Ülkenin en kalabalık şehrinde, insanlar hükümeti protesto etmek için sokaklara dökülmüşler. Polisin çok sert müdahalesi var. Caddeler biber gazından görünmez halde, öyle ki uzaklardan bile şehrin üzerinde yükselen gaz bulutları görülebiliyor. Araçlar göstericiler tarafından devriliyor, polis müdahalesine karşı barikatlar kuruluyor. ‘TOMA’lar tazyikli sularla kalabalığı dağıtmaya çalışıyor. Polisler o kadar acımasız ki; yakaladıkları birine 5-6 kişi birden coplarıyla dalıyorlar, gaz fişeklerini yakın mesafeden göstericilere nişan alarak ateşliyorlar… 2013 İstanbul’unda değil, 2019 yılının Tokyo’sunda geçen Akira filminin bir sahnesi bu.

blank

Öteki Sinema için yazan: Murat Kirisci

Akira 1982 yılında Katsuhiro Otomo tarafından yazılıp çizilmeye başlamış bir manga. Henüz manganın devam sayıları çıkmaya devam ederken animeye uyarlanmasına karar verildi ve çizeri Otomo’nun yönetiminde 1986’da hazırlanmaya başlanan film 1988’de gösterime girdi. Akira o yıl Japonya’da en çok izlenen yapım oldu ve aynı zamanda ‘anime’nin Batı’da daha çok tanınmasını ve yaygınlaşmasını sağladı. Bunun öncelikli nedeni olarak filmin olağanüstü görüntü işçiliği gösterilir. Yaklaşık 2 saatlik film için 160.000’den fazla resim, 50’si film için özel oluşturulmuş 327 renk kullanılmıştır. Bu o zamana kadar animasyon filmlerde görülmemiş bir çalışmaydı. Seslendirmeler (yine o zaman için ilk defa olarak) yapımdan önce alındı ve karakterlerin ağızları bu seslendirmelere uyduruldu. Bu detaylı çalışmanın sonucu olarak filmde hareketler akıcı, renkler son derece canlıdır. Öyle ki, bazıları bu renklere bakarken öyküye odaklanmakta zorluk çekebilir. Her sahnede arka plandaki figüran ve diğer nesnelere bile hareket verilmiştir. Akira’da, animelerde alışıldık olan donuk renkli hareketsiz arka planlar, üst üste aynı karelerin gösterildiği üçlü kesmeler, top kaleye ulaşana kadar ilk yarının tamamlandığı yavaş çekimler yoktur. Ayrıca öyküdeki savaş/kıyamet sonrasını anlatan karanlık ve umutsuzluk, doğaüstü güçler, film boyunca durmak bilmeyen yıkımlar ve bu ortam içinde isyana durmuş gençleriyle dikkat çekmiş ve sevilmiştir Akira.

YENİ TOKYO’NUN ASİ GENÇLERİ

Öykü 16 Temmuz 1988’de (filmin gösterime girdiği gün) Tokyo’yu yerle bir eden bir patlamayla başlar ve bu dehşet patlama (ayrıntısı filmde belirtilmese de) 3. Dünya Savaşı’na neden olur. Savaştan sonraki 30 yıl içinde Japonlar canla başla çalışarak viraneye dönmüş Tokyo’yu yeniden imar ederler ve ufuk çizgisini dev gökdelenlerle doldururlar. Fakat bu hızlı toparlanma ve bel doğrultma durumu, bazı sağlıksız sonuçlar da doğurmuştur. Toplum içten içe kaynamaktadır. Haberlerde, sürekli olarak artan işsizliği protesto eden gençlerden, hükümetin vergi reformuna karşı çıkanların yaptığı gösterilerden bahsedilir. Hükümet ve ordu karşıtı grupların eylemleri de şehri güvensiz bir yere çevirmiştir. Halkın itaati azalınca devletin onu polis gücüyle yola getirmeye çalışması gibi, okul yönetiminin söz dinlemeyen öğrencilere karşı tutumu da serttir. Bir öğretmenin “Disiplin!” diye bağırarak öğrencileri sıra dayağından geçirdiği sahne dikkat çekicidir.

Parıltılı gökdelenlerle göz boyayan bu Yeni-Tokyo’da aynı zamanda savaşın etkisinin hala görüldüğü eski şehir, yıkık yapılar, pislik içindeki sokaklar vardır. Bir de geceleri bu tekinsiz sokaklarda birbirleriyle ölümcül savaşlara girişen liseli motosiklet çeteleri…

Lisenin popüler çocuğu Kaneda’nın liderliğini yaptığı ‘Kapsüller’in bir üyesi olan Tetsuo, yine bir gece yapılan çete savaşları esnasında motosikletiyle son sürat gitmekteyken bir anda yolda beliren gizemli bir çocuğa çarpar ve çarpma anında bir patlama olur. Bu ‘yaşlı’ yüzlü ve doğaüstü güçlere sahip garip çocuk, orduya bağlı bir araştırma biriminin elinden kaçırılmıştır ve birkaç dakika içinde orduya ait araçlar olay yerine gelerek çocuğu ve Tetsuo’yu götürürler.

