“The Munsters”da (1964) Lily Munster pencereden dışarı bakar, fırtına ve yoğun bir yağmurla birlikte şimşeklerin çakıp durduğu kasvetli havayı görüp neşeyle “Ne kadar güzel bir gün!” der. Çoğu kimsenin berbat bir hava diye nitelediği, moral bozucu bulduğu bu hava durumunu iç açıcı ve sanki etraf günlük güneşlikmiş gibi yansıtır. “The Addams Family”de (1964) Morticia Addams güllerin dikenli saplarını değil çiçeklerini keser; güzel bulduğu şey rengârenk çiçekler değil dikenleridir. Olağan olana ters beğenilere sahip, aynı ölçüde farklı ve zıt yaşam biçimleri olan ailelerin anlatıldığı The Addams Family ile aynı günlerde yayınlanmaya başlayan The Munsters sıradana meydan okuyan bir yaklaşıma sahipti.
Addams Ailesi, Amerikalı karikatürist Charles Addams’ın hazırladığı gazete karikatürleri (1938) olarak başlayıp bugün bildiğimiz hale 1964’teki dizisiyle kavuşmuştu. Hatta bu yıla kadar karakterlerin isimleri bile yoktu. David Levy ve Donald Saltzman öncülüğünde başyazar Nat Parrin’in senaryolarıyla yeniden hayat bulan Addams Ailesi’nde Gomez rolünde John Astin, Morticia rolünde Carolyn Jones, Fester rolünde Jackie Coogan ve uşakları Lurch’u canlandıran Ted Cassidy dizinin sevilmesinde büyük paya sahip oyunculardı. Bir elden ibaret “Thing” gibi bazı ek karakterler ve ailenin bugün en bilinen özelliklerinin pek çoğu bu yapımla oluşturuldu. Özellikle Anjelica Huston ve Christina Ricci’nin rollerinde harikalar yarattıkları film uyarlaması The Addams Family (1991), bazı küçük değişiklikler dışında bu yapımı temel almıştır.
The Munsters ise Frankenstein canavarı ve Dracula gibi korku edebiyatı kahramanlarının, kurt adam, cadılar, yaratıklar gibi diğer korku unsurlarının seyirci gözünde korkulan ötekiler değil de komik ana kahramanlar oldukları bir yapımdı. Munsters, sanki Addams Ailesinin severek izleyeceği bir televizyon şovu gibidir. 1940’larda çizgi film olarak yapılması düşünülen ve yıllar içinde geliştirilen Munster Ailesi sonunda Joe Connelly ve Bob Mosher önderliğinde dizi film haline getirildi. Frankenstein baba Herman rolünde muhteşem Fred Gwynne, vampir büyükbaba rolünde Al Lewis, onun kızı Lily rolünde Yvonne De Carlo’nun doyumsuz oyunlarıyla hemen sevilen dizide kurt/vampir çocuk Eddie ile normal bir güzel kız olan yeğenleri Marilyn de ailenin diğer üyeleriydi.
İki dizi de; korkunç, garip, dehşet verici olanı normal, normal olanı ise dehşet verici bulan insanların öyküsüydü. Ötekiyi yücelterek normal’i önemsizleştiren bu dizilerde canavarların diğer insanlarla olan bakış ve kültür farklılıklarından komedi unsurları yaratılıyordu. Temelinde güçlü bir dram olan bu anlatım, tezatlardan doğan komediyle gülüp eğleneceğiniz şekilde tasarlanmıştı.
