Henüz Sinema TV öğrencisi ve Seval isimli belgeseliyle dikkatlerine üzerine çektiği kesin. Seval’i ilk izlediğim anda seyirciye geçen duygusuyla uzun bir yolculuğu olacağını hissetmiştim. Ahmet Keçili, Adana ve Toroslar’ın kendisine sinema duygusu yaşattığını ve sinemaya yönelttiğini söylüyor. Bu genç yönetmene sorularımı yönelttim…
Öteki Sinema için söyleşen: Banu Bozdemir
Merhaba Ahmet, öncelikle seni tanıyalım ve seni sinemaya yönelten şeyin ne olduğunu sorarak başlayalım….
1999 Adana doğumluyum. Çukurova Üniversitesi Radyo Televizyon ve Sinema bölümü son sınıf öğrencisiyim. Sokak ve belgesel fotoğrafçılığına ilgim sayesinde sinemayla daha çok bağ kurdum diyebilirim. İnsanlarla iletişim kurmak, onların hayat hikayelerini dinlemek çok keyif veriyor. İlk olarak sinemaya yönelten durum, neden bu hikayeleri hareketli bir hale getirip film yapmıyorum, sorusu olmuştu. İlk olarak çevremde bulunan ve tanıdığım Dede’nin hikayesiyle film üretme sürecine giriş yaptım. Bu zorlu süreç bana çok keyif vermişti. Filmi kurguladıktan sonra izleyicilerden ve hocalarımdan aldığım dönüşler beni daha çok motive etti. Aslında bu hikayeler için bir arayış içinde değilim ama o kadar zengin bir coğrafyadayım ki, Adana ve Toroslar’da geçirdiğim vakitler beni sinemaya yöneltti diyebilirim.
Dede ve Seval… İki belgesel… Yüzünü daha çok kısanın belgesel kanadına dönmüş gibisin. Belgeselin seni cezbeden yanı nedir?
Aslında iki alan da beni çok cezbediyor. Ancak çekmiş olduğum belgesel filmlerin hikayeleri daha erken karşıma çıktığından dolayı belgesel filmler ürettim diyebilirim. En büyük cezbeden tarafı ise kendi yaşadığım ve hakim olduğum insanların hikayeleri olması. Henüz daha yolun çok çok başında olduğumu düşünüyorum. Bu amatör ruhun verdiği rahatlıkla sinemayı, çevremdeki insanların hikayelerini aktararak öğrenmeye çalışıyorum diyebilirim.
Seval’i ilk izlediğimde yolculuğunun uzun süreceğini hissettim. Seval ve babasıyla nasıl kesişti yolunuz? Babayı nasıl ikna ettin ya da Seval kendisiyle ilgili bir belgesel çekildiğini biliyor muydu?
Seval ile yolculuğum arkadaşlarımla sohbet esnasında konunun esrara geçmesiyle kesişti diyebilirim. Esrar hakkında konuşurken, Seval orada bulunan arkadaşımın teyzesi oluyormuş. Dedesinin esrar yetiştiriciliğinden dolayı neler yaşadığına değinmişti ve Seval’in cezaevinde dünyaya geldiğinden bahsetti. Orada aslında o kadar çok etkilenmiştim ki daha sonraki konuları çok dinleyemedim. Hemen Seval ile ilgili bütün sorularımı sormaya başlamıştım. İlk fotoğrafları gördüğümde etik kısmını çok sorgulamıştım ama Seval ile tanışmaya gittiğimde o evin içindeki doku ve yaşanmışlık benim bu filmi çekmemdeki en büyük motivasyon kaynağım oldu diyebilirim. Çekimler ve ikna süreci aslında çok zorlayıcı olmadı. Aile ile bizzat arkadaş olduk. İyi bir iletişim süreciyle ikna oldular, onlar için de eğlence oldu diyebilirim. Seval’in arkadaşları, Veli Amca’nın da torunları olduk kısaca.
Seval en çok ödül alan filmlerden biri sanırım. Çekerken böyle bir yolu olacağını tahmin ediyor muydun?
Filmi çekerken aslında filmden başka çok bir şey düşünmedim. Festival süreçlerini Dede ile deneyimlemeye başlamıştım ancak pandemi girince birçok festival ertelenince, festivallere dair çok fazla deneyimim de olmamıştı. Bu durumdan ötürü bu kadar ödül alacağını düşünmüyordum.
Seval’in kendisiyle kurduğu öznel dünya, babası, kedisi ve sigarası… Hepsi çok özel ve renkli aynı zamanda. Bunda senin ona tarafsız yaklaşımının da etkisi var. Bu belgeseli çekerken nasıl bir yol izledin?
