Sonda söyleyeceğimi başta söyleyeyim; *Gore-topu gibi bir zombi filmimiz oldu nihayet… Eğer türle olan zayıf etkileşimi sebebiyle 197O yapımı Ölüler Konuşmaz ki’yi saymazsak Ada-Zombilerin Düğünü, Türk sinemasının ilk zombi filmi…

blank

Peki, başarılı mı? Bunu söylemek biraz güç… Filmi proje aşmasından beri takip eden ve destekleyen bir “zombisever” olarak salona heyecanla girdiğimi fakat çıkarken karışık duygulara ve önemli ölçüde hayal kırıklığına sahip olduğumu yazmak zorundayım.

Ada, deyim yerindeyse koştukça yorulan bir film… Müthiş bir doğallığa ve ilginç diyaloglara sahip giriş bölümünden sonra, zombilerin düğünü basmasıyla birlikte coşacağına sıradanlaşan, akışını yitiren ve kolayca tahmin edilebilir önemsiz bir finale doğru koşan film, çok yakına düşen ama hedefi vuramayan bir ok gibi…

Ada’nın genç yönetmenlerinin amacının sinema yapmak olduğu çok belli… Özellikle Murat Emir Eren’in yönetmenliğe giden yolunun ilginç bir öyküsü var ve Talip Ertürk’le birlikte korku sinemasına olan düşkünlüklerini göstermek için abartılı olmayan jestler de yapıyorlar. Zombilerin ortaya çıkışının kalitesiz kömür dumanı olduğu varsayımı, açıkça The Return of the Living Dead’e yapılan bir gönderme… Büyü’de profesör rolünü oynamış Nihat İleri ve Küçük Kıyamet’in babası Cansel Elçin’in varlığı da ilginç… Fakat iyi niyetli ve hevesli olmak, ortada gerçekten sağlam bir hikâye yoksa projeyi ancak bir yere kadar kurtarabiliyor.

Ada, ilhamını özellikle 3 filmden; Cloverfield, [REC] ve Diary of the Dead’den almış ama onlar kadar güçlü ve denenmemiş fikirlerle dolu değil… Onlarca zombi filminde gördüğümüz kaçma ve kovalamaca anları dışında pek bir numarası yok. Zombiler ne Romero’nunkiler kadar hantal ne de Boyle’ınkiler kadar splinter… Makyajlardan özellikle ümitliydim fakat Dükkân-ül Hayal ekibinin yaratıcı işlerini çok fazla göremediğimiz için üzüldüm. Özellikle zombilerin saldırma anlarında Lucio Fulci’nin yaptıklarına benzer yaratımlar görmeyi hayal ediyordum ama hevesim kursağımda kaldı.

blank

Filmin komedisi her zamanki gibi “Fantastik ortamdaki Türk” klişesi üzerinden yapılıyor ve çoğu anda epey güldürüyor da… “Fantastik” gerçekten de bizim Fransız kaldığımız bir duygu ve bunun verdiği yabancılaşma güzel bir komedi malzemesi… Korku türüne ait bir sinema geleneğimiz olmadığı için de her seferinde bu etkileşimden medet umuluyor. Genç oyuncular, tereddütlerimin aksine rahat bir oyunculuk ve sırıtmayan doğaçlamalarla işi götürüyorlar ama ortada ciddi yazılmış bir senaryo olmayınca onların çabası da bir yere kadar işe yarıyor. Filmi sırtlayan kişi, Murat karakterini başarıyla canlandıran Ozan Ayhan… Umarım ileride çok daha fazla izleme imkânımız olur.

Ada’nın emek harcanarak ve özenle çekildiğini ama kurgu masasında harcandığını düşünüyorum. Filmin çekimleri için gönüllü zombi olan yüzlerce sinema meraklısı insanın çok daha fazla gözükeceğini sanıyordum. Bu sahnelerin çoğu kurguda atılmış sanırım ama daha da affedilmez olanı filmin yine kurgusal bir zaaftan ötürü önemli bir karakterini tamamen unutmuş olması!

