Arabesk sinemasının yükselişi, dönüşümü ve zaman içinde alt kültür hâline geri çekilişi, Türkiye’nin toplumsal ve siyasal iklimindeki değişimlerle birebir örtüşen bir serüvendir.

Bu sinemanın 70’lerin başında başlayıp 80’lerde zirveye ulaşan süreci, sadece Yeşilçam’ın içinde bulunduğu yapım krizini değil aynı zamanda kitlelerin duygusal ve kültürel ihtiyaçlarını da gözler önüne serer. Bu noktada, Arabesk filmlerinin neden ve nasıl çok geniş bir izleyici kitlesi bulduğunu anlamak için hem dönemin ekonomik ve sosyolojik koşullarına hem de göç olgusuna yakından bakmak gerekiyor.

1970’lerin başında Hint ve Mısır sinemasından uyarlanan müzikli filmler, Yeşilçam yapımcılarına yüklü gişe kazançları sağladı. Bu filmlerin başarısı, müzikal yapımların yurt içindeki seyircide karşılık bulabileceğini gösterdi. Yeşilçam, gişede başarı sağlayan her eğilimi kısa sürede kopyalayabilen bir sektördü. Dolayısıyla Arabesk müzik yapan şarkıcıların başrolünü üstlendiği filmler de çok kısa bir süre içinde patlama yaptı.

Ferdi Tayfur, erotik film furyasının büyümesini engelledi - Magazin HaberleriOrhan Gencebay, Ferdi Tayfur gibi isimlerin o dönem çekilen filmleri gişede büyük rakamlara ulaştı. Hatta 1978 yapımı “Derbeder” gibi örnekler, resmî kayıtlarda tam olarak tutulamasa da Türk sinema tarihinin en çok izleyici çeken filmlerinden biri olarak anıldı. Salon sahiplerinin bu filmi bir yıl boyunca oynattığı, hâlâ kapalı gişe gösterimlerin devam ettiği, hatta karaborsadan bilet alıp izlemek zorunda kalan seyircilerin var olduğu anlatılır. Bu durum, Arabesk filmlerinin yalnızca müzik hayranları değil çok daha geniş bir kitle tarafından da benimsendiğini ortaya koyar.

1970’lerin ortasında ivme kazanan seks komedileri, sinemada farklı bir akım olarak salonları istila etmişti. Arabesk filmleri, bu furya içinde salon bulmakta zorlanmayan ender yapımlar olarak öne çıktı. 80’lere gelindiğinde ise askerî yönetimin getirdiği yasaklar seks furyasını kesintiye uğrattı.

blankTam bu sırada, memleketin dört bir yanını kaplayan göç dalgası ve arabesk müziğin geniş kitlelerce benimsenmesi, Arabesk sinemasını daha da popüler kıldı. Büyük yapımcılar, Ferdi Tayfur, Orhan Gencebay, Müslüm Gürses gibi starları başrole yerleştirip nispeten daha yüksek bütçeli filmler çektiler. Öte yandan, çocuk şarkıcılar (Küçük Emrah, Ceylan vb.) aracılığıyla da sayısız düşük bütçeli, sanatsal açıdan zayıf film üretildi. Bu filmlerin büyük bir kısmı, Almanya’daki gurbetçilere satılmak üzere çekiliyordu fakat Türkiye’de de hatırı sayılır seyirci topluyordu.

Yeşilçam’ın büyük aktörleri, 80’lerin zorlu koşullarında ayakta kalabilmek için bu yapımlarda rol almaya mecbur kaldı. Elde avuçta kalan birkaç “yönetmen sineması” örneği dışında, neredeyse bütün sektör Arabesk filmlerinin etrafında dönüyordu.

Köyden Kente Göç ve Acılara Tutunmak!