Çok geçmeden bu ‘yaşlı çocuk’ gibi iki tane daha olduğunu öğreniriz. 25, 26, 27 diye numaralandırılmış olan bu çocuklar, ordunun üzerlerinde deneyler yaptığı özel güçlere sahiptir. 25 numaranın Tetsuo’yla çarpışmasından sonra Tetsuo’da da benzer güçler oluşur (ya da açığa çıkar). Üstelik bu güç diğerlerinkine pek benzememekte, daha büyük bir potansiyel taşımaktadır.

Film, karmaşa içindeki bir toplumda, Tetsuo’nun ortaya çıkan gücüyle başetmeye çalışması, önce ondan korksa da sonra hızla benimsemesi ve yıllar önce tüm bunları başlatan 28 numaralı “Akira”ya ulaşma çabasını anlatıyor. Bu esnada giderek kendini kaybederek etrafına yıkım getiren Tetsuo, onu durdurmaya çalışan Kaneda, hükümet karşıtı grup, ordu ve ‘yaşlı çocuklar’la mücadele ediyor.

EZİK ERGENİN ÇİLESİ

Akira’nın öyküsünü çözümlerken ele alınacak ilk öğe filmin iki ana kişisidir: ‘Kapsüller’ çetesinin başı olan Kaneda ve çetenin en zayıf halkası olan Tetsuo. Kaneda, Tetsuo’nun çocukluk arkadaşı, aynı zamanda hamisidir. Küçüklüğünden beri hep Tetsuo’yu koruyup kollamıştır. Tetsuo ise bu ‘korunma’ durumundan rahatsızdır çünkü Kaneda’nın yanında hep ezik kalır. Kendini kanıtlamak için uğraşıp durur ama Kaneda hep daha güçlü, daha yetenekli, daha popüler, daha yakışıklı, daha iyi, daha cesurdur, onun motoru daha havalı, giysileri daha fiyakalıdır… Bir sahnede Tetsuo, içten içe kendisinin olmasını istediği Kaneda’ya ait motoru kaçırır. Kız arkadaşını da arkasına atar ve sürüşün keyfini çıkaracakken yolda rakip çetenin elemanları tarafından sıkıştırılır. Çete elemanları onu kolayca yakalar, kız arkadaşını da aşağılayıp döverler. İkisini yine son anda yetişen Kaneda kurtarır. Tetsuo, Kaneda tarafından yakalanmış olan çete elemanını öldüresiye döver. Ama bu dövüşün, bu güya güç gösterisinin nafile olduğunu kendisi de bilmektedir. O sıradaki kızgınlığı rakip çete elemanına değil, yalnızca kendisinedir. Çünkü yine erkekliğini kanıtlayamamış, kız arkadaşını koruyamadığı gibi onun önünde rezil rüsva olmuştur. Şu anda rakibini de Kaneda sayesinde ve gözetiminde dövebilmektedir. Kaneda “Bu kadar dövdüğün yeter” deyince Tetsuo ona “Bana emir verip durma! Neden her zaman gelip beni kurtarmak zorundasın sanki?” diye çıkışır. “Bana her zaman ne yapıp yapamayacağımı söylüyorsun. Bana çocukmuşum gibi davranıyorsun!”

Tetsuo’nun ezildikçe ezilmesi, kendini kanıtlayamaması, ergenlikten çıkıp gerçek bir erkek olamamasının yarattığı ‘kötü’ enerji, bünyesinde biriktikçe birikir. Kaneda Tetsuo’yu her kurtarışında aslında onu daha çok kaybetmektedir.

Tetsuo’da gelişmeye başlayan güçler ve bu güçler gelişirken çektiği acılar, onun ergenlik acılarının, kıvranmalarının dışavurumudur. Tetsuo’nun küçüklüğünden beri ezilegelen gururu, sağlıklı bir büyümeye, kazasız belasız bir ergenlik dönemine engel olur ve müthiş öfkesini bütün şehre kusuverir.

Herhalde ergenlik döneminde dünyaya, bazen tüm insanlığa nefret duymamış, hayata küsüp isyan etmemiş pek az kişi vardır. Akira, Tetsuo’nun davranışlarıyla bu gençlik aşamasının duygularını görselleştiriyor. Fakat bu öyle abartılı bir duygu ve isyan ki; son yarım saatinde sanki film çıldırıyor, ekranı Tetsuo’nun canavarlaştığı, insan olmanın et ve damarlara indirgendiği cıvık cıvık bir değişim kaplıyor. Akira, dehşet bir nefret ve öfke patlamasına dönüşüyor.

