Abdullah Çeper: ‘İnsanın yazıp çizdiği, hayal ettiği şeylerin tümü anıları ve anadiliyle beslenir’

17 Mart 2024

Abdullah Çeper ile Kaç Gün Sürecek filmiyle ilgili tanıştık. Film bir ailenin başına gelen talihsizliklerle ilgiliydi ve bunlar zincirleme şekilde devam ediyordu. Umut etmenin güçleştiği, her şeyin dibe vurmaya müsait olduğu bir ortamda Abdullah bir soru cümlesi içeren filminin adıyla çözüm arıyor gibiydi… Kendisine sorularımı yönelttim, dolu dolu ve samimiyetle yanıtladı. İyi okumalar.

Öteki Sinema için söyleşen: Banu Bozdemir

Merhaba Abdullah seni biraz tanıyalım…

Merhaba, ben Abdullah Çeper, Marmara Üniversitesi Sinema ve Televizyon Bölümü’nden mezunum. Şu ana kadar iki kısa filmimi çekebildim ve halen projelerimi gerçekleştirmeye çalışıyorum. Sinemayla ilk tanışmam babam ve ailem sayesinde oldu diyebilirim. Ben küçükken babamın televizyon tamir etiği bir dükkanımız vardı ve DVD ile babam bize filmler getirirdi, izlerdik. İlerleyen zamanlarda bu internet ile daha da kolaylaştı ve Michael Haneke’nin filmlerini izledikten sonra ben de sinema yapmalıyım hissine kapıldım. Bunların etkisiyle fotoğraf makinesi alıp fotoğraf çekmeye başladım oradan sinemaya kadar uzanan bir yola girmiş oldum aslında. Şimdi sinema projelerinde rejide çalışıyorum ve kendi filmlerimi çekmek için çabalıyorum.

blank

Son filmin Kaç Gün Sürecek ile Akbank Kısa Film Festivali’ndesin. Antalya Altın Portakal’da festival iptal edildi. Bu süreci biraz anlatabilir misin? Festivallerin iptal edilmesi kime yarıyor, yönetmenler için ne anlam ifade ediyor?

Evet filmim son olarak Akbank Kısa Film Festivali’nde finalist olarak seçildi ve 25 Mart-4 Nisan tarihleri arasında İstanbul’da seyirci karşısına çıkacağız bundan dolayı çok mutluyum çünkü belirttiğiniz gibi Antalya Altın Portakal’da seyirci ile buluşamamıştık ve ilk defa filmimi gösterme şansım olacak. Festivallerin iptal edilmesinin aslında Türkiye’de sanatın kime alan açıp kime yer bırakmayacağı çatışmasının bir sonucu olduğunu düşünüyorum, sinemacılar için bu festivaller olurken, yazarlar için yayınevlerinin kapanması, şarkıcılar için sahnelerin iptal edilmesi anlamına geliyor. Bugün herhangi bir sanatçı farklı bir söylemde bulunduğunda veya bir yönetmen muhalif bir tutum sergilediğinde, filmi ile sahici tespitler yapıp “dokunmaması” gerek mevzulara değindiğinde ya sahneniz iptal ediliyor ya da filminiz sansüre uğruyor. Antalya’da da bunu yaşadık ve aslında festivalin iptal edilmesi biz yönetmenler için de “birilerinin” bize parmak sallaması anlamına geliyor. Festivalin iptal edilmesi elbette çok kötü, yıpratıcı bir süreç, yıllarca, aylarca emek verdiğiniz, paralar harcadığınız projeniz Türkiye’nin en önemli film festivalinde gösterilecek, belki ödül alacakken, yeni network kurup festival sürecini ciddi anlamda etkileyen gelişmeler olacakken, hepsinden mahrum kalıyorsunuz ve emekleriniz bir anda kenara itilip atılıyor.

