Sahte Devam Filmleri
İtalyan ticari sinemasında sıkça karşılaştığımız utanmaz, kafa karıştırıcı ama neşeli vakalardan biri de sahte devam filmleri üretimidir. En meşhur örneklerden biri de büyük usta Lucio Fulci’nin zombi klasiği Zombie Flesh Eaters’dır (Zombie, 1979). Zombi kültünü ateşleyen George A. Romero’nun meşhur “Dead Serisi”nin ikinci ayağı olan Dawn of the Dead (1978), İtalya’da “Zombi” ismiyle gösterime girmişti. Sağlam bir gişe hasılatı elde eden filmin ticari başarısından nemalanmak isteyen yapımcılar, Fulci’nin hiçbir şeyin devamı olmayan yeni zombi filmini “Zombi 2” ismiyle gösterime sokmuşlardı. Fulci, defalarca yaptığı açıklamalarda, bu isim olayının kendi haberi ya da izni olmadan gerçekleştiğini beyan etmişti.
Aynı şekilde La Casa serisi de çokça kafa karıştırır. Korkuseverlerin başucu filmlerinden, Sam Raimi imzalı The Evil Dead (1981) ve Evil Dead II (1987), İtalya’da sırasıyla “La Casa” ve “La Casa 2” isimleriyle gösterime girmişti. Her iki film de İtalya’da çok iyi gişe yaptılar. Hemen ertesi sene Joe d’Amato’nun yapımcılığında çekilen Ghosthouse (Umberto Lenzi, 1988), sanki Evil Dead serisinin devam filmiymiş gibi “La Casa 3” ismiyle gösterime girdi ve iyi bir gişe başarısı elde etti. Joe d’Amato’nun açıklamalarına göre isim değişikliği yapımcı arkadaşı Achille Manzotti’nin fikriydi ve gişe başarısının arkasındaki en önemli sebepti. Joe d’Amato aynı taktiği yapımcılığını üstlendiği Witchery (Fabrizio Laurenti, 1988) ve Beyond Darkness (Claudio Fragasso, 1990) ile sürdürdü ve filmleri “La Casa 4” ve “La Casa 5” isimleriyle gösterime soktu. Sonraki senelerde La Casa serisine iki film daha eklendi ama eklenen filmlerin daha eski tarihli olması kafaları iyice karıştırdı. ABD yapımı House serisinin ikinci filmi House II: The Second Story (1987) “La Casa 6”, yine aynı serinin üçüncü filmi The Horror Show (1989) da “La Casa 7” ismini aldı ve böylece Sam Raimi’nin iki Evil Dead filmine, birbirleriyle alakasız beş filmin eklenmesiyle oluşan sahte seri tamamlanmış oldu. The Horror Show’un da House serisi içinde alakasız bir şekilde yer alması hikâyesi var ki ona hiç girmeyelim.
Uzaydan Mağaraya: Alien 2
Ciro Ippolito’nun yazıp yönettiği Alien 2: On Earth de, isminden anlaşıldığı üzere, Ridley Scott şahikalarından Alien’ın (1979) İtalyan usulü sahte devam filmi. Ama ne ilk filmle direkt bağlar içeriyor, ne de orijinaline öykünmeye çalışıyor. Hemen başlarda güneş sisteminin dışındaki bir görevden dönen uzay gemisinin atmosfere girmek üzere olduğundan bahsediliyor ki Alien ile ortak nokta sayabileceğimiz yegâne şey de bu detay. Ancak bu detay bile havada kalıyor çünkü Alien 2122 yılında geçerken, Alien 2 1980’li yıllarda geçiyor. Televizyon haberleri gibi ikincil vasıtalarla fona yerleştirilen “dünyaya dönen uzay gemisi” bilgisi, daha sonra karakterlerimizin başına musallat olacak yaratığın sebebi olarak gösteriliyor.
Alien 2, Thelma ve kocası Roy’un başı çektiği bir grup mağaracının macerasına odaklanıyor. Ekibin bir araya gelip girecekleri mağaraya seyahatlerinden ibaret sahneler, filmde o kadar çok yer kaplıyor ki vakit doldurmak için bu denli uzatıldığından başka bir sebep gelmiyor akla. Mesela sahilin az ötesine demirlemiş teknedekilerin kayıkla sahile kadar gelmelerini neredeyse gerçek zamanlı izlemek zorunda kalıyoruz. Günümüz Türk filmlerinde yer alan, (güya) sanatsal kaygılarla çekilmiş, benzer “kağnı” sahneleri hürmetle anmamak mümkün değil.
Yalnız arada yeteri kadar çarpıcı olmasa da umut verici öyle bir sekans var ki bahsetmeden geçmek olmaz. Sahilde oynayan küçük bir kız çocuğu, nefes alıp verir gibi hareket eden, mavi renkte bir kaya parçası bulur. Daha sonra kızın annesi, (herhalde ortadan kaybolmuş olmalı ki) isminin Lucy olduğunu öğrendiğimiz kızını aramaya başlar ve uzun bir aramadan sonra sahilin ücra bir köşesinde bulur. Lucy, sırtı annesine dönük biçimde, oturduğu yerde ağlamaktadır. Sorularına yanıt alamayan anne, kızını kendisine doğru çevirdiğinde yüzünün tamamının parçalanmış olduğunu görür. (Bu haldeki Lucy’nin ağlamayı nasıl başardığı ise tam bir muamma.) Evet, Alien’dan hareketle, Lucy’nin bulduğu kaya parçasının yaratık yumurtası olduğunu, yumurtanın açılıp kızın vücudunda kozalandığını ve yüzünü parçalayarak dışarı çıktığını varsayabiliriz. Demek ki buradaki yaratıklarımız, Alien’da olduğu gibi göğüsten değil (chestburster), kurbanlarının yüzünden çıkıyor (faceburster?).