Tetsuo kapalı bir koridorda kendisine gaz bombaları atan polislerin tümünü parçalayıp et yığını haline getiriyor. Karşısına çıkan insan araç tank tüfek ne olursa olsun durduğu yerden patlatıveriyor. Bir anda ortaya çıkan bu güçle şimdiye kadarki ezilmişliklerinin bütün intikamını bir bir almaya girişiyor. Kaneda’nın korumasına artık ihtiyaç duymadığı bu güçleriyle onun en iyi arkadaşından en büyük düşmanına dönüşüyor.

Tetsuo’yu kısa bir zaman dünyanın efendisi yapan gücü, bir süre sonra kontrolden çıkıp vücudunu ele geçiriyor. Tetsuo korkunç yok oluşuna sürüklenirken tekrar bebek haline geliyor, bu canavar bebek yeni bir başlangıcı ima ediyor seyirciye. Tetsuo geçmişiyle ve durumuyla yüzleşip kabullenerek gururunu bir kenara bırakıyor. Tekrar “Kurtar beni Kaneda!” diye çaresizce bağırırken az önce koca şehri yerin dibine gömmüş olan dev organik yığın gibi değil de, yeniden Kaneda’nın anaokulundaki arkadaşı oluveriyor. Sonunda kendini var etmeyi başaran Tetsuo, oldukça sorunlu ergenliğini tamamlayarak bu acı veren dünyadan ayrılıyor. Yeni hayatında artık kendini tanımlayabilmiş bir yetişkin olarak gururla “Ben Tetsuo’yum” diyor. Darısı tüm sorunlu ergenlerimizin başına…

Filmin ana çıkış noktası olan Tetsuo’nun Kaneda karşısındaki ezikliği, daha biz filmi izlemeden önce başlar. Akira’nın afişinde, Neo-Tokyo üzerinde elinde lazer silahı, karizmatik bir duruşla bize bakan Kaneda vardır. Oysa filmde, gerçekten de bir dev yaratık haline gelip o şehri yerle bir eden kişi Tetsuo’dur. Akira, asıl olarak Kaneda’nın değil Tetsuo’nun hikayesidir ama filmin tüm resimlerinde, DVD kapaklarında ve posterlerinde hep Kaneda ve iç gıcıklayıcı motoru ön plandadır. Akira denince akla kırmızı giysileri içinde Kaneda ve motoru gelir. Hatta bunları ilk gören kişi, “Akira”nın bu kırmızı giysili delikanlı olduğunu sanacaktır. Tetsuo ise ne görünür ne anılır bu görsellerde. Kaneda’nın karizması yanında görmezden gelinmiştir! Bu posterlere baktıkça, Tetsuo’nun dehşet bir öfkeyle çıkıp geleceğinden, baktığımız posteri yırtıp atmakla yetinmeyip şehri de başımıza yıkacağından korksak yeridir. Peki, filmi yapanların, ardından da pazarlayanların Tetsuo’yla alıp veremedikleri nedir?

JAPONYA’NIN ÇOCUKLUKLA İMTİHANI

Çocuklar çizgi filmleri, çekim filmlere göre daha çok severler. Bunun nedeni olarak da çizgi filmlerin, çocukların kendilerini ilk ifade biçimlerinden biri olan resim, boya ve çizgileri kullanmaları gösterilir. Çocuklar kendi yaptıkları resimlere benzer filmler gördüklerinde bunları kendi hayal dünyalarına daha yakın bulur ve hemen benimserler. Bu yüzden de çizgi filmler hep çocuklara özgü, çocuklar için hazırlanan yapımlar olarak algılanır. Yalnızca yetişkinlere yönelik çizgi filmi bir tür haline getiren ise Japonlardır. ‘Yetişkinler için çizgi film’, çizgi roman sektörünün oldukça gelişmiş olduğu Amerika ya da Avrupa’da değil de neden Japonya’da popüler olmuştur?

Çocukluğa ait bir olgu sayılan çizgi filmler ve çizgi karakterler, Japonya’da gözden kaçamayacak şekilde her yaştan ve kesimden insanın yaşamıyla iç içedir. Japonların sanatlarının pek çoğu çocuk oyunları veya küçüklükle ilgilidir. Kağıt katlama sanatı Origami, minik ağaç yetiştirme sanatı Bonzai, oyuncak bebek yapma sanatı Amigurumi, kukla sanatı Bunraku gibi… Bugün Japonya’da genç kızlar çocuk gibi rengarenk giysiler, kurdelalar, çoraplar giyerek Shoja ve Kawaii gibi ‘çocuk’ modalarını sürdürürler. Çocuksu masum kız imgesi Japonya’daki en popüler fantezi malzemesidir. Japonya’nın çocuklukla bu bağı en popüler olan çizgi’yle, manga ve animeyle devam eder ve en büyük kültür ihraçlarından biridir.