Arabesk filmler, kentlere yeni göç etmiş geniş kitlelerin yaşadığı zorlukları, umutsuzlukları ve hayal kırıklıklarını duygu yüklü şarkılarla birleştirerek beyazperdeye taşıdı. Bu filmlerin ana kahramanları, kırsaldan kente gelen, ekmek parasını kazanmak için mücadele eden ve sistemin sert yüzüyle tanışan insanların temsilcisi oldu. Filmde çalınan müzikler, şarkılarda ifade edilen dertler ve hikâyeler, seyircide güçlü bir yakınlık hissi uyandırdı. Toplumsal tabakalar arasındaki uçurumun belirginleşmesi, işsizlik, gecekondu yaşamı ve şehirde tutunma çabası, tam da Arabesk filmlerinde anlatılan hikâyelerle örtüşüyordu.

Pin pageKentte tutunmaya çalışan göçmen kitleler, kendilerini dışlanmış hissediyor, ekonomik ve sosyal problemlerle baş etmeye çalışıyordu. Arabesk filmleri, bu dışlanmışlığın estetik dili olarak görüldü. Filmlerdeki çaresiz, hüzünlü ama bir yandan da “her şeye rağmen mücadele eden” karakterler, kitlelere moral veriyordu.

Arabesk müziğin kendine özgü acılı yapısı, filmlerin dramatik kurgusuyla birleşince seyircide etkileyici bir duygusal boşalım yaratıyordu. Özellikle kadın seyirciler arasında, filmlerdeki mağdur kadın karakterlerin hikâyeleri büyük yankı buluyordu.

blank

Ferdi Tayfur, Orhan Gencebay, Müslüm Gürses gibi isimlerin popülaritesi yalnızca alt gelir grubunda değil, şehirli ve üst gelir gruplarında da kendine yer buldu. Sinema salonlarının koridorlarında, farklı kesimlerden insanların bir araya gelerek aynı filmi izlemesi, Arabesk’in belli ölçüde birleştirici bir gücü olduğunu da gösterdi.

Arabesk sinemasının kitleler üzerindeki etkisini anlamak için, dönemin büyük sosyolojik çalkantılarını unutmamak gerekir. İç göç, işsizlik, toplumsal kutuplaşma gibi meselelere, arabesk müziğin hüzünlü ve isyankâr tonu eşlik etti.

Bu filmler, bir açıdan dönemin “kentsoylu” kesimlerince küçümsense de, diğer yandan ciddi bir “temsil” işlevi gördü. Milyonlarca insan, kendi hayat mücadelesini perdede gördükçe, “Bizim hikâyemiz anlatılıyor” duygusuyla sinema salonlarına akın etti. Ayrıca, Münir Özkul gibi Yeşilçam’ın büyük ustaları dahi 80’lerde başka seçeneği olmadığı için bu filmlerde boy gösterdi. O dönemde oyuncular için Arabesk furyası hayatta kalmanın neredeyse tek yolu gibiydi. Böylece, sanatsal niteliği tartışılsa da, Arabesk sineması birçok kişiye kazanç sağladı ve Yeşilçam’daki oyuncu geleneğinin sürekliliğini korumasına olanak verdi.

blank

Bu filmlerin sosyalleştirici bir tarafı da vardı. Hepimizin çocukluğundan hatırladığı o meşhur çaylı-kısırlı kadın günlerinde Arabesk filmi izlemek; paylaşım, duygusal bağ kurma ve günlük dertlerden sıyrılıp kendi dünyasını anlatan öyküleri görmek isteyen kadınlar için bir tür “terapi” gibiydi. Evlerin salonunda kurulan bu küçük sinema salonları, kısırın ve çayın tadını, dram dolu şarkılarla harmanlayarak bir neslin hafızasına kazınan anılar bırakmayı başardı. Arabesk filmleri, o yıllarda kimi zaman küçümsense de işte bu samimi kadın toplaşmalarıyla daha da yaygınlaşıp unutulmaz bir kültür unsuru hâline gelmesinde önemli bir pay sahibi oldu.

