Yedinci ve son sanat olarak adlandırılan sinema mefhumu henüz yüzyılı aşkın bir geçmişe sahip olması nedeniyle akademik açıdan yeterince çözümlenememenin sıkıntılarını yaşamaktadır.
Görsel ve işitsel alanda materyal üreten bir sanat dalının, bir araştırma konusu olarak kabul görmesinden sonra kendisine yazınsal anlamda yer bulabilmesi, sinemanın ülkeler bazında geniş bir bibliyografyaya sahip olmasını geciktirdi. Özellikle Türk dilinde verilen eserlerin azlığı ve yabancı kaynaklı çevirilerin yetersizliği, sinemanın pek çok türünde bilgiye ulaşmayı da zorlaştırıyor.
Hal böyle olunca, sinema alanında dilimizde yapılan her araştırma ayrı bir önem kazanıyor. Hele ki söz konusu eser, kökleri filmin icat edildiğin günlere kadar dayanan korku türünde yapılmışsa… Tuğrul Sezer tarafından, korku sineması üzerine hazırlanan ansiklopedi, sadece türün meraklılarının değil; sinemayla ilgilenen hemen herkesin başvurabileceği, kapsamlı bir eser olmuş…
Çoğu sinema tarihçisine göre, George Méliès’nin 1896 tarihli Şeytanın Şatosu (Le Manoir Diable) ilk korku filmi olsa da, Lumière’lerin seyircide endişe ve panik yaratan Trenin Gara Girişi (L’arrive d’un Train a la Ciotat, 1895) ismini verdikleri film sadece sinemanın değil, aslında türün de başlangıcı olarak addedilebilir. Bu andan itibaren toplumsal değişimler, dönüşümler ve yaşanan gelişmelere paralel bir endişe halinin sinemada boy göstermeye başlaması, tarihsel süreçte korku janrının daha da önem kazanmasına yol açıyor. İlk kitabı Korku Sineması Ansilopedisi’yle, 60’lardan günümüze korku temasının gelişimini inceleyen Tuğrul Sezer, bir türün dönüşümünü ayrıntılarıyla aktarıyor.
Sinemanın erken zamanlarında otomobiller (korkutucu hızlara ulaştıkları için) bile bir korku imgesi olabilirken her on yılda bir tarih sahnesinde yaşanan değişimlerle bugün uzaylıların istilasından, nükleer savaşların dünyanın sonunu getirmesinden ya da büyük çaplı doğal felaketlerden korkar hale geldik. I. Dünya Savaşı’nın getirdiği yıkımın yol açtığı karamsarlık, sinemada dışavurumculuğun gelişmesine ve dolayısıyla da toplumsal birtakım endişelerin canavarlar, vampirler, yaratıklar gibi metaforlar üzerinden anlatılmasıyla sonuçlandı. Bahsi geçen dönemi 1896-1929 yılların arasında açıklamayı seçen Sezer, 30’lu yıllarda sesli sinemaya geçişin ardından korku sinemasını onar yıllık zaman dilimlerinde ele alıyor.
Nazi iktidarının baskısıyla sinema dünyasının korku türüne mesafeli yaklaştığını anlatıyor ve II. Dünya Savaşı sonrası “Demir Perde”yle iki bloğa ayrılan dünyanın giderek artan paranoya hali, bilim kurgu-korkularının sıçrama yaşamasına yol açıyor. Soğuk savaşın toplumlarda yarattığı nevroz sonucunda, uzay yarışı diye tabir edilen sürecin de etkisiyle, nükleer ve dünya dışı varlıkların tehdidi endişesi ayyuka ulaşıyor. Ancak Tuğrul Sezer’e göre sinemada korkunun ivme kazanması, uluslararası boyuta taşınmasıyla 60’larda yaşanıyor ve farklı alt türlerle zenginleşen korku sinemasının ana eksenini perili evler, et yiyen zombiler, psikopatlar ve doğaüstü varlıklar oluşturmaya başlıyor. Bu dönemden itibaren yoğun bir seyirci ilgisine mazhar olan korku filmlerinin kaderini ise William Friedkin’in meşhur klasik eseri Şeytan (The Exorcist, 1973) değiştiriyor. O güne değin, sansür mekanizmasından yakasını kurtaramayan, grindhouse denilen mahalle arası sinemalarında seks ve istismar filmleriyle birlikte gösterilen korku filmlerine bakış açısı, Şeytan’ın iki yüz milyon dolar hâsılat yapmasıyla büyük değişime uğruyor.
Büyük stüdyoların, yapımcıların ve dağıtımcıların destek vermesiyle 70’lerde altın çağını yaşayan korku sineması, John Carpenter’a, Brian de Palma’ya, Tobe Hooper’a, Wes Craven’a, Daria Argento’ya, Don Coscarelli’ye, David Lynch’e, David Cronenberg’e ve Steven Spielberg gibi yönetmenlere kavuşuyor. 50’li yıllarda türeyen B filmlerin, video furyasıyla birlikte patlama yaşaması ise yeni pazarların doğmasına sebep oluyor. Gore ve slasher’larla giderek kana bulanan beyazperde, 90’lı yıllarda ilk kez bir korku-gerilimin, (Kuzuların Sessizliği, The Silence of the Lambs, 1991) Oscar ödülüne uzanmasına rağmen türe saygınlık kazandıramıyor.
Ve 2000’ler… Küreselleşmeyle birlikte çeşitlenen korku filmleri günümüzde hala popülaritesini devam ettiriyor. Ancak yaratıcılık darboğazına düşen ve yeniden çevrimlere, devam filmlerine, öncesini anlatan filmlere sığınan Hollywood stüdyoları yüzünden korku sinemasının umudunun, Anglosakson kökenli olmayan ülke sinemalarına kaldığını ifade eden yazar, bu girişin ardından A’dan, Z’ye bir sıralamaya gidiyor. 60’lardan itibaren korku sinemasına ucundan kıyından bulaşmış yönetmenleri, oyuncuları, bestecileri, senaristleri, görüntü yönetmenlerini, makyaj ve özel efekt uzmanlarını özenle seçilmiş bir filmografi içerisinde teker teker inceliyor. Korku tarihinin klasiklerinden, bir kenara atılmış filmlerine, hak ettiği değeri göremeyen yönetmenlerinden, alt türlerine kadar korku janrını incelikle ve özenli bir dille işliyor. Film kareleri, afişleri, sahne arkası fotoğrafları, yönetmen ve karakter görüntülerini de bulabileceğiniz Korku Sineması Ansiklopedisi, alt türler hakkında oldukça zengin bir filmografi sunmayı da ihmal etmiyor.
Korku gibi, diğerlerine nazaran daha zengin bir alt türe sahip sinema türünün her unsurunu ustalıkla bir araya getiren Tuğrul Sezer, bu çalışmasıyla sinema yazınının kaldırım taşlarından birini oluşturuyor. Her sinemaseverin kitaplığında bulunması gereken bir eser…
Bir hatırlatma: 8. sanatın video oyunları olduğunu savunan güçlü kuramlar var.