Bir Amerikan lisesinde okuduğunuzu düşünün. Yıl sonu gelmiş, ulus tarihiyle ilgili bir piyesi sahneye koyuyorsunuz. Konu; Abraham Lincoln’ün “köleliğin kaldırılması”na odaklanmış siyasi hayatı ve başkan oluşu… Buraya kadar her şey tamam ama muzip bir öğrencisiniz ve yakınlarda izlediğiniz/okuduğunuz 30 Gün Gece (30 Days of Night)nin fazla etkisindesiniz. Hikayeyi biraz değiştirip Güneylileri vampirlerle işbirliği yapan taraf haline getirip iç savaştaki güney ordusuna bolca da vampir ekleyince harika bir temsiliniz oluyor. Oluyor mu gerçekten?
Abraham Lincoln:Vampir Avcısı, zeka düzeyi, içerdiği hamasi milliyetçilik ve kronolojik ancak kopuk anlatımıyla tam bir lise piyesi, kusura bakmayın ama zeka yoksunu aksiyonların unutulmaz yönetmeni Timur Bekmambetov’un daha fazlasını çekebileceğini de sanmıyorum. Beni asıl şaşırtan Tim Burton’un yapımcılığı oldu.
Oyunculuklar filmin sığ duygusallığına hizmet edecek düzeyde. Yeterli ancak herhangi bir derinlik içermiyor. Zaten hikaye iyice karikatürleştirilmiş bir Lincoln karakterine o kadar uzaktan bakıyor ki Benjamin Walker’ın bu rolde bir karakter derinliği yaratması mümkün olmuyor. Fizik olarak role uygunluğundan ve Liam Neeson’a ne kadar benzediğinden bahsedebiliriz. Gerçekte pek de selvi boylu bir dilber sayılmayan Lincoln’un karısı Mary Todd rolünde ise Mary Elizabeth Winstead var. Sanırım filmdeki en iyi performans onunkisi…
Film hakkında çok fazla olumlu şey söyleyemeyeceğim. Oyalayıcı olduğu, bazı çok sıkı aksiyon sekansları içerdiği muhakkak ancak vampir mitine hiç saygı duymayan yaklaşımı yüzünden bu sahneler bile ağızda kekremsi bir tat bırakıyor. Gümüş mermilerle öldürülen vampirlerden bahsediyorum! 60’ların kafası karışık Yeşilçam yapımcılarının aşırı serbest çizgi roman uyarlamalarında rastlanacak türden bir saçmalık bu. Kurtadam mitinden çal, vampire yama… Vampirleri gün ışığına salmak için bulunan bahane de tutunca elinizde kalan bir kapı kolu gibi. Yanaklara bir pıt güneş kremi, haydi plaja!
“Aman yazar, Abraham Lincoln baltasıyla vampir kellesi koparıyor, sen neyin mantığını arıyorsun”? diyebilirsiniz ki zaten filmin çıkış fikrine bile karşıyım. Masters of Horrors serisinin The Washingtonians bölümünde George Washington’ da bir yamyam olarak tasvir edilir ancak oradaki gibi karanlık, gotik bir yaklaşımdan söz edemiyoruz. Abraham Lincoln’ü vampir avcısı yapmak filmin yüklendiği neredeyse Fetih 1453 ayarındaki sığ milliyetçiliği yüceltme amacını taşıyor. Lincoln ömrü boyunca vampirlere göz açtırmıyor ve günümüzden bir sahneyle anlıyoruz ki bütün Amerikan başkanları bu misyonu devralmış durumda… ABD’de artık bir iç savaş olmadığına göre bu kökü kurutulamayasıca vampirler şimdi neredeler acep? Irak, Suriye, İran?
Kuzey-Güney iç savaşı, kölelik karşıtı kuzeyliler ve vampir sevici güneyliler önermesine hapsedildiği için senaryoyu tümden boşverip aksiyona odaklanmak en iyisi… Eğer CGI seven bir bünyeniz varsa ödülünüzü fazlasıyla alacaksınız.
Filmin zirvesi bence finalde değil zaten bu tren baskını sekansı Vampire Hunter D :Bloodlust adlı animeden aşırı esinlenmiş gibi geldi bana… Abraham Lincoln ve annesini öldüren Vampir Barts karakterinin dörtnala koşan atların arasında yaptığı ölümcül kavgayı izlemek çok daha heyecan verici. Bu sekansın hatırına belki tüm filme bile katlanabilirsiniz. CGI’ların başarımının filmin genelinde aynı kalitede olmadığını da söylemek zorundayım. Özellikle nehir gemilerinin gözüktüğü geniş planlar Muhteşem Yüzyıl dizindekileri bile aratır. Finaldeki tren sahnesinde de bariz bir greenbox (yeşil ekran) zafiyeti mevcut. Blu-ray deneyimi sırasında iyice fark edilir olacaktır.
Vampir Avcısı: Abraham Lincoln alt metinlerine aldırmadan izleyebileceğiniz sıkı bir CGI aksiyon ancak bu CGI karnavalı çoğu zaman aksiyonu kaçırmanıza yol açacak bir hız kazandırıyor filme, hatta filmden çok bir animasyon benzetmesi dahi yapılabilir Vampir Avcısı için. Binbir türlü 3D numarası da içeriyor ancak benim gözlerimin artık çok alıştığı türden bir “seyret-unut” filmi bu. Eğlenmek için izlenebilir ancak çok fazla bir beklentiniz olmasın.