Başka hiçbir ülkede benzeri olmayan bu durumu şöyle açıklayabiliriz: Japon toplumu çocukluk ve ilk gençlik travmalarını bilinç altına itmiş ve belki de hala bunlardan bazılarıyla yüzleşip hesaplaşmamıştır. Akira’yla benzer doğaüstü güçlere sahip olan diğer ‘yaşlı yüzlü’ çocuklar, Japon toplumunu tam olarak simgeler. Olgun ve bilge bir görünüm altında büyüyememiş, çocukluğu atlatamamış bedenler… Bunlar Arthur C. Clarke’ın ‘Son Nesil’ kitabındaki (Childhood’s End, 1953) evrimin bir sonraki aşamasını oluşturan çocukları andırırlar. Tetsuo da 80’ler Japon toplumunun bir simgesidir. Değişim aşamasına gelmiş ama bu acılı değişimde daha sağlıklı ilerleyebilmek için yüzleşmesi gerekenler vardır. Yani Akira, ezik bir ergenin isyanından öte, itilip kakılmanın acılarını atlatamayan, zaman zaman hala bu gururu incinmiş ergen gibi davranan, dönüşümün eşiğinde bir toplumun da öyküsü…

Tetsuo’nun değişimi, ergenlik anlatımının en abartılı yansımalarından biridir. Bu değişim ilk anda halüsinasyonlar ve rüyalar halinde başlayan yapı bozumlarla başlar. Çevresindeki her şey kırılıp dökülür, yok olur. Giderek bunlara kendi bedeni de katılır. Sonradan Tetsuo’nun ‘güçleri’ bu yıkımları halüsinasyondan gerçeğe dönüştürmeye başlar. Filmin sonuna kadar sürekli olarak bir yerler yıkılır, parçalanır, çöker, ufalanır, patlar. İsyancı grubun gizli başkanı olan bir hükümet üyesi, değişimin kaçınılmazlığını şöyle ifade eder: “Tokyo değişecek, şehir doymuş durumda, bu değişim için de Akira gerekiyor.” Değişim acı verici olacaktır. Ergenlikten yetişkinliğe geçerken vücut size sormaz, Tetsuo çaresizce haykırır: “Vücudum söylediklerimi yapmıyor!”

2020 OLİMPİYATLARI

Japonya 2. Dünya Savaşı’nı resmi olarak sonlandıran atom bombası felaketinden sonra, aynı Akira’da gösterildiği gibi hızlıca bir toparlanma sürecine girdi ve 20 yıl içerisinde dünyanın önde gelen devletleriyle aynı kulvara ulaştı. Yaşadığı yıkımları atlatmış olduğunu tüm dünyaya duyurmak için de 1964 Olimpiyatları müthiş bir fırsattı. Yıllar sonra Japonya 2011’deki tsunami ve ardından gelen nükleer felaketle tekrar büyük bir yıkım yaşadı. Şimdi yine toparlanma sürecinde ve 2020 Olimpiyatları’yla bir kez daha kötü günleri atlattığı mesajını vermeye hazırlanıyor. Tetsuo’nun film boyunca aradığı “Akira”yı bulduğu yer de bir yıl sonraki 2020 Olimpiyatları’nın yapılacağı dev stad oluyor! (Olimpiyat komitesinin 2020 için Tokyo’yu seçmesiyle Katsuhiro Otomo’nun öngörüsü de gerçekleşmiş oldu.)

Olimpiyat stadının ‘altında’ gizli bir tesiste yıllar önceki patlamaya neden olan Akira bulunmaktadır. Bu imge, Akira’yı Japon toplumunun baskıladığı, bilinçaltına hapsettiği sorunsalı olarak görmemize yol açar. Filmin en başındaki patlamadan sonra ilk gördüğümüz şey, bir beyin tomografisine benzeyen görseldir, kızılımsı rengi giderek değiştiğinde bunun Yeni-Tokyo’nun kuşbakışı bir görünüşü olduğunu anlarız. Ardından patlamanın yol açtığı içi ‘karanlık’ dev krateri görürüz. Ve filmin ismi de işte bu krater görüntüsünün üzerinde yazar. Çünkü Akira bilinçaltındaki o karanlık kraterin en derinliklerindedir ve film boyunca kraterin içini aydınlatmaya uğraşırız. “Akira” Japon toplumunun baskılanan çocukluğudur, aynı Tetsuo gibi ezilmiş, hapsedilmiş, dış etkilere maruz kalmış, üzerinde deneyler yapılmış ve bu etkiler sonucunda bir gün patlamıştır. Çocukluğun bu kötü anıları da Japon toplumu tarafından itilip bilinçaltına hapsedilmiştir. Korkulan, utanç duyulan bu çocuklukla yüzleşmekten “korkup kaçmışlar”, onu kalın çelik duvarlar ardında saklamışlardır.