Addams Ailesi de Munster Ailesi de sanki sıradan insanların onlara nasıl tepki vereceğini bilmiyormuş gibi görünürler. Bazen diğer insanları küçümserler de. Farklılıkları, gariplikleri ve korkunçluklarıyla sıradan insanlara kâbus yaşatarak onlardan bir bakıma neşeli intikamlar alırlar. Doğaüstü güçlere sahip yaratıklarla dolu, örümcek ağlarıyla kaplı bir evde yaşamak, korkudan zevk almak veya korkunç olanı komik bulmak gibi özellikleri vardır. Munsters’da ileri gidilerek dünyada canavar diye bir şey olmadığını bizzat Frankenstein canavarı Herman söyler. Ama bir bölümde onu yakalamaya çalışan polisler karşısında dehşete düşen Herman korkup kaçarak polisleri canavar olarak niteler. Addams’ların cadılar bayramında çocuklarına korkunç giysiler değil de asıl korkutucu olan sıradan insanlar gibi giydirmeleri de aynı anlatımın parçasıdır. Okul kitaplarında goblinlerin, cadıların, devlerin kötü gösterilmesi ve şövalyelerin kurbanları oldukları hikâyelere malzeme olmaları onları üzer ve kızdırır. Asıl kötülerin parlak zırhlı şövalye kılığındaki alçak güç odakları ve sömürücüler olarak görülebileceğini ima ederler.
Munster Ailesinde Addams’lardan farklı olarak normal biri vardır. Lily’nin yeğeni olan Marilyn hiç de içinde yetiştiği aile gibi korkunç gözükmeyen güzel bir genç kızdır. Ama o da içinde bulunduğu için mi nedir, Munster’lerin sıra dışı olduklarının farkında değildir. Ailesi yüzünden bir türlü “normal” erkek arkadaşlar edinemeyen Marilyn, onlardan kaynaklı bu sorunları görmezden gelir. Marilyn ailedeki en çirkin kişi olarak görülür ve bir türlü erkek arkadaş edinememesi de buna bağlanır. Marilyn’in ailedeki farklılığını görmemesi, bu ailelerin çevrelerindeki diğer insanlardan farklılıklarını görmemeleriyle bağdaştırılır.
Benzer bir durum yalnızca bir bölümde belirtilse de Morticia için de geçerlidir. Evlenmeden önce aile içinde garip ve korkunç olana hayran biri olarak farklılaşmış olan Morticia, onunla tamamen zıt bir ablaya sahiptir. Gomez aslında sıradan bulduğu Ofelya ile evlendirilecekken, korkuya, dehşete olan tutkusu ve ölçülü, soğuk, sakin yapısıyla baştan çıkarıcı Morticia’yı görür görmez sever ve ablası yerine onunla evlenir.
Temeldeki benzerliklere karşın sosyal statüleri gereği iki aile arasında önemli başkalıklar da vardır. Addams Ailesi zengin, Munster Ailesi orta sınıfa mensuptur. Gomez Addams’ın bir avukat olduğu söylenir ama işini yaparken pek görülmez. Borsayla ilgilenir, büyük bir sigorta şirketi, emlakları, Nairobi’de arsaları vardır. Salondaki çekmece deste deste paralarla doludur. Aileden biri sayılan uşakları Lurch onların hizmetindedir. Yılda bir Afrika’ya safariye giderek vahşi hayvan avlarlar. Gomez, 1917 devriminden beri ailesinin Ruslarla iş yapmadığını söyler. Addams’lar kapitalizmin yılmaz savunucularıdır.
Munster’lar ise çocuklarını koleje gönderebilmek için para biriktirmek zorundadır. Bir bölümde Herman oğlu için güreş karşılaşmalarına bile katılır. (İyi huylu ve saf biri olan Herman son derece güçlü olmasına karşın bu maçların nerdeyse hepsini kaybeder.) Bankadaki birikimleri yalnızca 600 dolar kadardır. Buna karşın zevkli görünmeyi de bilirler; Lily’nin kocasına hediye olarak yaptırdığı, iki eski aracın birleştirilmesiyle oluşturulan eşsiz arabaya paha biçmek zordur.