Kaç Gün Sürecek bir aile için sıkıntılı bir süreci anlatıyor, hikayeyi yazarken sana neler ilham oldu? Film nerede çekildi?

Senaryolarımı yazarken genel olarak bana ilham veren her zaman yaşama karşı hissiyatım veya yaşamın bende uyandırdığı duygular oluyor. Sinemada bahsettiğim o hisleri, duyguları hikayeler ve olaylar üzerinden aktarmaya çalışırız. Ben de Kaç Gün Sürecek filmimi yazarken o ailenin yaşadığı zor durumlar ve insani sancılar karşısında karakterlerimin etrafını saran o kasvetli hissin-atmosferin peşine düştüm ve bu noktalardan ilham aldım. Filmi İstanbul’da Bağcılar ile Bahçelievler’deki mahallelerde, bir kısmını da Beyoğlu’nda bir restoranda çektim.

Kaç gün Sürecek bir yandan da sadece bir aileyi değil, daha çok insanı etkileyen bir süreci anlatıyor gibi, süreci nasıl kurguladın, çekimler nasıl gitti?

Film günümüzde insanların özellikle büyük şehirlerde yaşadığı sıkıntılardan yola çıkarak daha insani duygulara dokunmayı amaçlıyor yani böyle bir kurgu etrafında yola çıkmıştım ilk yazarken. Filmdeki süreci kafamda kurgulayıp yazarken bu aksı kaybetmemeye özen gösterdim çünkü sadece Baran ile Zeyno karakterinin (ailenin) filmdeki problemine odaklansaydım film derinleşmeyecek ve insanı etkileyen o duygudan, kasvetten mahrum kalacaktı. O yüzden filmdeki olayları, insanı etkileyen ve duyguları, hisleri abartan noktalara taşımayı amaçladım. Çekimler elimizdeki bütçe zayıflığı nedeniyle zor geçti diyebilirim, zamanımız çok kısıtlıydı ve ekip olarak iş yükümüz fazlaydı ancak yine de filme gönülden inanan insanlarla çalıştım ve süreç zor ama iyi gitti.

blank

Aynı zamanda başka bir kısa filmci ve oyuncu olan Aram Dildar’ı filminde oynatmışsın, biraz ona da değinelim…

Aram ile çalışmak benim için çok eğlenceli ve verimli oldu. Çünkü karşınızdaki oyuncu sizin gibi film yapmanın tüm süreçlerini yaşamış biri olunca daha az sürede ve az cümleyle anlaşabiliyorsunuz bu da filmi çekerken zamanın kıymetini düşününce hayati bir önem taşıyor. Diğer yandan eğlenceliydi çünkü Aram sadece bir oyuncu gibi düşünmüyor, yönetmen olmanın verdiği gözle sahnelere kendinden bir şeyler katmayı ve zenginleştirmeyi seviyor. Senaryoda olmayan aksiyonlar, eklemeler denemeyi istiyordu ve ben de bunu seven biriyim, tabi zaman el verdikçe.

Bir önceki filmin Fermuar Ucu’nda İstanbul’da yaşamanın, işçi olmanın zorluklarını anlatıyorsun. Kaç Gün Sürecek filminde benzer bir sürece, sınıfsal bir zorluğa el atıyor. Bu durumda kısa film çekerken bakış açını daha çok sınıfsal farklılıklar üzerinden kurduğunu söyleyebilir miyiz?

