Zekice yazılmış diyaloglar, boşluğa izin vermeyen bir senaryo, dur durak bilmeyen bir eğlence ve tabii ki tüm asaletiyle arz-ı endam eden Ayhan Işık… Adana’dan, İstanbul’a uzanan nevi şahsına münhasır bir hikâyeyi huzurlarımıza getiren Şahane Züğürtler, adıyla müsemma bir şekilde eğlencesini maksimize ederek keyifli dakikalar vadediyor. Yeşilçam’ın ustalarından Süreyya Duru’nun yönetmen koltuğunda oturduğu filmin başrollerinde ise Ayhan Işık, Sezer Sezin, Ali Şen, Mürüvvet Sim ve Hüseyin Baradan gibi sinemanın aksakalları yer almaktadır.
Filmin konusuna değinecek olursak; Fikret Soylu, eşi Leyla ile birlikte Adana’da yaşayan tanınmış bir iş adamıdır. Günün birinde iflas kapısına dayandığında, hayatın ona bir sürprizi daha vardır. Yakın arkadaşı Osman, eşiyle birlikte Londra’da geçirdiği bir kaza sonucu hayatını kaybetmiş ve küçük oğulları Ali’yi de en yakını Fikret’e emanet etmiştir. Tabii, Osman’ın Fikret’e emanet ettiği yalnızca Ali değildir. O aynı zamanda, Ali 18 yaşına basana kadar 10 milyon lirayı bulan tüm servetinin idaresini de Fikret’e devretmiştir. Esasen bu para, Fikret’i iflastan kurtaracak ve tüm borçlarını silmeye yetecek bir meblağdır. Ancak onun gururu ve emanete ihanet etmeme dürtüsü, parayı kullanması engel olur. Artık geriye tek bir seçenek kalmıştır; normal bir iş bulmak ve sıradan bir hayat sürmek. Bu dakikadan itibaren Fikret ve Leyla İstanbul’un yolunu tutar ve Pastırmacıoğlu Köşkü’nde kimliklerini gizleyerek uşaklık yapmaya başlar. Artık eğlencenin doruk noktasına ulaşma vakti de gelip çatmıştır!
Öncelikle Şahane Züğürtler’in neden farklı bir komedi filmi olduğuna değinmekte yarar var. İlk olarak senaryoyu kaleme alan Erdoğan Tünaş ile yönetmen Süreyya Duru’nun harikulade uyum içinde çalıştığını söyleyebiliriz. Ustalıkla yazılmış diyalogları, tempo düşüklüğüne mahal vermeden, en vurucu şekilde izleyiciye aktaran Süreyya Duru, böylelikle oldukça dinamik bir anlatıyı huzurlarımıza getirmektedir. Nitekim filmin izleyicisini sıkıntıdan uzak tutan ve hikâyenin büyüsüne ortak eden en önemli hususun da dur durak bilmeyen temposu olduğunu söyleyebiliriz. Daha bir önceki hadiseye gülümserken, akabinde cereyan eden yeni bir olayın, filmin yüzlerde tebessümü bir an olsun eksik etmemesine olanak sağlamaktadır.
Senaryonun bütününe geldiğimizde ise, gerçek anlamda usta işi bir hikâyeyle karşılaşmaktayız. Küçük Ali’nin, Fikret ve Leyla’nın İstanbul yolculuğu sonrası, Adana’da nerede ikamet ettiği sorunsalını bir kenara koyarsak, senaryonun bir an olsun boşluğa izin vermediğini rahatlıkla dile getirebiliriz. Özellikle filmin en başında sarf edilen birkaç cümlenin yahut Fikret’in boks sevdasının finali etkileyecek konumda olması, Türk sineması içerinde, hele hele Yeşilçam döneminde pek sıklıkla rastladığımız bir durum değil. Bu da bir yandan doyumsuzca eğlenirken, öbür taraftan da incelikle yazılmış senaryoya saygı duymamızın önünü açıyor.
Şahane Züğürtler’in anlatım diline geldiğimizde ise, Chaplin’in mizansen estetiğine rastlamak mümkün. Yer yer absürtleşen ancak gerçekçiliğini de rafa kaldırmadan güldürmeyi başaran anlatım dilini, buna en büyük örnek olarak gösterebiliriz. Aynı zamanda karakterlerimiz vücut dilini çok fazla ön plana çıkarmasa da, senaryoya ayak uyduran tavırları ve hareketi esas alan haleti ruhiyeleri ile filmi bir anda son sürat giden bir mizah makinesine çevirdiklerini rahatlıkla söyleyebiliriz. Özellikle Fikret ve Leyla’nın Pastırmacıoğlu Köşkü’ne geldikten sonra başlarına gelenler, izleyicinin arkasına dahi bakmadan devamlı olarak önündeki eğlenceyi kucaklamasına olanak sağlıyor.
