmeni ve senaristi ile yapılmış röportajı çevirmeye karar verdim. Röportaj David Harley tarafından yapılmış. Yazının bundan sonrası sitedeki röportajın çevirisinden ibarettir. Keyifli okumalar.
Öteki Sinema için çeviren Murat Kızılca
Not: Filmin senaristleri Aleksandar Radivojevic ve Srdjan Spasojevic röportaj esnasında hazır bulunmuşlar fakat sadece Aleksandar yeter derecede iyi İngilizce bildiğinden, ikisi adına sorulara o cevap vermiştir.
David Harley: A SERBIAN FILM, dürüst olmak gerekirse, gerçekten sağlam bir mideye sahip olmayı gerektiren şeyler içeren grafik (şiddet) muhtevası nedeniyle, birçok izleyici tarafından eminim ki yüzeyde görünen kısmı ile değerlendirilecek. Bu yüzden, açıkça ilk sorum sizin derdiniz ne çocuklar şeklinde olacak?
Aleksandar Radivojevic: (güler)
DH: Ama bütün ciddiyetimle söylüyorum, bu izleyen herkesin içinde çok güçlü duyguları kışkırtan, son derece öfkeli ve güçlü bir korku filmi. A SERBIAN FILM’in tohumlarının atılmasına ne sebep oldu?
AR: Bütün hayatımız boyunca Sırbistan’da yaşadık ve son 20 senede olan çalkantılı olaylara bizzat tanıklık ettik. Gerçekten bunaltıcı ve korkutucuydu. Ön plana çıkan politik meseleler ve bunun gibi şeyler oldu ama bu aynı zamanda olan bitenle beraber edindiğimiz kendi tecrübelerimiz ve her an her şeyin olabildiği bir çevrede yaşama ile gelişmeye başlayan duygular. Bu uzun zamandan beri biriken bir şey gibi ve uzun zamandır depolanmaya devam ediyordu. Sırbistan’da bir film yapmak da sinir bozucu; gerçekten farklı ve meydan okuyan bir şey yapmak zorundasınız. Ayrıca bizim düş kırıklığımız kendimize ait filmler yapamıyor oluşumuz. Güya Sırbistan’da çok güçlü ana akım işlerimiz var; bu daha çok şuna benziyor, ilhamımızın gözünü bağlıyorlar ve böylece otorite ve hükümetin sürekli baskısından kaynaklanan düş kırıklığı ve öfkeyle ilgili duygularımızı ortadan kaldırmaya çalışıyorlar. İnsanın kaderini kendi eline almasını engelleyen bazı güçler vardır. Sanki kukla gibi oynatılıyorduk. Bunlar, fikirlerimizin oluşmasına gerçekten ilham veren şeylerden bazıları. Yaklaşık 5 sene önce tanıştık ve bir film yapmaya karar verdik. Sonra kendi tecrübelerimizden ve hissettiklerimizden konuştuk. Bunların hepsi şiddetli bir şekilde filme aktı. Tür sinemasının çok büyük hayranlarıyız, özellikle Sırp sinemasında daha önce yapılan hiçbir şeye benzemeyen 70’ler Amerikan sinemasının. Bundan dolayı filmi ikimizin de sevdiği bir tür içinde yaptık. Gerçekten önemli, söylemesi zor ama söylenmesi gereken şeyleri söylemek istedik. Bugünlerde Sırbistan’da sanat yoluyla arınma gerçekten sevilen bir şey. Gerçekten yıkıcı, gerçekten güçlü bir sanat yoluyla arınma. İnsanların buna ihtiyacı var, çünkü savaşlar yüzünden duyarsızlaştılar. Hayatlarına gerçekte ne olduğunu göstermek için bir çeşit sanatsal soğuk duşa ihtiyaçları var. Film bütün sorunlarımızın bir abartısı. Kendi deneyimlerimizi ve hükümetimiz hakkındaki gerçekleri aldık, hepsini bu türe akıttık, anlam ve gaddarlık ile filmin içine gömdük.
DH: Filmin önemli mesajlarının etrafını işlemek için anlatıma nasıl çözüm buldunuz? Sizce en çok nelerden etkilendiniz?