İlk kısa filmim Fermuar Ucu’nu çekerken Mardin’den İstanbul’a okumaya gitmiş bir sinema öğrencisiydim. İstanbul gibi büyük bir şehirde insanların yaşamak için verdikleri emeği, özellikle işçi olmanın zorluğunu ve benim gibi çeşitli nedenlerle büyük şehirlere göç etmiş Kürtleri görmüştüm ve bundan çok etkilenerek Kürt bir ailenin, işçinin evine girmeyi, evindeki atmosferi perdede yaratmayı çok istemiştim. Kaç Gün Sürecek filmimi yazarken de yine benzer dertler ve ek olarak dünyadaki tüm işçileri yani insanları dert edinmek gibi bir duygu içerisindeydim. Çünkü tüm insanlığın bir şekilde sınıfsal farklılıklar yaşadığını, bunun sonucunda kategorilere ayrılıp farklı semtlerde farklı şartlarda hayatlar yaşamak zorunda kaldıklarını ve bunun içerisinde etnik kimliğinin de bu sürecin bir parçası olduğunu göstermek istedim. Yani film çekerken sınıfsal farklılıklar benim için hayati öneme sahip ama motivasyon kaynağım sadece bu değil tabi.

Filmlerini çekerken maddi koşulları nasıl yarattınız, her şey istediğiniz gibi gitti mi? 

Filmimi çekebilmek için çok zorlandığım bir süreç yaşadım, her şey istediğim gibi gitmedi ancak hiç vazgeçmeden devam etmeye çalıştım. Birçok yere defalarca projeyi geliştirip fon alabilmek için iki yıl boyunca başvurular yaptım ancak hep olumsuz sonuçlandı. Bu noktada durup bir karar aldım ve kendi elimdeki az bir para ve dostlarımın, ailemin, sektörde arkadaşlarımın desteğiyle bu filmi çekme kararı aldım. Böyle olunca işler daha da zorlaştı ve çok kısıtlı imkanlar ve zaman ile filmi çekmek zorunda kaldık. Yani filmi hiç çekmemektense çektik ve iyi ki çekmişiz, sonuçtan çok mutluyum, bana inanıp destek olan tüm ekibime ve aileme de minnettarım.

blank

Filmlerini anadilinde çekiyorsun, zaten Aram’ın Adres filmi de bu konuya değiniyordu, buradaki hassasiyeti biraz anlatabilir misin? Anadilde film çekmeye bakanlık nasıl bakıyor mesela? Destekliyor mu?

Filmlerimi, senaryolarımı düşünme aşamasından başlayıp yazıp çekene kadarki son aşamaya kadar anadilimde kurgulayıp, düşünüyorum. Bu süreç içgüdüsel ve duygusal bir durum. Karakterlerimi, içinde oldukları ortamları, diyaloglarını Kürtçe hissedip yazıyorum ve bundan ilham alıyorum çünkü insanın tüm yazıp çizdikleri, hayal etikleri, anıları ve diliyle beslenir. Bakanlık ilk kısa filmime 2021 yılında yapım desteği vermişti ve o projem de Kürtçeydi ancak son filmim Kaç Gün Sürecek için ne bakanlıktan ne de başka bir yerden fon bulamadım. Sadece kendi projem için söylemiyorum, genel olarak Kürtçe film projelerinin fon bulması daha zor ve çetin bir süreçten geçiyor, gözlemim bu yönde çünkü sadece sayısal olarak bakarsak bile hem bakanlık hem film şirketlerindeki listelerde her zaman Kürtçe projeler parmakla gösterebilecek kadar azdır.

Bundan sonraki projelerin nelerdir, kısa film çekmeye devam mı yoksa uzun metraj var mı sırada?

İlerdeki süreç için hem uzun hem kısa film projelerim var ancak bunları hayata geçirebilmek, bütçeyi bulup bulmamama bağlı. Önce bir kısa film daha çekip ileriyi düşünme planım var. Açıkçası uzun metraj filmin formunu daha çok seven biriyim, daha geniş ve uzun sinemasal zaman içinde hikayemi anlatmak ve daha geniş bir dünya kurabilmek için sabırsızlansam da uzun metraj için biraz daha zamana ihtiyaç var gibi.

Kısa film çekiminden yarışma sürecine kadar kolektif bir alandır, eskiden bu daha çok hissedilirdi, hala öyle mi? Ekonomik zorluklar buna ket vurdu mu?