Canavarlardan oluşmalarına rağmen ne Frankenstein canavarı Herman korkunç biridir ne vampir büyükbaba sürekli insan kanı peşinde koşar ne de Eddie kurt adamların vahşetine sahiptir. Onları farklı kılan görünüşleri, yaşam biçimleri ve de düşünce tarzları dışlanmalarına, başka her yönden benzer olmalarına rağmen ayrımcılığa uğramalarına ve ötekileştirilmelerine neden olur. Munsters, Transilvanya’dan Amerika’ya göç etmiş bir ailedir ve Amerika’nın sıradan bir ailesi gibi olduklarını düşünürler. Ama onların canavar görünüşleri, “has Amerikalı” olmayan göçmenlere karşı korkunun ve nefretin de bir sembolüdür. Böylelikle Munsters bilinen ve gösterilmek istenen ortalama Amerikan ailesine bir başkaldırı ve eleştiri haline gelir. Yapım, onların bu durumla çok fazla yüzleşmelerine izin vermez. Ya kendilerine gelen tepkilere şaşırırlar ya da umursamazlar.
Addams’lar ise göçülen bu toprakların uzun zamandır yerlisi olarak ülkenin sıradan insanlarının üstünde yer alan, kendi kültürleri içinde çoğunlukla dışa kapalı yaşayan kimselerdir. Nerdeyse evleri dışında geçen bir sahne bulunmaz. Addams ailesinin evi kendilerine özel kurulmuş zevk ve sefanın adresidir. Yalnızca birbirleriyle eğlendikleri, sürekli oyunlar oynadıkları bir hayatları vardır. Uşak Lurch dışında çalışan, işe giden yoktur. Gomez nerdeyse bütün bölümlerde, her çocuğun hayali olan büyük bir alana yayılmış tren yolu ve oyuncak treniyle oynar durur. Dış dünyanın insanlarının Addams Ailesine zarar vermesi hatta üzebilmesi bile mümkün olmaz. Onlar da evlerine yolu düşmüş bahtsızların tepkilerine şaşırmakla yetinirler. Eğer Munsters ve Addams ailesi bu ötekileştirmeyi cidden fark ettikleri ve sürekli saldırıya uğradıkları bir drama içinde yer alsalardı bu durumdan en fazla acıyı Munster’lar çeker, sonuçları onlar için çok daha zor olurdu. Gomez Addams’ın olağanüstü zenginliği Addams Ailesi için her zaman aynı koşullarda bir hayat sürdürmeye izin verir. Yine de onları bambaşka insanlar içinde sorunsuzca yaşatan asıl şey umursamazlıklarıdır. Görünüşünden veya sıra dışı beğenilerinden dolayı utanmayıp başkalarının bakışlarına aldırmamayı bu iki aileden daha iyi kim anlatabilir?
50 ve 60’ların bilindik Amerikan ailesi propagandasına bir tepki barındıran bu yapımlarda farklı olmanın ele alınışı değişik örgüler üzerinden anlatılsa da bir yandan iki dizi de o propagandayı temel alır. Öne çıkan ortak öğe aile olmak, bütün halinde dayanışma içinde bulunmaktır. Aile bireyleri birbirine bağlıdır ve düşmanlıkları, temel sorunları bulunmaz. Çekirdek aile; eve ekmek getiren baba, evi çekip çeviren ve ailede önemli söz hakkı olan ev hanımı anne, sevecen büyükanne/büyükbaba, bu yapı içinde büyüme sancılarını hemen halledilen sorunlarla atlatan çocuklardan oluşur. Farklılığın normalle eşit sayılması gerektiğini vurgularken aile yapısında bir klişeden yola çıkmak daha uygun bulunmuştur. Bu şekilde o günün seyircisi yapımlara daha kolay bağlanırken, dizideki komedi süslü taşlamalar bilindik bir zemin üzerinden yapılmış oluyordu.