AR: Metaforlarla oynamaya bayılırım. Masaya çıplak bir metafor koymak, bir çizim yapmak gibidir. Mesela “patronun seni s.kiyor” dediğimizde, patronunu seni s.kerken çizeriz ama hepimiz biliriz ki gerçekten seni s.kmiyordur. Biz sadece nasıl hissettiğini tasvir ediyoruz. Filmle yaptığımız şey de bu. Otorite tarafından ırzımıza geçildiğini hissettik; sanat ve politikadaki otoritelerimiz o kadar dar görüşlü ve sınırlı ki her şeyi imkansız hale getiriyor. Her gün işine gittiğinde, sanki sürekli kendini pazarlıyorsun. Filmin pornografik doğası budur; şimdiye kadar sahip olduğun her iş edepsizdir. Porno gibi, çünkü aileni beslemek için s.kilirsin. Metaforları ete kemiğe büründürdük, aynı üstad David Cronenberg gibi, bu film için en büyük ilham kaynaklarımızdan birisidir. O her zaman metaforları ete kemiğe büründürür. Dediğim gibi, bu patronunun seni s.kmesidir, sana patronunun seni s.ktiğini gösteriyoruz. Irzımıza geçildiğini hissediyoruz ve bunu filmde gösteriyoruz ve doğal olarak janrın içine oturtuyoruz. Aynı zamanda bizim kendi “Vietnam-sonrası sendromumuz” ile de ilgisi var. Yani Amerikan “Vietnam-sonrası Sineması” dünyanın görüp geçirdiği en güçlü, en ilginç ve en tepkisel sinema olmuştur. Bütün büyük Amerikalı yönetmenler, 70’lerin sonunda ortaya çıkmıştır, Brian De Palma, Martin Scorsese, John Carpenter, John Milius, Paul Schrader gibi; günümüz sinemasını şekillendiren her şey o tepkisel dönemden gelmiştir. A SERBIAN FILM, metaforik bir açıdan söylersek, bizim kendi Vietnam-sonrası filmimiz gibi. Biçim de bundan etkilendi. Roman Polanski, Brian De Palma, William Friedkin. Tabii ki William Friedkin. CRUISING ve SORCERER gibi filmleri. Bütün o sinema, öyle güçlü, keskin ve doğrudan suratınıza inen bir tokat gibi ki. Bu şimdi bizim ülkemizde ihtiyacımız olan bir şey. Sinema daha cesur olmalı. Dürüstlüğünüz ve içsel duygularınız dışarı çıkmalı. Şiddet, umutsuzluk, öfke hakkındaki duygularınız. Hepsi karmaşık bir yolla dışarı çıkmalı. Küçük YouTube videonda bunu yapacağını söylemekle olacak bir iş değil bu. Gerçek bir sinematik anlatım, stilize bir film olmasını istedik. Sırp olduğumuz için, ne deneyimlediysek onu deneyimledik. Ama filmin, hayatları b.ka çeviren otorite hakkında evrensel bir anlamı olduğunu düşünüyorum. Benim yazı için ilhamlarım Garth Ennis, Grant Morrison ve Warren Ellis gibi çizgi roman yazarları. Sinemada hiç gün ışığına çıkmamış bütün musibetleri aldım. Bu arkadaşların işlerini sinemaya uyarlamak zordur. Bana ilham veren enerjiyi aldım ve bu işe verdim ve 70’ler Amerikan sinemasındaki bütün umutsuzluklar ile iletişim halindeydim.
DH: Filmi birkaç gün önceki galada gördüğümüzden bu yana, herkesin aklında tutuşan bir soru var. Dürüst olmam gerekirse, bu konu hakkında birçok ilginç tartışma yaptık…
AR: Olağanüstü. Bu film ilk kez gösterildi, artı daha önce yabancı bir seyirci topluluğuna gösterme şansımız hiç olmamıştı. Bu yüzden bizim için kesinlikle büyüleyici. Ülkenizin seyircisi büyüleyici. Sanki sinema her Amerikalının genlerinde var gibi. Nesilden nesile aktarılıyor. Diğer ülkelerde böyle değil. Sinemaya büyülenmek için gidiyorsunuz ve sinemayı doğru bir şekilde tecrübe ediyorsunuz. Bugün dünyadaki sinema algısı çok ikiyüzlü. Yaşlı entellektüeller kaprisli bir tavır ile sinemayı çöp olduklarını düşündükleri yerden yukarı taşımaya çalışıyorlar. Afallamış durumdayız. Filmimize gelen tepkilere bayıldık.