Blair Cadısı ile denenen ve belli ölçüde kabul gören “el kamerasıyla çekim” etkisi, düşük bütçeli filmlerin bazı özürlerini kapatması ve hikâyeye aktüel gerçeklik katması yanında çoğu seyirci tarafından hoş karşılanmayan ve kocaman sinema perdesinde seyredildiği için ciddi anlamda baş ağrısı, göz yorgunluğu yaratma potansiyeli olan bir teknik. Sonuçta kimse kendi çektiklerini sinema perdesinde izlemiyor. Bu tekniği kullanacak olan yönetmenler kamerayı gereğinden fazla sağa, sola sallamanın izleyiciyi salondan kaçıracağını umarım akıllarında tutarlar.

Ada, Türk sineması, özellikle de “korku komedi” alt türü için gerekli bir çaba ama yeterli değil… Filmin seyredenlerde tam bir beğeni ve doyum yaratacağını düşünmüyorum. Yine de, genç oyuncularının başarısı, hevesli insanları zombi olarak oynatması ve bir “ilk film” olması ile önem kazanıyor.

*Gore: Kan gölü anlamına gelen bu kelime aşırı şiddet/vahşet içeren filmleri tanımlar. Romero, Fulci, Bava gibi İtalyan korku ustalarının 70’ler filmleri “gore” tanımının ilk örneklerindendir.

İlk yayınlanma: http://beyazperde.mynet.com/sinekritikdetay/2116

blank

Murat Tolga Şen

Murat Tolga Şen, sinema eleştirmeni, senarist ve oyuncudur. Öteki Sinema'nın kurucusudur ve OFCS (Online Film Critics Society) üyesidir. 2012-2023 yılları arasında Medyaradar sitesinde TV sektörüne dair eleştiriler kaleme almış, 2014-2016 sezonunda Okan Bayülgen’in Dada Dandinista adlı programının yazı grubunu yönetmiştir. Ayrıca 2017-2019 yılları arasında Antalya Sinema Derneği’nin danışmanlığını yapmış ve 2014-2023 yılları arasında Eğlenceli Cinayetler Kumpanyası’nda oyunculuk yapmıştır. Şen, "Bir Notanın Hikayesi" adlı belgeselin senaryo yazarı ve "Bir İz - Madımak" belgeselinin danışmanıdır. Yazılarına Beyazperde ve Öteki Sinema'da devam etmektedir.

9 Comments Leave a Reply

  1. Tam zamanında! Merakım karşılığını buldu. Elinize sağlık…

  2. REC, Cloverfield ve Diary of The Dead filmlerinin, inandırıcılık olarak Blairwitch ile karşılaştırıldıklarında sınıfta kaldıklarını düşünüyorum. El kamerasından çekimin esas olayı zaten inandırıcı olma teşebbüsü…

  3. Yabancı filmlerde ardı ardına izlediğimiz el kameraları filmlere örnek olucak birde Türk yapımı film olarak görüyoruz.
    Film ilk Türk zombi filmi olarak duyurulmuş olması,filmin tam anlamıyla bir zombi film olduğunu düşündürmesin.
    Zombi filminden çok tam bir Türk geyik komedisi diyebilirim.
    Türkiye’de zombi istilası olsa bizimkiler nasıl tepki veririn cevabı gibi duruyor.Zombiyi öldürdükten sonra “biz Üsküdar çoçuğuyuz” , “abi bunlar kesin kaçak rakıdan böyle oldu” , “belediyenin seçim zamanı dağıttıgı kömürden çıkan duman yüzünden bu hale geldiler” gibi tipik yerli halk yaklaşımlarıyla geyik komedi tarzında bir yapım.Zaten zombiler varmı yokmu bellide değil.Merakta etmiyorsunuz.
    Fazla üstüne durmaya gerek yok.Geyik muhabbetine izleyebilirsiniz.

  4. Çoğu kişinin düşündüğünün aksine Blair Witch ve Paranormal Activity ile [REC] ve Cloverfield’ı aynı kulvarlarda görmüyorum. Favorim Blair Witch ve pek favorim olmayan Paranormal Activity’nin tüm etkileyicilikleri bir yana, korku sinemasına yeni bir yön vereceğine de inanmıyorum. (Blair Witch’in üzerinden, bakınız, 10 yıl geçmiş.) Beklenmedik bir zamanda yeni bir örneği ortaya çıkana kadar çok umutlanmamak gerek. Yeni bir on yıl gibi. Ama örnek nitelikte mucizevi başarı öyküleri olduğu kesin.