Yeşilçam Furyaya Tepki Veriyor: Arabesk Ve Muhsin Bey

Yeşilçam’ın yönetmen sinemasının Arabesk filmlerin istilasına tepkisini iki birbirine benzemeyen örnek üzerinden açıklamak mümkün. İlk filmimiz Ertem Eğilmez’in Arabesk’i. Ertem Eğilmez, 1970’lerde başlayıp 80’lerin ortasında zirveye ulaşan Arabesk film akımının artık yorulduğu ve kendini tekrar ettiği düşüncesini bu filmle dile getirir. Arabesk, 80’li yıllarda büyük bir kitleyi salonlara çeken ve evlerde kasetlerle izlenen bir fenomendi. Öte yandan pop müziğin yükselişi ve şehirli kitlelerin eğlence tercihlerinin değişmesi, Arabesk türünün eski çekiciliğini yitirmesine sebep olmaya başlamıştı. İşte “Arabesk” filmi, bu türün son demlerinde sektöre ayna tutup, onu kendi silahıyla vurmayı tercih etti. Film; hem halkın Arabesk’e olan tutkusunu hem de sektördeki yapımcıların “acıklı ve gözyaşı garantili” senaryolara bel bağlama stratejisini mizahi bir dille sorgular.

Arabesk (1989) | MUBI

Böylece, Arabesk filmlerindeki klişelere doymuş olan seyirciye “Farklı bir açıdan bakma, gülme ve sorgulama” şansı veren bu yapım, dönemin hem sinemasal hem de toplumsal ruhunu kavramak için önemli bir kaynak niteliği taşır. Ertem Eğilmez’in bu son filmlerinden biri olan “Arabesk”, tam da amacını yerine getirerek Yeşilçam’daki Arabesk rüzgârına tatlı bir dokundurma yapar ve mizahın gücüyle Arabesk sinemasının zirveden inişine dair eğlenceli bir yorum sunar.

80’lerde Arabesk filmlerinin yoğunluğuna tepki olarak çekilen “Muhsin Bey”, dönemin en büyük protesto yapıtlarından biri olarak kabul edilebilir. Yavuz Turgul’un yönetmenliğindeki film, eski ve yeni değerlerin çatışmasını çatı katında sembolik bir sahneyle anlatır. Kentin göbeğinde birbirinden çok farklı iki insan tipi – eski usul beyefendi Muhsin ile köyden kente yeni gelen, ünlü olma sevdasındaki Ali Nazik – düşmek üzere oldukları çatıdan birbirlerine tutunarak kurtulurlar.

Bu sahne, 80’lerde yaşanan kültürel ve sosyolojik dönüşümün açık bir metaforu gibidir: Bir yanda geriye çekilen, geleneksel yapıyı temsil eden muhafazakâr tutum; öte yanda büyük şehre göçle birlikte gelen ve kendi alanını zorla genişletmeye çalışan, “yırtmak” isteyen yeni bir kitle… Bu gerginlik, Arabesk sinemasını yaratan toplumsal gerilimin de özetidir.

Video Kasetlerle Sarılan Gurbet Yarası: Arabesk Filmleri Almanya’da!

Almanya’daki Türk işçi göçünün 1970’lerden itibaren yoğunlaşması, 80’lerde o bölgede kayda değer bir gurbetçi topluluğunun oluşmasına neden oldu. Bu topluluk, memleket özlemini gidermek ve kendi kültürüne ait ürünlere erişmek için sinema ve müziğe ayrı bir ilgi göstermeye başladı. Arabesk müziğin duygusal yapısı, gurbet yaşamının zorluklarıyla kesişince, Almanya’daki göçmen kesim bu türe daha da bağlandı. İşte tam bu noktada, video kaset piyasası devreye girerek Türkiye’de çekilen Arabesk filmlerinin Avrupa’daki gurbetçi kitleye ulaşmasında önemli bir rol oynadı.

Olmaz olsun / Ferdi Tayfur - Almanya VHS KasetAlmanya’da yaşayan yüz binlerce Türk, memleket filmlerine hasret kalıyordu. Video kaset, bu ihtiyaca hızlı ve pratik bir cevap oldu. Evin salonunda toplanıp ailecek film izlemek, hem eğlence hem de memleketle bağ kurma biçimi olarak yaygınlaştı.