DH: Evet, filmi bundan sonra nerelerde göstereceksiniz? Okyanus ötesinde de bu tarz bir tepki umuyor musunuz?
AR: Birçok festivalden davet aldık. Brüksel, Fantasia, Stockholm, Sitges… bütün bu festivalleri ziyaret edeceğiz. Filmi ülkemizde göstermeye çalışmadan önce bütün dünyaya göstermeliyiz diye düşünüyoruz. Sırbistan’daki durum çok karışık. Sırp halkı duyarsızlaştırıldı ama aynı zamanda kaçmak istedikleri şeyi düzeltmeye niyetleri yok. Ülkemizde gösterebiliriz, şu anda sadece dağıtım ağının ne kadar geniş olacağı belli değil. Bütün bu festivaller filmin gösterilmesi adına teşvik edici olacak, çünkü insanlar film hakkında konuşuyorlar. Yabancıların filmi nasıl algıladığını görüyorlar ve bu da dağıtımcıların filmi gösterme iştahlarını kabartıyor. Filmi kesintisiz (‘uncut’) gösterebileceğiz ve film şu anda tam olmasını istediğimiz gibi. Bu filmin olmasını amaçladığımız hali. Mecburi kesmeler ve başka bir müdahele olmadan.
DH: Demek ki orada üstesinden gelmeniz gereken bir denetim kurulu yok?
AR: Şu anda yok ama bu filmden sonra çok eğleneceğiz. (güler) Yeni bir tane kuruyoruz. Şu anda Sırbistan sinemasında kesinlikle yeni bir akım var. Mladen Djordjevic’in yönettiği THE LIFE AND DEATH OF A PORNO GANG var mesela, bir sürü festivalde gösterildi, Brüksel gibi. Sırbistan sinemasında birçok şey oluyor, genç yönetmenler otoriteler tarafından insanlık dışı muamelelere maruz kalmaktan bıktılar. Otoriteler, büyük koltuklara oturmuş Meytuşelamlar* gibiler.
DH: Daha önce söylediğime geri dönersek, geçen gece filmi izlerken, sonunda insanların CANNIBAL HOLOCAUST’u ilk defa izledikten sonra neler konuştuklarını anlayabildim. “Aman Tanrım” demek isteyeceğiniz bir şey, çünkü çok aşırı ve beklenmedik anları var. A SERBIAN FILM’in bir gecede meşhur olan, insanların başkalarına “cesaretin varsa izle” dediği eski efsanevi splatter ve istismar filmleri gibi olacağını hissediyorum.
AR: Son yıllarda kaybolmaya yüz tutmuş bir tepki bu. Böylesi filmlere sıklıkla rastlamıyorsunuz, sadece sınırları zorlamaktan bahsetmiyorum. Dünya ahlaksızlık rekorunu kıracağız veya bunun gibi şeyler değil. Hayır, aklımızda asla böyle bir düşünce yoktu. Sadece anlatacak bir hikayemiz var. Kendi ideal 70’ler filmimi anlatmak istedim: Bahisler kapanmıştır ve az sonra ne olacağından haberin yoktur. Çok güçlü duygular hissettiğimiz bir tür bu, filmlerin bizi tekrar heyecanlandırmasını istiyoruz. Bu anlamda sanatın sınırı olmamalı çünkü bu şekilde daha arındırıcı olabiliyor. Sanat ne kadar vahşi olursa, gerçek hayat o denli evcilleşir. İkisi birbiri ile direkt bağlantılı; gerçek hayat ve sanat.
DH: Filmde geçen cümleyi tam olarak hatırlamıyorum ama yönetmen sanat ve pornografi arasındaki sınırı geçmekten bahsediyordu. Siz senaryoyu yazarken …
AR: Filmin kendisi hakkında bir eleştiri aslında o; bu yönüyle de fazlasıyla post-modern.
