“Sinemayı seviyorum, iyi filmler yapıyorum, bu da bana yetiyor. Şüphesiz yaratıcının törel sorumluluğu sorununu da göz önünde bulunduruyorum, ama pek aydınlık, pek bilinçli bir tarzda belirtmeksizin. Bu sorumluluk duygusu ben de bir Japon olarak ve bir insan olarak doğuyor. Bu duygu farkında olmaksızın, ben bilincine ermeden filmime giriveriyor…”

Akira-Kurosawa 1

Japon ve Dünya sinemasının en önemli yönetmenlerinden biri Akira Kurosawa… Hakkında yazmakla bitmez metinler ve methiyeler var. O, kendi iki savaş görmüş iç dünyasını ömrünün koridorlarına otuz tablo halinde, filmleriyle çizdi. Kendini ve dünyasal acıları anlattı yedinci sanatın muhteşem büyüsüyle. Biz de onun için birkaç söz söyleyelim diye çıktık yola. Kelimelerimizin yettiği kadarıyla…

Japon film yönetmeni, film yapımcısı, senarist ve kurgucu… 23 Mart 1910 tarihinde gözlerini dünyaya savaşın rüzgârı hafif hafif eserken açtı. Tokyo’nun Ömuri bölgesinde doğdu. Babası Isamu, Akita Prefecture’den gelen bir samuray ailesinin üyesiydi. Onur ve kılıçla kurulan bir düzenden geliyordu. Hayatını ve çocuklarını da buna göre yetiştirmeye çalıştı her daim. Ordunun Beden Eğitimi Enstitüsü’nün Ortaokulu kısmında yöneticilik yapıyordu. Annesi ise tüccar bir aileden geliyordu. Kurosawa bu ailenin çocuklarının sekizincisi ve en genç olanıydı. O doğduğunda iki kardeşi büyümüş ve biri de ölmüştü. Kurosawa ise geriye kalan üç kız kardeş ve iki erkek kardeş ile büyüdü.

Kurosawa’nın sinema aşkı babasında geliyordu. Babası ona kendi kültürünü aktarırken bir taraftan da Batı’nın tiyatro, resim ve sinemasını öğrenmeye teşvik ediyordu. Ona beyazperdenin kapısını araladı. İzletti ve ilham vermeye çalıştı. Akira okuduğu ilk dönemlerde silik bir öğrenciydi. Fakat içinde gizli kalan yeteneğini görecek bir öğretmene sahip olacak kadar da şanslıydı. Öğretmeni Taçikava onun resme olan meylini keşfetti ve onu resmini yapmaya yöneltti. Artık Akira’nın duygularını anlatabileceği bir dili vardı, resim…

Sanatçının çocukluğunda kendisini etkileyen başka bir isim de ağabeyi Heigo’ydu. Büyük Kanto Depremi’nde yer bir olan Tokyo’yu görmeye çocuk gözleri dayanamayan Kurosawa’ya acılara bakmayı öğretti ağabeyi. Ona cesaretle, gerçek arasındaki ince çizgiyi büyük bir yıkımın kitabında gösterdi. Ağabeyi ile ayrı gayrısı kalmamış olan Kurosawa’yı ise bundan daha büyük bir yıkım bekliyordu ileride bu bilince sahip ağabeyinin kendi hayatına son vermesi…

Yönetmen yazdığı biyografik kitabında ağabeyinin ölümünden “Anlatmak İstemediğim Bir Öykü” başlığıyla bahseder. Fakat kayıplar bununla da bitmez Akira sadece dört ay sonra diğer ağabeyini de kaybeder.

Kurosawa ve Sinema

“İyi bir yönetmen, iyi bir senaryo ile başyapıtlar üretebilir, aynı senaryo ile vasat bir yönetmen, ancak sıradan bir film yapabilir. Fakat kötü bir senaryo ile çok iyi bir yönetmen ile iyi bir film yapamaz. Bir sinema özdeyişine göre; yangını ve suyu birlikte geçmelidirler. Gerçek bir film ancak bu şekilde yapılabilir ve güç büyük ölçüde senaryodadır.”

Akira-Kurosawa 2

Kurosawa sinema dünyasına daha adını bile bilmeden girdiği bir sınav sonucunda yönetmen yardımcısı olarak adım attı, yıl 1935’ti. Sınavına ve yardımcılığına dâhil olduğu adam ise ünlü yönetmen Kajiro Yamamoto’ydu. Onunla birlikte dönemin şöhret isimlerinin de yer aldığı çoğu komedi türünde olan filmler çekti. Yamamoto Akira’nın cevherinin farkındaydı ve yanında olduğu süre zarfında ona sinemanın tüm yönlerini öğretmeye çabaladı. Setten, ışığına, senaryodan, mekân seçimine Akira sinemanın tüm alanlarında çalıştı. Yıl 1941’i vurduğunda Kurosawa Yamamoto’nun başka bir film çekimi dolayısıyla ilk kez tek başına bir filmini yönetti. “Uma” adlı yapım Kurosawa’nın kendi yönetmenliğini tecrübe etmesi bakımından milat sayılır.

“Filmlerde senaryodan kurguya kadar her şeyi kendim yaparım. Ama bana en önemli görünen senaryonun hazırlanmasıdır. Senaryo filmin yapısı, iskeletidir. Yapı çok sağlamsa rahatça görüntü eklenebilir. Hiçbir vakit dağınıklığa gevşekliğe yol açmaz bu. Ya da, daha doğrusu, iyi bir senaryo olduğu vakit şişirme olanaksızdır. Yönetmenin bir sürü işe yaramaz görüntü kattığı olur, ama bunun nedeni yapının daha başlangıçta sağlam olmamasıdır. Kurguya gelince en önemlisi kesmektir.”

