2008 yılı mahsulü Akanbo Shojo, Yudai Yamaguchi tarafından yönetilmiş olan Japonya yapımı bir film. Tamami: The Baby’s Curse olarak da bilinir.

t01-tile

Öteki Sinema için yazan: Murat Kızılca

Yûdai Yamaguchi, ilk yönetmenlik deneyimi Jigoku Kôshien (Battlefield Baseball, 2003) isimli kopuk film ile dikkatleri üzerine çekmişti. Zombilerden oluşan Gedo High isminde namağlup bir beyzbol takımını yenmeye çalışan Seido High isimli takımın, kazanmak için canlarını dişlerini takarak mücadele etmelerini anlatan yapım, farklı tepkiler aldıysa da yönetmenin ismini bir kenara not ettirmeyi başarmıştı. Arada geçen sürede Meatball Machine (2005) isimli bir başka uçuk filme Jun’ichi Yamamoto ile beraber imza atan Yamaguchi, 2008 yılına geldiğimizde yazıya konu olan Akanbo Shojo için yönetmen koltuğuna kurulmuştu.

Sene 1960. Onbeş yaşında bir kız ile bir adam yoğun yağmur altında şehir dışındaki bir eve gitmek için taksi bulmaya çalışırlar.cats Güç bela buldukları taksi, onları ancak evin yakınındaki bir yere bırakıp kaçarcasına uzaklaşır. Yoko isimli bu genç kız bir yetimhanede büyümüştür. Daha sonra yetim olmadığını öğrenir ve öz ailesinin yanına gelir. Şehir dışındaki bir evde yaşayan ailesi etrafta pek sevilmemektedir. Perili olduğu rivayet edilen evde Profesör Nanjo, akıl sağlığı yerinde olmayan karısı ve evin işlerini gören despot bir kadın hizmetli yaşamaktadır. Evin duvarlarının arasında gizli geçitlerde yaşayan başka biri (ya da bir şey?) daha vardır. Yoko’nun yeni (ya da eski mi diyelim?) ailesiyle beraber yaşama kararı, kendi sağlığı için pek hayırlı durmamaktadır.

Umezu Kazuo’nun aynı isimli meşhur mangasından sinemaya uyarlanan Akanbo Shojo, birçok sahnesiyle görsel açıdan çizgi roman karelerini andırıyor. (Çizgi roman severlerin seyretmeleri için ekstra bir sebep.)

Açılış sahnesi, akla hemen Dario Argento’nun Suspiria‘sını (1977) getiriyor: sağnak yağmur altında yeni bir şehre varış, kötü bir taksi yolculuğu, arkasından tekinsiz bir mekana ulaşma. Giriş sahnelerinin benzerliği dışında Suspiria ile başka akrabalığı yok. Başlangıçta oluşan gerilimli hava, film boyunca yok olmuyor ama bu gerilimi hep dorukta tutmayı başarabildiğini söylemek güç. Bunun dışında sinematografik anlamda fazla sorun barındırmıyor, bir başyapıt olmasa da Yûdai Yamaguchi filmografisindeki seyredilebilirler arasına girmeyi hak ediyor.

CGI efektlerden hazzetmeyen biri olarak söyleyebilirim ki tadında kullanılan CGI’lar pek rahatsız etmiyor. Aksine çizgi romanın havasını yakalamak adına katkı yaptığı bile söylenebilir.

Başlarda, evin içinde yaşayan bilinmeyen birinin (ya da bir şeyin) varlığından duyulan tedirginliği ve merakı kullanarak gerilimi ayakta tutmayı deniyor. Bilinmeyenin kimliği belli olduktan sonra (ki zaten bu bilinmeyen filmin adına baktığımız anda bilinen oluyor ya, o da ayrı mesele) Öteki Sinema‘da yakın zamanda incelemesi yayımlanan Freaks‘e (1932) daha yakın duruyor. Fakat burada Freaks’ten farklı olarak, genelde birçok korku gerilimde (ya da gerçek hayatta da diyebiliriz) rastladığımız, “farklı olan kötüdür” yaftalı lanetli bir bebeğin estirdiği terörü izliyoruz. Korku sineması tarihine baktığımızda birçok korkunç bebeğin ismi aklınıza geliyordur muhakkak. Ama benim aklıma ilk gelen, çocukluk yıllarımda yaptığı asparagas haberler ile halkı galeyana getirmeyi zaman zaman başarmış olan Tan Gazetesi’nin bence yaptığı en başarılı asparagaslardan biri olan “Sakallı Bebek” haberi oldu. Güya bir hastanede sakallı bir bebek doğmuş da, dünyanın sonu gelmiş de, kıyamet kopacakmış da, dünya artık son günlerini yaşıyormuş da. Gazetenin birinci sayfasını tamamen kaplayan sakallı bebeğin karakalem çizimi, film boyunca gözümün önünden hiç gitmedi. Belki bu yüzden daha fazla etkilenmişimdir, kimbilir.

Sonlara doğru, kulenin bodrum katında geçen sahnede karşılıklı itiş kakış sonrası kırılan giyotinin bıçağı bir sarkaca dönüşüyor. Haklı olarak sarkaç dendiğinde, akla hemen Edgar Allan Poe ve kısa hikayesi The Pit and the Pendulum (Kuyu ve Sarkaç) geliyor. Son bölümün önemli bir kısmının kuyuda geçtiği göz önüne alınırsa, Poe ve kısa hikayesine olan göndermenin katmerli olduğu söylenebilir.

Son olarak Hollywood’a seslenmek istiyorum: “Senin Chucky’in varsa, Japonya’nın Tamami’si var!” (Sahi, bizim bu Sakallı Bebek haberinin filmi çekilir mi acaba?)

blank

Murat Kızılca

1971 İstanbul doğumlu. Aylık online sinema dergisi CineDergi ve aylık kültür sanat dergisi kargamecmua için sinema yazıları kaleme alıyor. 2008 yılından beri katkı sağladığı Öteki Sinema’da bir yandan da editörlük görevini sürdürüyor.

5 Comments Bir yanıt yazın

  1. “[…] Tan Gazetesi’nin bence yaptığı en başarılı asparagas haberlerden biri olan “Sakallı Bebek” haberi […]” Cumhuriyet gazetesinde de yayınlanmıştı o haber.

  2. Olabilir. Şu an tahmin edemeyeceğimiz kadar etkili olmuştu. Herkes bu olayı konuşuyordu. Hatta Tan Gazetesi birkaç gün Sakallı Bebek haberini birinci sayfadan vermeye devam etmişti. Sonra birden bıçak gibi kesildi ve yeni asparagaslara doğru yelken açtılar.

  3. evet o haberi çok iyi hatırlıyorum. “kıyamet yaklaştı, dünyanın sonu geldi” diye ağlatmışlardı zavallı büyükannemi : )

  4. Sakallı bebeğe inanan bizler Kumburgaz’da sahile inip karşı kıyının üstümüze gelip bizi öldürmesini beklemiştik bir süre. Sonra birşey olmayınca futbol oynayıp denize atladık:)

Bir yanıt yazın

Your email address will not be published.

blank

Öteki'den Haber Al

Buna da Bir Bak!

blank

Late Bloomer / Osoi Hito (2004)

Late Bloomer (Osoi Hito) (2004), dilsiz ve ileri derecede bedensel
blank

Rebirth (2011)

Piyasadaki tüm dövüş filmlerini izleyip bitirmiş iflah olmaz bir dövüş