DH: Hazır bunun hakkında yorum yaparken, kendinizi “o sınırı aşmak” ya da “aşırı görüntüler göstermek” konusunda seyirciye karşı sorumlu hissettiniz mi? Filmin herhangi bir yerinde o sınırı bulanıklaştırdığınızı ya da belki de aştığınızı düşünüyor musunuz?
AR: Biz sadece hikayemizi olabilecek en etkili ve en direkt yoldan anlatmaya çalışıyoruz. Ayrıca bazı şeyleri zorlamanın çok iyi ve iyileştirici olduğunu düşünüyoruz. Arındırıcı ve iyi; sanat daima ileriye doğru itilmeli. Esin kaynağı olan bazı duygularımızın çok güçlü olduğunu ve aşırı metaforlar ile aynı oranda güçlü bir şekilde gösterilmesi gerektiğini düşünüyoruz. Tecavüze uğramış gibi hissediyoruz ve bunu aynen filme koymak istedik. Film görsel bir araç ve bunu göstermemiz lazım. Yoksa ahlaksızlık rekoru kırmaya falan çalışmıyoruz. Filmde kahraman, aynı zamanda bir nevi kurban çünkü piramidin en üstünde değil. Bazı insanlar tarafından kullanılarak yapmak istemediği şeyler yapıyor.
DH: Anlatım ve mesajın yararına, sansasyonalizm ile bu eylemleri tasvir etmek arasındaki dengeyi bulma konusuna nasıl yaklaştınız?
AR: Bazı insanlar için bazı şeyler eminim ki çok boğucu olabilir. Zaten, böyle bir şeyin bir filmde gösterildiğini söylediğiniz zaman, insanlar hemen “Aman Tanrım, bu filmi hayatta seyredemem” diyorlar.
DH: Almanya’da kötü bir tecrübe yaşadığınızı biliyorum, içeriği nedeniyle filmin kopyalarını basmamışlar.
AR: (güler) Filmi basmıyorlardı. İnanılmaz. Almanya’da film yakmak her zaman moda.
DH: (güler)
AR: Baskı işi zaten bitmişti ve iş neredeyse tamamlanmıştı. Laboratuvarda iki aylık bir çalışma sonrası bize geldiler ve filmdeki bazı kısımları basma konusunda emin olmadıklarını ve polis çağırıp bir avukata danışmaları gerektiğini söylediler. Neden diye sorduğumuzda, filmin bazı kısımlarının şüphe uyandırıcı olduğunu söylediler. Polis bizimle saatlerce konuştu, sanki filmdeki bazı sahneler gerçekmiş de, sanki snuff film çekmişiz de. Çok komik; hangi manyak kalkıp bir snuff filmi 35 mm’ye bastırmaya çalışır ki? Bütün kopyaları, senaryoyu, her şeyi vermek zorunda kaldık. Yalan söylemediğimizden emin olmaya çalışıyorlardı. İkinci seferde de benzer sorunlar ile karşılaştık.
DH: (güler) Sonuçta filmi nerede bastırabildiniz?
AR: Budapeşte’de, ikinci seferde. Tamam dedik, bir anlaşma imzalayacağız, filmin bütün içeriğinden biz mesuluz, bütün sorumluluk bize ait. Ancak bu şekilde ikna edebildik.
DH: Sırbistan’ın durumundan konuşursak, ülke bütün bu politik karmaşa ve sorunlar ile uğraşıyor, filmi çekerken zorluklar yaşadınız mı?
AR: Hayır, Sırbistan komünist bir ülke değil ama filmi yaptığımızı bilen insanların yorumları işi zorlaştırdı. Ölsek gerçekten çok mutlu olurlardı. (güler) Sanki bizi gerçekten öldürmek istiyorlardı, daha önceden verdiğim patronun sizi s.ktiği örneğinde olduğu gibi ama hiç ceza almadan bu işi tamamlamamız hiç hoşlarına gitmedi. Sırbistan’da kesinlikle çok güçlü duyguları anımsattık ama işin bir de diğer tarafı var; hayranlar. Ülkemiz ve sinema hakkındaki duygularımızı paylaşıyorlar. Böyle bir film kendi ülkelerinde çekildiği için sevinçten havalara uçuyorlar.
DH: Böyle bir filmin oyuncu seçimini nasıl yaptınız? Filmin içeriğine takılan oldu mu?