Bu anlatıma en büyük kanıt filmde gerçekten Japon’a benzeyen tek karakterin “Akira” olmasıdır. Diğer tüm karakterler (nerdeyse bütün anime ve mangalarda olduğu gibi abartılı olmasa da) batılı tipler gibi tasvir edilmişken, yalnızca “Akira” tamamen çekik gözlü küçük çelimsiz bir çocuktur.

Anime karakterlerinin Japon fiziki karakteristiğine uymayan uzun boylu, büyük gözlü yapıları hep dikkat çekmiştir. Bu garip durumun açıklaması olarak, animelerin evrensel olarak benimsenebilecek yeni bir dünya yaratma kaygısı gösteriliyor. Ama bu tatmin edici bir açıklama değildir. Uzun boy ve büyük göz niçin evrensel bir norm olarak kabul edilsin ve evrensellik kaygısı neden çekik gözlü olmayı reddetsin? Üstelik dünyadaki çekik gözlü insan sayısı diğerlerine göre asla azımsanacak bir oranda değildir. Bugün dünya nüfusunun dörtte birinden fazlası çekik gözlüdür. Evrensellik iddiasını çürüten bir başka olgu da animelerin özellikle ilk zamanlarında tamamen Japon pazarı için yapılmış olmasıdır.

Diğer bir açıklama, Japonların çizgi film yapmaya Walt Disney çizgi filmlerini örnek alarak başladıklarını, bu yüzden de karakterlerin gözlerini büyük çizdiklerini söyler. Bu açıklamayı da ciddiye almak mümkün değildir. Japonlar acaba Walt Disney’den neden yalnızca karakterlerin göz boyutunu örnek almıştır da başka hiçbir şeyleri benzemez?

Mamori Oshii ise gerçeğe yaklaşarak, “bu şekilde Japon’ların Japon oldukları gerçeğinden uzaklaştıklarını” söylüyor. Hayao Miyazaki de işin doğrusunu apaçık ifade ediyor: “Japonlar kendi yüzlerinden nefret eder.” (Napier, Susan J. 2005)

Dolayısıyla anime ve mangalardaki karakterlerin gözlerinin kocaman, saçlarının rengarenk ve abartılı şekilde gür ve şekilli olması bir aşağılık kompleksinden ileri gelir. Bu yüzden de “Akira”yı, yani çekik gözlü çelimsiz çocukluklarını yerin derinliklerine hapsetmişlerdir. Üzerine de hiçbir şey olmamış, hiçbir zaman çekik gözlülüğün aşağılanmalarına, ezilmelerine uğramamış gibi yapabilecekleri görkemli ‘Olimpiyat Stadı’nı inşa etmişlerdir. Bu onlar için dünya barışı için bir mesaj olmakla birlikte bir güç gösterisi, kendilerini çekik gözlerine rağmen kanıtlama çabasıdır. Bu çabanın devamında Japonya birkaç on yıl içinde dünyanın en büyük teknoloji geliştiren ülkesi olmuştur.

Filmde, Akira’nın evler, robotlar, gemiler yapmamıza yarayan enerji olduğu söylenir. Bu enerji herkesin içinde vardır ama nasıl kullanılması gerektiğini öğrenmek gerekir yoksa bu güç sizi ele geçirip yok edebilir. Akira’yla yüzleşip onun tarafından yutulmak istemeyen savunma mekanizmamız da ona ulaşmamıza engel olmak ister. Filmde Tetsuo’nun Akira’ya ulaşmasına engel olmak için herkes seferber olur. Peki Japon toplumunun yüzleşmekten korkup kaçındığı bu kompleksi nerden ileri geliyor?