Yönetmen sinemada artık kendi ayaklarının üstünde durmaya kararlıydı. İlk filmi Sanjiro’yu (Büyük Judo Efsanesi) 1943 yılında çekti. Bu yapımdan sonra birer yıl arayla tam altı filme imza atan sanatçı Japon sinemasının en önemli yönetmeni haline geldi. Ustanın dünyaca tanıması ise 1950’de çektiği “Rashamon” adlı yapımla gerçekleşti. Venedik Film Festival’inde “En İyi Film” ödülünü alan yapım dünya sinemasının kapılarını ustaya açmıştı.

Akira-Kurosawa 4

Kurosawa bundan sonraki filmler için farklı bir yol izledi ve edebiyat uyarlamaları üzerine yoğunlaştı. Dostoyevski’den, Shakespiere’den ve Gorki’den uyarlamalara imza atan Akira bunu da kendi yöntemleriyle yaptı. İçine Japon kültüründen öğeler katan usta yapılarını kendi dili ve kültürüyle özgün hale getirmeyi başardı ve birçok yönetmene de ilham kaynağı oldu. Zaman zaman filmleri yasaklansa da usta söylediğinden vazgeçmedi. Kendi kültürünü savundu ve yozlaşma karşıtı duruşunu korudu. Savaş sırasında onun soğuk yüzünü engellemelere rağmen kendi estetiğinden geçirerek anlatmaya deva etti. Şöyle demişti usta; “Savaş sırasında söz özgürlük yoktu. Savaştan sonra Japonya üzerine söyleyecek o kadar çok şeyim vardı, o kadar doluydum ki, o vakit benim için tek anlatım aracı gerçekçilikti.”

Usta savaşı böyle yansıtabildiğini belirtiyordu yapımlarında. Aslında o daha ziyade güzelliğe ve estetiğe muhtaçtı. Sonrasında bunu da şu sözleriyle ifade edecekti; “Ben de bilinçli ve isteyerek meydana gelmiş bir bağımlılık yok. Bağımlılık ben de hiçbir vakit bir karar sonucu değil. Siyaset benim için çok önemli, ama bir insan olarak, bir yurttaş olarak, yoksa sinemacı olarak değil… Bana kalırsa yapıtlarımda iki eğilim var. Bir gerçekçi eğilim, bir de sanatçı eğilim… Yapıtlarımda bu iki eğilim var. Ama ikisi de ben farkında olmaksızın kendiliğinden doğuyor. Ben kendimi gerçekçi saymıyorum. Gerçekçi olmaya çalışıyorum ya, değilim. Bir türlü gerçekçi olamıyorum, duygucuyum çünkü. Plastik sanatlara, güzelliğe çok derinden bağlı olduğumu hissediyorum. Gerçeğe soğuk bir bakışla bakamam. Öyle sanıyorum ki; filmlerimde bazen kıyıcı sahneler bulunuyorsa, bu gerçekçilikten değil de zayıflığımdan ileri geliyor. Gerçekten yufka yürekliyim ben.”

Akira Kurosawa yıllarını sinemaya ve inandıklarını anlatmaya adadı. Yaptı da! Bugün Japon sinemasının imparatoru olarak anılıyorsa bu kesinlikle boşuna değil. Kurosawa kendi kültürünü korumaktan vazgeçmede anlattı sözlerini. Amacı sadece kendi adını değil kendi kültürünü de duyurmaktı, başardı da günün sonunda. Ustaya saygılarımızla…

“Ben işe başlarken çok sağlam bir Japon kültürü temeline sahiptim. Yabancı sinemadan bu Japon kültürü temeli üzerine etkilenmiştim. Bu da bana yabancı etkisini, Japon geleneklerini hiç unutmaksızın değerlendirmemi, bana en iyi gelenini, en uygun düşenini soğurmamı sağladı. Bugünün genç yönetmenleri, doğrudan doğruya Japon olan bu kültür temelinden tamamıyla yoksundurlar. Oysa bana göre, kişisel bir yapıt meydana getirmekte en önemli şey budur. Kendinde bu kültür temelini taşımak, kök salmış olmak…”

Akira-Kurosawa 3

blank

Melahat Yılmaz Özberk

1981 Ankara doğumlu... Anadolu Üniversitesi Türk dili ve Edebiyatı bölümünde okuyor. Gölge- e Dergi ve Öteki Sinema’da çeşitli film eleştirileri ve hikâyeler yazıyor. Tek dileği yazacak sözlerinin bitmemesi ve bunları sayfalara dökebilmek…

1 Comment Leave a Reply

  1. Eyvallah Akira usta büyük sinemacıdır da,batı ve holivud nezdinde bu kadar prestijli olmasının bir sebebi de biraz tatlı su liberali kimliğinden kaynaklanıyor sanırım.Orhan Pamuk abi nasıl evropalıların hayal ve TALEP ettiği doğuyu tatlı tatlı postmodern–ne demekse–masallarıyla anlatıyorsa,Akira usta da aynısını sinemada yapar.Batının görmek istediği Japonya vardır sinemasında.
    Masao Adachi aşırı doz olurda,biraz Masaki Kobayashi ye takılın efendim,o da iyidir,öksüz,yetim değildir.

Bir yanıt yazın

Your email address will not be published.

blank

Öteki'den Haber Al

Buna da Bir Bak!

blank

Metin Erksan’ın Ölmeyen Aşkı

Uğultulu Tepeler’in, Metin Erksan’ın aşkı algılama biçimini de etkileyen en
blank

Nerede O Eski Bayramlar!

John Carpenter’in Halloween’i ise belki de sinema tarihinin en ölümsüz