AR: Doğrusu filmde görev alanlar hep ilk tercihlerimizdi. Sırbistan’ın en büyük aktörleri rol aldı. İki ana karakter, Vukmir ve Milos, günümüz Sırbistan’ının en büyük iki aktörü. Bu filmi daha da etkileyici kıldı. İyi performanslar aldık. Sizin Oskarlık dediğiniz türden işler çıkaran aktörler bunlar, ki filmde de bunu yapıyorlar. (güler) Bilinçli ya da bilinçsizce aynı duyguları paylaştılar. Bu yüzden teklifi kabul ettiler, işi ve yapmaya çalıştığımız şeyi sevdiler.
DH: İkiniz senaryoyu beraber yazdınız ve çok açık ki aynı duyguları ve idealleri paylaşıyorsunuz ama içinizden herhangi biri bu işbirliği süresince çekemeyeceğiniz bir şeyle geldi mi? Sizi çok çeken ama finansal olarak zorlayan bir şey?
AR: Hayır, çok sağlıklı bir işbirliği oldu. Aslında biz senaryoyu filmi çekme aşamasından çok önce yazdık. (güler) Fikirler havada çarpıştı ve asla filme çekemeyeceğimiz ya da sonradan keseceğimiz bir şeyler ortaya çıkmadı. Her şeyi ifade ettik. Asıl soru her zaman “gerçek mi, değil mi?” oldu. Eğer gerçekse, kati gerçek mi ve doğru metafor mu? Güçlü sinema için güçlü beğenilerimiz var, bu yüzden gerçekten korkuyorduk. Hikaye nereye giderse takip ettik.
DH: Filmdeki ana setlerin çoğunda harika kullanışlı efektler vardı, hiç CGI farketmedim…
AR: Evet, hiç CGI yok.
DH: Bahsettiğimiz sahneleri yaratmak nasıl bir şeydi? Nasıl bir özel efekt ekibiniz vardı? Zaman ya da bütçe sıkıntısı nedeniyle yapamadığınız efektler oldu mu?
AR: Şeker dükkanındaki çocuk gibiydik. Efektlerden sorumlu arkadaş, Miroslav Lakobrija, Sırbistan’ın Tom Savini veya Rob Bottin’i gibidir. Çok iyidir. Eğer biraz daha paramız olsaydı, insanlar çok daha fazla etkilenebilirdi. Film normal standartlar göz önüne alındığında bile düşük bütçeliydi. Bunu bilerek filmi yazdık, elimizdeki bütçeyle altından kalkamayacağımız şeyleri hiç yazmadık. Çekilen her sahne kullanıldı.
DH: Filmle beraber festivalleri gezdikten sonra sonunda filmi Sırbistan’da göstereceksiniz. Sırada ne var? Beraber bir film daha yapacak mısınız? Ya da yapmaya başladığınız işler var mı?
AR: Birkaç bomba fikrimiz var ama her şey bu filmin alacağı tepkiler ile çok alakalı. Bu film bağımsız olarak Srdjan tarafından finanse edildi. Sonraki filmimiz için destekçiye ihtiyacımız var. Bu yüzden bizi finanse edecek kadar cesur insanlar var mı, ona bakacağız. Ama “son filmimizden daha hasta bir iş yapmalıyız” kafasıyla ikinci filme girişmiyoruz. Hayır, daha sakin ama yoğun bir iş olacak.
DH: Gene tür sineması mı olacak, yoksa bambaşka bir şey mi?
AR: Tür sinemasında sınırlar vardır, evet. Bazı anlarda tür sinemasıyla ilişkide ama daha önce görmediğiniz bir şey olacak.
DH: A SERBIAN FILM gibi. (güler)
AR: (güler) Hayır, daha önce gördüğünüz hiçbir şey gibi değil, orası kesin.
********
*Meytuşelam: İdris Peygamber’in oğlu. Nuh Peygamber’in büyükbabası. 969 yaşına kadar yaşamıştır. Nuh Tufanı’ndan yedi gün önce ölmüştür. Günümüzde genelde çok fazla yaşlanmış canlıları kastetmek için kullanılır. (Wikipedia)
Röportaj kaynak: http://www.bloody-disgusting.com/interview/638