Yapımcılar, sadece Türkiye’deki gişeye değil, Almanya’daki bu yeni ve istekli pazara da film satabileceklerini gördüler. Özellikle 80’lerin ortalarından itibaren, düşük bütçeli ancak bol şarkılı-türkülü filmler, “kaset piyasası” düşünülerek çekilmeye başlandı. Böylece, gişede çok büyük başarı sağlamasa bile Almanya’daki satışlarla kâra geçme imkânı doğdu.

Başta Küçük Emrah olmak üzere, çocuk şarkıcıların başrolünde olduğu filmlerin büyük kısmı doğrudan Almanya’daki gurbetçilere yönelikti. Bu yapımlar, basit senaryolarla hızlıca çekilip video kulüplerine dağıtılıyor, ülke içinde de “korsan video” veya “kaset kiralama” şeklinde bir pazar buluyordu.

Arabesk filmler, Türkiye’de büyük şehirlerde yaşanan zorlukları, göçmenlik hikâyelerini ve ezilmişlik duygusunu ele alıyordu. Almanya’daki gurbetçi kitle, filmlerde anlatılan göç ve tutunma çabalarını kendi yaşamlarıyla özdeşleştirerek benimsedi. Ferdi Tayfur, Orhan Gencebay, Müslüm Gürses gibi yıldızların filmleri, oradaki kaset dükkânlarında en çok aranan ve satılan ürünler hâline geldi. Hem Türkçe konuşulduğu hem de Arabesk müzikle bezendiği için, gurbetçiler bu filmler aracılığıyla anavatana duydukları özlemi bir ölçüde gidermeye çalıştı.

Bu canlı gurbetçi pazarı, bir yandan Arabesk filmlerinin çekim hızını artırırken kalite standartlarını düşürdü. Yapımcılar, senaryoyu, sinematografiyi umursamadan, hızlı üretimle bir an önce Almanya pazarına sürmek üzere filmleri yetiştiriyordu. Bu yüzden 80’lerin ikinci yarısında, özellikle çocuk şarkıcılarla çekilen filmlerin büyük kısmı sanat değeri açısından eleştiri aldı. Fakat yine de, hem Türkiye içinde hem de Almanya’da alıcı bulduğu için sektör çarklarını döndürdü.

Almanya’daki video kaset piyasası, 80’lerde Arabesk filmlerinin yükselişini destekleyen güçlü etkenlerden biri oldu. Gurbetçi talebi sayesinde, Türkiye’de gişe yapamayan veya ‘basit prodüksiyon’ olarak görülen filmler bile maddi açıdan kazanç sağlayabildi. Bu durum, Arabesk furyasının beklenenden daha uzun süre devam etmesine yol açtı bile denebilir.

Popçuların Gelişi – Çok Acı Çektik Biraz da Eğlenelim!

90’lar, Türkiye’de müzik piyasasının pop patlaması yaşadığı bir dönemdir. Bu süreçte Arabesk müziğe duyulan ilgi nispeten azalmaya başladı. Arabesk’in popüler kültür içindeki baskın konumu, yerini daha hafif ve “eğlenceli” müzik arayışlarına bıraktı. Film sektörüne de bu durum doğrudan yansıdı.

Arabesk şarkıcıların oynadığı ve ağırlıkla şarkılı türkülü giden filmler, gişedeki cazibesini kaybedince yapımcılar farklı türlere yöneldi. Mahsun Kırmızıgül ve Özcan Deniz gibi isimler, 2000’lerden sonra oyunculuk ve yönetmenlik denemeleriyle varlık gösterdiler ama artık geleneksel anlamda “Arabesk filmi” çekmekten çok, müzikal geçmişlerini farklı türlerdeki film projelerine yansıtmaya çalıştılar.