Gördüğüm kadarıyla insanlar artık istemeyerek de olsa birbirine destek verme konusunda zorlanıp, geride kalmak durumunda kalabiliyorlar. Çünkü geldiğimiz ekonomik şartlarda örnek verecek olursak görüntü yönetmeninin İstanbul’da bir hafta kısa filmde çalışıp o projeye destek vermesi demek o ay kirasını ödemek için zorlanacağı anlamına geliyor. Ama daha önceki zamanlarda insanların birbirine destek verme şansları daha fazlaydı. Yine de ben bu son projemi onlarca insanın desteğiyle çekebildim, ekonomik zorluklar kolektif alana ket vursa da bağımsız sinemacılar bir şekilde direnç göstermeye devam ediyor.

Kısa film festivalleri hakkında neler söylersin, istediğiniz etkileşimi yakalayabiliyor musun, sonuçlar konusunda neler düşünüyorsun vs?

Açık konuşmak gerekirse bazı önemli festivaller dışında Türkiye’de kısa filme ve yönetmenlerine halen üvey evlat muamelesi yapılıyor. Filminizi programlarına alıp seçiyorlar ancak konaklama ve ulaşım konusunda yardımcı olmuyorlar veya kısmen oluyorlar. Bu kabul edilebilir bir tavır değil, özelikle biz yönetmenlerin buna karşı tavır gösterebilmemiz gerekiyor. Çünkü yönetmenin filmi ile festivale gidip insanlarla etkileşime girmemesi, filminin gösterilmesini anlamsız kılabiliyor. Özellikle kısa filmciler için. Diğer çok önemli bir konu da filmlerin seçilme konusu. Yine aynı şekilde birkaç festival dışında seçkilerin tutarlı bir mantığı ve istikrarı yok, önceki yıllar seçilen filmler ile diğer yıllar seçilen filmler arasında akıl almaz farklar olabiliyor. Filmin “kötü” “iyi” konusu elbette tartışmaya açık, geniş bir konu ama bir yönetmenin iki filmini seçen festivallerden tutun da çok temel bakımlardan sinemasal olarak zayıf, kötü filmlerin seçilip çok güçlü filmlerin seçki dışında kalmasına kadar uzanan sorunlar yıllardır devam ediyor.

Son olarak neler söylersin?

Benim için çok dolu dolu ve zevkli bir röportaj oldu bundan dolayı çok mutlu olduğumu belirtmek istiyorum. Sinemanın, sanatın ve emeğin dünyada sömürülmediği ve insanın bunları dert edinmeye ihtiyacı kalmayacağı günleri düşleyip filmler çekmeye devam etmek istiyorum.

blank

Banu Bozdemir

İstanbul Üniversitesi İletişim Fakültesi Gazetecilik Bölümü mezunu... Sinema yazarlığına Klaket dergisiyle adım attı, Milliyet Sanat muhabirliği yaptı. Skytürk TV’de sinema, sanat ve "Sevgilim İstanbul" programlarında yapımcı, sunucu ve yönetmenlik yaptı. TRT için Bakış isimli bir kısa film çekti. Yayınlanmış yirminin üzerinde çocuk kitabı var. Halen cinedergi.com’un editörü, beyazperde.com ve Öteki Sinema yazarı.

Bir yanıt yazın

Your email address will not be published.

blank

Öteki'den Haber Al

Buna da Bir Bak!

blank

Pınar Okan: ‘Gitmek istemiyorlar ama gitmeye mecbur kalacaklarını biliyorlar’

Farklı bölgelerde yaşayan çocukların izlerini farklı mevsimlerde süren Sıradan Birkaç
blank

Hazal Beril Çam: ‘Toplumsal bellek kaybımız, olayları normalleştirme hızımız ve tepkilerimizin absürtlüğü inanılmaz bir seviyede’

Antalya Altın Portakal Film Festivali’nde izlediğimiz Sinek Gibi filminin yönetmeni