Addams ailesinin ilk bölümünde çocukları okula göndermediklerini öğreniriz. Onları kendi anlayışlarına göre yetiştirmekte ve sistemin verdiği eğitimi reddetmektedirler. Ama küçük kızları Wednesday’in diğer çocuklara gıptayla bakmasından ötürü okula göndermeyi kabullenirler. Böylece onlar da sisteme katılmış olur. Ama içinde yaşadıkları topluma bir şekilde ayak uydurmak zorunda kalsalar da farklılıklarını korumayı sürdürürler. Bir bölümde Rus ajanlar Amerika’yı ziyaret ederek sıradan bir Amerikan ailesine konuk olmak isterler. Propaganda için onları önceden belirlenmiş adreslere götürmek isteyen Amerikalı görevliye karşı çıkarlar. Ziyaret etmek için telefon rehberinden rastgele bir ad seçtiklerinde ise karşılarına Addams Ailesi çıkar. Böylece sıradan Amerikan ailesi diye Addams’ları görmeye giden iki ajan tüm Amerikalıların onlar gibi olduğunu zanneder. Addams’ların evinde gördükleri et yiyen bitkiden ve oğulları Pugsley’in icat ettiği hedefini bir anda yok eden tüfekten çok etkilenir, mimiksiz uşakları Lurch’ü robot zannederek Amerikalıların teknolojilerinin çok geliştiğini düşünürler. Bölümün sonunda ise “Amerikalıları aptal insanlar zannediyorduk, meğer çok yanılmışız.” diye itirafta bulunurlar. Ülkelerine onların korkusuz, yemekte timsah kavurma yiyen, teknolojik olarak üstün kimseler sanısıyla dönerler. Böylelikle dizinin kendisi Addamslar dışındaki sıradan Amerikan ailelerine aptal gibi göründüklerini söyleyerek dalga geçer.
Munsters’ın aynı günlerde yayınlanan bölümünde ise bir araştırmada Munster Ailesi Amerika’nın en sıradan/ortalama ailesi seçilir. Buna bilgisayar karar vermiştir. Onları görmeden yalnızca istatistik verilerine bakarak; anne-baba-çocuk ve büyükbabadan oluşan, evcil hayvan besleyen (evcil hayvan zannettikleri aslında bodrumda beslenen bir ejderhadır), orta gelir sahibi, bahçeli bir eve sahip Munster’lar meğer ortalama Amerikan ailesinin en iyi örneğidir. Popüler bir derginin editörü de onlarla röportaj yapıp resimlerini çekmesi için iki muhabirini Munster’ların evine yollar. Tabii muhabirlerin gördükleri hiç de düşündükleri gibi çıkmaz. Munsters’da bilindik aileye terslik klişelere de yansır. Bir bölümde Herman dans öğrenmeye çalışır ve başaramaz. Oğluyla beyzbol oynamaya kalkar onu da beceremez ve bölüm onun bu başarısızlıklarıyla biter. Genelde bu tip senaryolarda başkarakterin azmedip başarıya ulaşması gösterilirken, Amerikan yapımlarındaki baba ve oğlun birlikte beyzbol oynaması klişesine bile gölge düşürülür.
Aynı dönemde yayınlanan bu iki diziden Munsters, Addams ailesinden daha çok izleniyordu. Bunda Munsters senaryolarının daha eğlenceli olması etkiliydi. Addams Ailesi ise sık sık tekrara düşer, aynı esprileri her bölümde kullanmayı sürdürür ama Musnters bölümlerini izlerken sıkılmak zordur. Kendi içlerindeki farklar ne olursa olsun bu yapımlar, öteki olanı başrole taşımış, anlatımlarıyla kendilerini dışlanmış hisseden kimselere özgüven aşılamış, garip ve değişik diye aşağılanan, hor görülen modalara önemli katkılar yapmışlardır. Gomez ve Morticia arasındaki hep taze tuttukları hınzır ilişki, Munster’lerin çürük tutmaya özen gösterdikleri örümcek ağlarıyla kaplı evleri, aslan ve ejderha gibi ev hayvanları, dehşet verici aksesuarlar, adıyla tiksinti yaratsa da keşfetmeye özendiren yemekleri bile farklı ve garip olmanın bir kutlaması gibidir.
Öteki Sinema için yazan: Murat Kirisci