Başlar başlamaz ilk planında Tokyo’yu patlatan Akira hemen akla Hiroşima ve Nagazaki’ye atılan atom bombalarını getirir. Gerçekte bu bombalar savaşı bitirmişken filmde gördüğümüz ‘sessizce’ patlama 3. Dünya Savaşı’nı başlatır. Akira, savaş ve atom bombası sonrası Japon halkının umutsuzluğu, ruh yıkımı, teknolojik ilerleme sonucunda gelecek olan felaketin paranoyası olarak görülmüş ve bu anlatımıyla değer bulmuştur. Fakat filmde ifade bulan ve grotesk bir şekilde gösterilen travmanın nedeni yalnızca atom bombalarına bağlanamaz. Asıl nedenleri görebilmek için çok daha gerilere gitmek gerekiyor. Aslında atılan iki atom bombası, Japonya’da uzun süredir devam etmekte olan başka bir savaşa yeni bir cephe kazandırmıştır yalnızca. Bu, yüzyıllardır toplumun bilinçaltında ‘sessizce’ süregiden bir savaştır…

AKIRA: KISA JAPONYA TARİHİ

Japonya toplumu tarihsel gelişimi içerisinde asıl varoluşunu Çin sayesinde başardı. Temeli resim yazısına dayanan Çince, yazım biçimi olarak kabul edildi ve bununla birlikte Japonlar Konfüçyus felsefesini, astronomi ve takvimin işleyişini, tıbbın ilkelerini Çin’den öğrendiler. Budizm 538 yılında Çin ve Kore yoluyla geldi. Çin hükümet sistemi, Japon yöneticilerine bir model oldu. MS.900 yılına kadarki dönemde, alfabe, din, yönetim biçimleriyle birlikte gemi yapımı, tabaklama, metal işçiliği ve dokuma gibi endüstriyel sanatlar da hep Çin’den öğrenildi. Çin kültürü ezici bir şekilde Japon toplumsal yapısının oluşumunda baş belirleyici olmuştu. Tetsuo, anaokulundan itibaren henüz kendisinde keşfedemediği özellikleri Kaneda’da görüp bunları ondan öğrenmeye başladı. Kaneda bilgi, güç, tecrübe ve karizmasıyla Tetsuo’nun gelişim aşamasında baş belirleyici olmuştu.

10. yüzyılda büyük toprak sahibi soyluların oluşturduğu yerel özerk yönetimler oluşmaya başladı. Bunların kendi aralarındaki savaşlar yıllarca sürdü ve (Kapsüller ve Palyaçolar gibi) iki klan öne çıktı. Kazanan Yorimoto Minamoto, 13. yüzyılda sivil ve askeri olmak üzere iki yönetim oluşturdu. Askeri yönetimin giderek güçlenmesi ve ülkeyi yöneten asıl güç haline gelmesiyle Japonya’daki baskın askeri nüfuzun temelleri atılmış oldu. Ordu Japonya’da her zaman belirleyici bir güç olageldi. Akira’da sivil yönetime karşı yapılan askeri darbe bu tarihsel geçmişin bir yansımasıdır. Hükümet Akira araştırmalarını denetlemek üzere, Albay’ı bir komisyonun sorgulamasına karar verir ama albay bunu reddeder. Tutuklama kararı çıkarılan Albay, kendisini almaya gelmiş askerlere “kokuşmuş politikacıların ve kapitalistlerin maşası olmamalarını” söyleyerek onları kendi safına çeker ve darbe yaparak meclis üyelerini tutuklattırır.

Giderek otoriter ve faşist bir yönetimin hüküm sürdüğü Japonya’da imparator Tokugawa İeyasu 1600 yılından itibaren Japonya’yı dışa kapattı. Böylece Japon toplumu, dünyanın geri kalanında olup biten gelişmelerden, modalardan ve üretimlerden habersiz bir yaşamın içine itildi. Dışa kapalı toplum yapısının kendi içinde milliyetçi bir oluşum hedeflemesi olağandır. Fakat bu durum toplumun karşılaşacağı büyük tehlikenin de nedenini oluşturur. Çünkü toplum dışarıda olup bitenleri ilk gördüğü anda hızlı bir yapı bozumuyla karşı karşıya kalacaktır. Japon toplumuna da aynı şey oldu. Özellikle ABD’nin ve Avrupa ülkelerinin Japonya ile ticari ilişki kurma ısrar ve çabaları sonuç verdi ve Japonya’ya bu ülkelerin toplumsal, kültürel, siyasal ve askeri etkileri hızla kendini gösterdi.

1864 yılında bu dış güçleri yurtlarında istemeyen askeri kuvvetler, silah teknolojileri çoktan Japonya’yı 5’e katlamış olan yabancı güçlere saldırmaya kalktı ve anında utanç verici bir hezimete uğradılar. Ülkede hızla baskın güç haline gelmiş olan Batı’nın, pek çok anlamda geri kalmış olan Japonya üzerinde oluşturduğu bu güç, toplum üzerinde bir travma yarattı. Artık Japonya’nın örnek alacağı, peşinden gideceği, o ne derse yapacağı Kaneda’sı Batı ülkeleri olmuştu.