Öte yandan, 80’lerdeki yoğun Arabesk furyasıyla kendini ayakta tutan küçük yapımcılar, 90’larda ve 2000’lerin başında VCD piyasası için çekilen düşük bütçeli, kalitesiz birkaç projeyle varlığını sürdürmeye çalıştı. Bu filmlerin çoğu kimsenin hatırlamak istemeyeceği türdendi ve sinema tarihine not düşülecek eserler bırakmadılar.

Günümüzde de Arabesk sinema adı altında büyük çaplı bir akımdan söz etmek zor. Yine de, rap müziğin yükselişiyle beraber arabesk tınılarına yer veren bazı hibrit müzik türleri ve bağımsız yapımlar “Kadıköy Underground” gibi filmlerle ortaya çıkmaya başladı. Onur Ünlü imzalı işlerde de Arabesk unsuruna rastlamak mümkün.

Arabesk sinemasının yükseliş ve düşüş hikâyesi, Türkiye’de bir dönem yaşanan büyük kültürel dönüşümün beyazperdeye yansıması olarak okunabilir. Sıradan insanların acılarını, umutlarını ve çelişkilerini “abartılı” anlatım diliyle perdeye taşıyan bu filmler, aynı zamanda o insanların kalbinde derin izler bırakan güçlü birer sosyolojik belge niteliğindedir.

Dönem dönem eleştiri oklarına hedef olsalar da, Arabesk filmleri taşıdıkları duygusal mirasla, birçok kişinin sinemayla ve müzikle kurduğu bağı doğrudan etkilemiş ve toplumsal bellekte özel bir yer edinmiştir. Bu yüzden, Arabesk furyasının bir dönem Yeşilçam’ı neredeyse tek başına omuzladığını, bugün hâlâ sözü edilir olmasının da sebepsiz olmadığını söylemek yanlış olmaz.

blankBu müziğin ve onunla beraber doğan sinemasal anlatının toplumsal bellekteki yeri hâlâ korunuyor. Günümüzde, Arabesk ve rap gibi alt kültürlerin melezlenerek yeni bir ifade alanına dönüştüğüne şahit oluyoruz. Bu dönüşümün sinemada ne gibi izler bırakacağı ise henüz tam olarak belli değil.

Ferdi Tayfur’un vefatıyla birlikte yeniden gündeme gelen “Arabesk sineması” kavramı, belki de ileride farklı melez türlerle anılacak ve bambaşka bir kimliğe bürünecek.

Türk sinemasının geçirdiği her dönüşümde olduğu gibi, Arabesk sinemasının da kitleleri etkileme gücü ve temsil ettiği sosyolojik katmanlar, yakın gelecekte yapımcılara ve yönetmenlere yeni ilham kapıları açabilir.

Murat Tolga Şen – murattolga@gmail.com

blank

Murat Tolga Şen

Murat Tolga Şen, sinema eleştirmeni, senarist ve oyuncudur. Öteki Sinema'nın kurucusudur ve OFCS (Online Film Critics Society) üyesidir. 2012-2023 yılları arasında Medyaradar sitesinde TV sektörüne dair eleştiriler kaleme almış, 2014-2016 sezonunda Okan Bayülgen’in Dada Dandinista adlı programının yazı grubunu yönetmiştir. Ayrıca 2017-2019 yılları arasında Antalya Sinema Derneği’nin danışmanlığını yapmış ve 2014-2023 yılları arasında Eğlenceli Cinayetler Kumpanyası’nda oyunculuk yapmıştır. Şen, "Bir Notanın Hikayesi" adlı belgeselin senaryo yazarı ve "Bir İz - Madımak" belgeselinin danışmanıdır. Yazılarına Beyazperde ve Öteki Sinema'da devam etmektedir.

Bir yanıt yazın

Your email address will not be published.

blank

Öteki'den Haber Al

Buna da Bir Bak!

blank

Sinemada İleri Gerçekçilik / Post-Realism

Sinemada İleri Gerçekçilik: Sinema bir daha Lumière Kardeşler'in, 'bir trenin
blank

Arnold’un Beyazperdede Öldürdüğü Her Şey

Arnold'un beyazperdede öldürdüğü her şey temalı böyle bir video görünce