    Unutmadan, bir de Det Okända. diye şansız bir film var ki, bizde dvd’si bile çıkmış. Ama keşfeden, farkında olan kaç kişi var bilmiyorum. (Burada birileri var! :) )

    Cloverfield ve [REC] ise diğerlerine göre kesinlikle daha (kat kat daha) bir “sinema” filmleri. Cloverfield, Amerika’da hunharca katledilmiş Godzilla’nın yine Amerikalılarca alınmış hınzır bir intikamıydı. Öylesine hızlıydı ki gerçekçi olup olmamasının pek bir önemi kalmıyor. Bütçesini çaktırmamaya çalışan özel efekt numaraları da gayet iyiydi. [REC] ise, John Carpenter’ın The Fog’u ile kardeş gördüğüm bir film. Ne alaka diyeceksiniz? Konunun daha çok fon olarak kullanıldığı, asıl amacın seyirciyi diken/bıçak üzerinde tutmak olduğu bir filmdi. Gerçekçiliği bir kenara bırakıyorum, ilk izlediğimde bana verdiği panik duygusu yeter. Bu filmi seven de sevmeyen de az değil ama benim için en az The Fog (ki çok severim kendisini) kadar önemli bir film.

    Peki Diary Of The Dead? Başkaları gibi iğrenç (!) bulmadım ama Romero’nun (ve zombilerinin) hatırına izlenince anca tadı çıkıyordu.

  5. kendisine adanan metin demirhan ın film hakkında ne söyleyeceğini çok merak ederdim aramızda olsaydı.

  6. Yunanistan’daki Screamin Athens Horror Film Festival’in sorumlusu kadınla konuştum az önce. Bu festival her sene Türkiye’den bir korku filmi gösteriyor.
    Bu sene, (bugün daha doğrusu) gösterime 10 gün kala Ada’nın yönetmeni arayıp filmi göstermekten vazgeçtiklerini söylemiş. Çünkü filmin yapımcıları, filmin dünya premier’inin daha büyük bir festivalde yapılmasını istiyorlarmış.
    Bir yandan haklılar ama bir yandan da çok ayıp olmuş. Keza filmin kalitesini ve içeriğini göz önüne aldığımızda daha sonra çok arayacakları bir ilgiyi geri çevirmiş olabilirler diye düşünüyorum.

  7. trailer’a koymak için seçtikleri dialogun ve oyuncunun yapaylığı beni benden aldı.

  8. Filmin DVD’si de çıktı, bu arada gişe rakamları da boxoffice Turkiye’de (9 Hafta) 27.652 kişi olarak geçiyor. Can’ın verdiği habere üzüldüm bence de ayıp olmuş festival ekibine. DVD’de polis ekibine saldırılan sahneyi ağır çekimde seyrederseniz sağ arka köşede zombify Masis’i görebilirsiniz.

  9. Tarantino ve Kevin Smith gibi adamlara her daim temkinle yaklaşmama neden olan “geyik” yoğunluğu nedeniyle çok keyif alabildiğimi söyleyemem. Korku kısmına girmiyorum bile. İlle de başyapıt veya çığır açan bir film olmasına da gerek yoktu. Ama beklediğimin altında bir film çıktı. Filmi yapanların, hele de oynayanların seyredenlerden kat kat (x2) zevk aldığına eminim. Ama haksızlık etmeyeyim. Her ne kadar pek eğlenemedimse de sadece ünlü isimlere dayanan diğer korku-komedi filmlerimizden kesinlikle daha üstün ve özgün. En azından ciddi bir “heves” var. Bu yüzden de desteklenmeli.

Bir yanıt yazın

Your email address will not be published.

blank

Öteki'den Haber Al

Buna da Bir Bak!

blank

Her Kapıyı Aralamayın: Cereyan (2017)

Cereyan, ilk filmiyle umut veren bir sinemacıyı müjdeliyor. Mert Dikmen,
blank

Sennentuntschi (2010)

Birçok türün başarıyla iç içe geçtiği Sennentuntschi, başta polisiye ve