1871 yılında yine dış güçlerin etkisiyle bütün klanların yetkilerini imparatora bırakmasının ardından bir dizi reform gerçekleştirildi. Eğitim sistemi, hukuk sistemi ve ordu ABD ve Avrupa ülkelerindeki sistemler örnek alınarak yeniden oluşturuldu. Japonya ordusu resmi olarak duyuruldu ve samuraylar ordudan çıkarıldı. Bu devrimden sonra Japonya hızlı bir sanayileşme ve ekonomik gelişme içine girdi ve bunun o yıllardaki sonucu olarak yayılmacı bir politika izlemeye koyuldu. Artık, dilini ve dinini aldığı Çin’e kafa tutmaya başlamıştı ve Çin’in karşı koymasına rağmen Kore’yi işgal etti. Bu işgale karşı savaşa girişen Çin kuvvetlerini 1895’te denizde ve karada kolayca yenen Japonya dünyanın yeni Tetsuo’su oluyordu…

Rusya’nın baskıları sonucu Çin’den yeterli kazanımlar elde edemediğini düşünen Japonya, Rus ordusunun 1904’te Mançurya’yı işgal etmesi üzerine Rusya’ya savaş açtı. Bu savaşı da kazanan Japonya Kore’yi topraklarına kattı. Aynı yıllarda Amerika’ya göç etmiş Japonların yerel işçi halk tarafından saldırılara uğraması, Japonya ile ABD’yi karşı karşıya getirdi.

1. Dünya Savaşı’nda Japonya, Çin’e 21 maddeden oluşan bir istek listesi gönderdi, bunların bir kısmını Çin hemen kabul etti. 1931 yılında Japonya Çin’e bir bahaneyle tekrar saldırdı, Japon ordusu kendi hükümetinin onayı olmadan  Mançurya’yı işgal etti. Tüm Çin kıyı şeridini kontrolü altına almayı başardı. Milletler Meclisi Japonya’yı geri çekilmesi konusunda uyardı ama Japonya’nın buna cevabı, Milletler Meclisi üyeliğinden ayrılmak ve Çin topraklarında ilerlemeye devam etmek oldu. Japonya’ya karşı çıkamayan Çin 1933’te imzalanan antlaşmayla Mançurya’yı Japonya’ya terk etti. Bu faşist tutumlar Japonya’nın 1936’da Almanya ve İtalya’yla antikomünizm antlaşmaları imzalamasıyla devam etti. Kısacası Tetsuo giderek güçleniyor, meydan okuyor, yakıp yıkıyor ve kaderindeki en büyük felaketine doğru hızla ilerliyordu.

1939’da 2. Dünya Savaşı çıkınca Japonya Hindiçini ve Pasifik adalarını bir bir ele geçirmeye girişti. Bu durum ABD’nin Pasifik’te sahip olduğu yerlerin güvenliğini tehdit ediyordu. Japonya’yla karşılıklı görüşmeler sonuç vermeyince ABD Japonya’ya petrol ambargosu uygulamaya başladı. Bu durum ikili ilişkileri bitirdi ve bir sabah Japon Hava Kuvvetleri Pearl Harbour’daki ABD Donanmasına saldırdı. Ertesi gün ABD müttefiklerle birlikte savaşa katıldı. Ama Japonya, tutulamaz enerjisiyle hızla büyümeye devam etti. 1941’de Vietnam, Malezya, Endonezya, Tayland, Burma, Borneo, Hong Kong, Yeni Zelanda, Yeni Gine ve pek çok adayı işgal etti.

Fakat Tetsuo giderek kendi kendini bitiriyordu, gücü kendi kontrolünden çıkmaya başlamıştı. 1942’de müttefik donanması tarafından bir Japon filosunun rehin alınması sonun başlangıcıydı. 1944’e gelindiğinde Amerika Japonya üzerine hava saldırıları düzenlemeye başlamıştı ve bu hava saldırılarıyla Tetsuo’nun kolu kopuyordu. Amerika’nın 1945 Mart’ından Ağustos’a kadar süren bombardımanlarında Japonya’da taş taş üzerinde kalmadı. Tek bir günde 100 binlere varan sayıda sivil kayıp verilebiliyordu. 68 şehir haritadan silindi. Tetsuo bir yok oluşa doğru gittiğini kendisi de anlamıştı ama korkunç gururu bunu kabullenmeyi reddediyordu.

Son darbe Hiroşima ve Nagazaki’ye atılan atom bombaları oldu. İlk bombadan sonra bile Japonya teslim olmayı reddetti. O gün 80 bin kişinin ölmesi belki de aylardır benzer yıkımlar yaşamakta olan Japon ordusunu pek etkilememişti. Gururlarını kırmak, yenilgiyi kabullenmelerini ve “Kurtar beni Kaneda!” demelerini sağlamak için 2. bir nükleer bombaya daha hedef olmaları ve Sovyetler’in arabuluculuğu umudunu tamamen yitirmeleri gerekti. Japonya işte bu ‘ölümünden’ sonra Tetsuo gibi kendine yeni bir dünya yaratarak yeniden doğdu ve hızlı bir gelişme içine girerek dünyanın en büyük ekonomilerinden biri olmayı başardı.