Aslında iki kısa belgesel filmi oluştururken, kendimce diğer filmlerde gördüğüm hatalara düşmemeye özen gösterdim. Bazı izlediğim belgesel filmlerde çok yoğun duyguların tek tiple aktarıldığını görüyorum. Karakterlerin hayatlarında sanki hiç iyi bir olay gerçekleşmemiş, tek duyguyla yaşıyorlarmış gibi aktarım sergileniyor. Bu durumdan genellikle şikâyetçiyimdir. Hem kendimi hem Seval’i hem de Seval’in ailesini düşündüğümde daha da iyi fark ettim ki, ne kadar zor günler yaşasak, acılar çeksek de gün geliyor alışıyoruz, gülüyoruz, eğleniyoruz. İki taraflıyız kısaca. En çok dikkat ettiğim husus da aslında bu bahsettiğim mesele. Seval’i hiçbir şekilde tek duyguda aktarmamak. Annesi aklına geldiğinde sürekli duygulandığı zamanlar oluyordu ama iki dakika sonra sigarasını yakıp, boncukla veya kamyonlarıyla oyun oynamaya devam ediyordu. Hikayenin duygu yükünün fazla olduğu sahnelerden sonra da izleyicinin duygu değişimini sağlama adına mizah yerlerinin geçtiği yerleri kurguladık. Her halükârda tek duygunun aktarımından kaçtık diyebilirim. En çok özen gösterdiğimiz yol haritası buydu.
Belgeselin yolculuğu ne zaman biter sence? Gerçek hayatların devam eden bir akışı var ve sen o akışa bir süre tanıklık ediyorsun. Sonrasında gittin mi yanlarına, belgeselden sonra hayatlarında bir değişiklik olmuş mu?
Bu belgeselin yolculuğunu aslında soru işaretiyle bitirmek istemiştik. Baba vefat ettiğinde Seval ne yapacak? Karşılaştığım kişileri yalnızca bir film konusu olarak görmeyip, uygun olduğumuz vakitlerde düzenli olarak ziyaretlerimizi gerçekleştiririz. Seval’in hayatında bir değişiklik yok, filmde görüntülerde neler izlediysek bu yaşam halen devam ediyor, sigara ve çayla birlikte.
Sinema yolculuğunu nasıl devam ettireceksin, yine gerçek hikayelerin peşinde mi olacaksın, yoksa kurmacaya da yer verecek misin bu yolculukta?
Sinema yolculuğum iki kısa belgesel filmden sonra Toros Dağları’ndan Portreler serisi oluşturma fikriyle devam ediyor. İki kısa belgesel filmimiz de Toros Dağları’nda geçiyor ve biz buradan seri yapmak istiyoruz. Ne zaman kurmaca fikrimi yazmaya başlasam, Toroslar’da bir belgesel konusuyla karşılaşıyoruz. Kendi yaşadığım coğrafyanın hikayelerini aktarmaya devam edeceğim. Şu an serinin üçüncü kısa belgesel film projesinin araştırmalarını gerçekleştiriyoruz. Bu projemiz bizi diğer filmlerden daha çok zorlayacak ve vakit alacak. Üçlemeyi tamamladıktan sonra kurmaca hikayelerimi olgunlaştırıp çekmek istiyorum.
Kısa film festivallerinin olumlu ve olumsuz tarafları nedir senin için?
Olumsuz- Çok fazla kısa film festivali var. Bu durum hoş gibi gözükse de deneyimlediğim kadarıyla hoş bir durum değil. Yalnızca jürilerin izlediği, hiçbir şekilde izleyicilerle buluşmayan festivallerin oluşma nedenini sorguluyorum bazen. Olumlu- Çok iyi motivasyon kaynağı oluyor. Filmini perdede izleyiciler eşliğinde izlemek çok keyif verici. Network alanı oluşturuyorsun. Yeni başlayan benim gibi genç arkadaşlar için bu durum çok önemli.
Pandeminin filmini çeksen nasıl bir film çıkardı ortaya?
Her ne kadar ilk başlarda korkular içerisinde günlerimizi geçirsek de bir müddet sonra sıradanlaşmasıyla alakalı bir hikaye çekebilirdim. Dördüncü sorunun cevabında da biraz bahsettiğim gibi hayat devam ediyor ve biz sürekli duyguların ve durumların değişimi içerisindeyiz.
Son olarak neler söylersin?
Benimle bu röportajı gerçekleştirdiğiniz için çok teşekkür ederim, yeni hikayelerde görüşmek dileğiyle…