Gelelim senaryonun bize bahşettiklerine. Adana’nın en büyük iş adamlarından olan, hatta Pamuk İmparatoru namıyla anılan Fikret Soylu, zamanında yakın arkadaşı olan Yusuf tarafından kazık yiyor ve işleri bir anda tepetaklak oluyor. Tabii Yusuf’un, Fikret’in peşini bırakmaya hiç mi hiç niyeti yok. Onu İstanbul’da dahi buluyor ve şeytanı bile kıskandıracak numaralarla, küçük Ali’nin bankadaki parasına çöreklenmeye çalışıyor. Her ne kadar Şahane Züğürtler için bir komedi filmi yakıştırmasını yapsak da, iş hayatının kural tanımaz, dostluk bilmez yapısına yaptığı göndermeyle de takdiri hak ettiğini dile getirebiliriz. Mevzu para oldu mu, açgözlülüğün en büyük hastalık olabileceğini kendine has bir üslupla betimleyen film, amiyane tabirle güldürürken düşündürmeyi de başarıyor.
Hemen buna ek olarak Fikret ve Leyla’nın çizdiği ideal karı koca portresine de değinelim. Her şeyini kaybetmiş, beş kuruş parası dahi kalmamış bir adamın, geleceğe umutla bakmasına olanak sağlayacak yegâne husus, çevresinde kalan kişiler olur. Nitekim bu noktada film, “Her başarılı erkeğin arkasında başarılı bir kadın vardır” söylemini boşa çıkarmayacak şekilde, harikulade bir aşk portresi çiziyor. Yatları, katları, emrinde onlarca çalışanı olan bir kadından, sırf kocasıyla birlikte olabilmek adına uşaklık yapmayı kabul eden bir eşe evirilen Leyla’nın göze aldığı fedakârlık, filmin tanımladığı kusursuz aşkı da leziz bir armağan olarak huzurlarımıza getirmektedir.
Oyunculuklara temas ettiğimizde ise, Ayhan Işık’ın güler yüzünün, ne denli bulunmaz bir Hint kumaşı olduğu gerçeği ile bir kez daha yüzleşiyoruz. Sinemamızın gelmiş geçmiş en büyük jönlerinden biri olarak tanımlayabileceğimiz “Taçsız Kral” filmi bu denli neşeli yapan en önemli detay olarak belirmektedir. Nitekim filmin dur durak bilmeyen temposunu yukarı çekmek adına elinden geleni yapan Ayhan Işık, aynı zamanda başrolü paylaştığı Sezer Sezin ile ortaya koyduğu uyumla da parmak ısırtmayı başarıyor. Onun özellikle filmin finaline doğru, aksiyon sahnelerinde ortaya koyduğu performans ise, böylesi bir yapı içerisinden farklı bir tatla ayrılmamızın önünü açıyor.
Bir de Fikret ve Leyla’nın uşak olarak geldikleri Pastırmacıoğlu Köşkü’ne uzanalım. Ali Şen ve Mürüvvet Sim gibi, Yeşilçam’ın iki aksakalı ile karşılaştığımız bu enteresan köşk, hikâyenin eğlencesini doruk noktasına ulaştırdığı kısımlara tekabül ediyor. Burada da Hüsmen ve Şahande karakterine hayat veren iki aksakala hak ettiği övgüyü vermek gerekir. Nitekim gözüktükleri her sahnede üzerlerine düşeni fazlasıyla yerine getiren ikili, karikatürize olmalarına rağmen, eğreti durmamayı da başarmaktadır.
Bu noktada bir parantez de Murat Film’e açmak gerekir. Filmi YouTube kanalında yenilenmiş olarak izleyicisine sunan yapım şirketi, esasen büyük bir alkışı hak ediyor. 60’lı yıllara ait, siyah-beyaz bir filmi böylesine yüksek kalitede seyredebilmek, hiçbir ayrıntısını kaçırmadan keyfine varabilmek açıkçası örnek teşkil eden bir hadise. Süreyya Duru önderliğinde 50’li yılların sonunda kurulan ve sinemamıza Malkoçoğlu dâhil birçok başyapıtı kazandıran şirket, günümüzde bile attığı doğru adımlarla takdire şayan bir duruş sergilemeyi başarıyor.
Siyah-beyaz bir yapıdan, oldukça renkli bir anlatı çıkarmayı başaran Şahane Züğürtler, tutarlı senaryosu ve bol bol tebessüm ettiren duruşuyla sinemamızın özel filmlerinden biri olarak belirmektedir. Özellikle Ayhan Işık’ın performansı ile hafızlarımızda yer eden film, finale doğru vuku bulan aksiyonu bir kenara koyarsak, komedi filmi nasıl olmalıdır sorusunun cevabını da tek başına vermektedir. YouTube üzerinden yüksek çözünürlükle izleme şansına sahip olduğumuz film, an itibariyle ülkenin en kaliteli görüntüye sahip siyah-beyaz filmlerinden biri olarak da öne çıkmaktadır.
Ayhan ışık Türk sinemasının en güzel gülen jönü bence. Asla yapmacık, zorlama değil, çok sevimli ve doğal bir gülüşü var karizmasına artı olarak. Onun dışında filmin temposu ve senaryosu, oyunculuklar hepsi A kalite. Mutlaka izlenmeli.