İÇİMİZDEKİ AKIRA’LAR

Tabii ki bu hızlı gelişim toplumda oluşmuş travmayı yok etmedi, yalnızca tekrar bilinçaltına itmeye yaradı. Bugün Japon toplumunda çoklukla Batı etkisine bağlanan bir ‘kafa karışıklığının’ varlığı gözlenebilir. Yabancılaşmadan kaynaklanan nesiller arası kopuş son derece sağlıksızdır. Ülkeyi zaman zaman vuran ekonomik sıkıntıların da etkisiyle, yaşama amacı sayabileceği maddi-manevi bir uğraş edinemeyen pek çok genç, yılgınlık içinde ‘kaybolup’ gitmektedir. Yüzyıllarca katı tabularla yaşamış bir toplum, bir yandan ataerkil yapısını korumaya çalışıp bunu kültürel değeri olarak dünyaya sunarken aynı anda bu baskıcı toplum yapısının sonucu olan devasa bir porno sektörü geliştirebilmekte, akıllara durgunluk verecek yaratıcılık ve çeşitlilikte ürünler sunabilmektedir. Albay’ın Tokyo’ya bakıp “Japon toplumunun inşa etme isteğinin köreldiğini ve yalnızca hazcı (hedonist) yapılar oluşturduğunu” söylemesi tam da bu durumu ifade ediyor. Gerçeklikten kaçma isteği ya haz düşkünlüğüne ya da bunalıma sürüklemektedir. Her gün Tokyo metrosunda gerçekleşen intiharlar ve raylardan toplanan insan parçaları olağan görüntülerdir. Gelişmiş toplumlar içinde intihar sayısının en fazla olduğu ülke Japonya’dır. Son yıllarda intihar edecek kişilerin internetten sözleşip toplanması ve topluca intihar etmeleri gibi çılgınlıklar sıradanlaşmıştır.

Savaşlar, depremler, tsunamiler ve en son Fukuşima’daki nükleer felaketle birlikte kıyametle sıkça yüzleşen bir toplumun, ‘gülümseyen ve fotoğraf çeken insanlar’ gibi tek boyutlu bir tanımlaması yapılamaz. Derin, nitelikli ve saygın bir kültür oluşturmuş olan Japonlar’ın düzenlilik, çalışkanlık, yaratıcılık, saygı ve sevecenlik gibi hayran olunan özelliklerinin yanında toplumsal bilinçlerinde saklanan bir Akira vardır. Onunla yüzleşmedikçe her fırsat bulduğunda çektiği tüm çilelerin acısını tekrar tekrar çıkarmaya yeltenecektir. Bu ister yayılmacı politikayla olur isterse de sosyal hayattaki aşırılıklarla ya da özümsenmeden yaşanan hızlı değişimlerle.

Akira filmi, toplumunun bir analizini yaptıktan sonra, ona bilinçaltındaki çocuğa ulaşmasını, kendiyle yüzleşmesini önerir. Daha önce gerçekleşmiş ve yakın gelecekte gerçekleşmesi olası toplumsal, siyasal ve kültürel krizleri önlemek üzere haklı bir öneridir bu. Her toplum, kendi Akira’sıyla yüzleşmedikçe bu yazının en başında aktarılan toplumsal bunalım ve sosyal patlama sahnelerini sürekli olarak yaşayıp durmaktan kurtulamayacaktır.

blank

Murat Kirisci

Mimar Sinan Güzel Sanatlar Üniversitesi Sinema-TV bölümünden mezun. 2013’ten beri Öteki Sinema’da yazar.

3 Comments Leave a Reply

  1. İlk izlediğimde yirmi, ikinci izlediğimde otuz yaşındaydım. İkisinde de ben bu sırra eremedim :)

  2. Filmi izleyen herkesin bu yazıyı da okuması gerekir. Japonya ile bağdaşlaştırmak izlerken mümkün değil ancak yazıyı okuyunca bu filmin ne mantıkla yazıldığını çok iyi anlayabiliyoruz. Teşekkürler

Bir yanıt yazın

Your email address will not be published.

blank

Öteki'den Haber Al

Buna da Bir Bak!

blank

Ghost in the Shell (1995)

Yıl 2029, dünya yaşamın her alanına yayılmış çok gelişkin bir
blank

Avalon (2001)

Mamoru Oshii yeni filmi ile karşımızda. Avalon ile Matrix’in kendisinden