Ekibimiz mağaraya varmadan önce yol üstündeki bir kafeye uğrar ve ekiptekilerden biri yerde aynı Lucy’nin bulduğuna benzer başka bir kaya parçası bulur. Thelma, kayayı sırt çantasına koyar ve hep beraber mağaraya girerler. Çekimler için Bari’deki Castellana Mağaraları’nın kullanıldığı filmin bundan sonrası mağaralarda geçer. Buldukları kaya parçası, önce (nasılını ve nedenini hiç öğrenemediğimiz biçimde) nefes alıp verir gibi hareket etmeye başlar, sonra da (tamamını hiç göremediğimiz için herhalde) bir yaratığa dönüşür ve ekiptekileri sırayla avlamaya başlar. Sonrası malum; yaratık kovalar, bizimkiler kaçar.
Sıra Sizde Olabilir!
Alien 2, o denli özensiz bir film ki iyi kötü bir yaratık bile tasarlamamışlar. Yaratık, The Thing’deki gibi devamlı şekil değiştiren, tarif edilemez biçimlerde görünüyor ya da aslında mağaranın karanlığından da faydalanarak fazla gözükmüyor da diyebiliriz. Tamam, ellerindeki bütçe 400 milyon İtalyan lireti (bugünün kuruyla 250 bin dolar civarı ediyor), bu parayla ne yapsalar ortaya komik bir şey çıkacağını fark etmiş olabilirler diyeceğim ama zaten kalan kısımların da elle tutulur bir yanı yok. Yani neresinden baksanız yersiz bir kaygı. Akla en yatkın tahmin, hiç kimsenin hiçbir şeyi önemsemediği, isim sayesinde Alien’ın rüzgârından faydalanarak cüzi bir gişe hasılatı hedefledikleri olabilir. Bu arada YouTube’da Ciro Ippolito’nun film hakkında konuştuğu bir video buldum ama İtalyanca olduğu ve YouTube’un otomatik altyazı çeviri özelliği yeterince etkin olmadığı için çok fazla bir şey öğrenemedim. Ancak anlayabildiğim kadarıyla Ippolito, daha tek bir kare bile çekmeden filmini pazarlamayı başarmış ve 400 milyon liretini cebine koymuş. Ancak gelen parayla kendine Jaguar marka bir araba (yanlış anlamadıysam diğer yapımcı arkadaşına da bir Mercedes) satın almış. İş filmi çekmeye gelince de Mario Bava’dan yardım istemiş. Ancak Bava, çok meşgul olduğunu söyleyerek reddetmiş. (Mario Bava’nın elinden çıkma bir Alien 2 nasıl olurdu acaba diye düşünmek bile heyecan verici.) Sonrasında iş başa düşmüş ve genelde yapımcılık ile iştigal eden Ippolito, yönetmen koltuğuna oturmak zorunda kalmış.
İlginç bir not olarak, İtalyan Korku Sineması’nın önemli yönetmenlerinden Michele Soavi’nin de filmde önemli bir rolü olduğunu ekleyelim.
Peki, Alien’ın yapımcılarının tepkisi ne oldu? 20th Century Fox, filmin isminde Alien’ı kullandığı için Ciro Ippolito’yu dava etti ve 10 milyon dolar talep etti. Fakat Ippolito’nun avukatı, 1930’lu yıllarda yazılmış “Alien” isimli bir romanı ve filmin aslında orijinal Alien filmiyle hiçbir ilgisinin olmadığını göstererek davanın düşmesini sağladı. İşin ilginci aradan yıllar geçtikten sonra Ippolito, kendi filmiyle ufak benzerlikler içeren The Descent’ın (2005) yapımcılarını mahkemeye verdi ama o da bir sonuç alamadı.
Alien 2’nun neredeyse tamamı mağaranın içinde geçiyor. En sonuna da tehlikenin lokal değil, daha global olduğunu imleyen, kıyametvari bir final eklemişler. Ancak orada bile yapımdaki özensizlik kendini belli ediyor; karakterimiz güya bomboş olması gereken sokaklarda koşarken arka taraflarda trafik ışıklarında durup kalkan arabaları, yürüyen insanları seçmek çok zor olmuyor. Kapanış jeneriğinden önceki son karede de “You may be next!” (Sıra sizde olabilir!) gibi aslında tedirgin edici olması gereken bir cümle ekranı kaplıyor ama en fazla gülümsetebiliyor. Bir ara Bruno Mattei’nin yöneteceği Alien 3 projesi de gündeme gelmiş ama neyse ki vazgeçmişler. Gerçi bu filmden çok daha eğlenceli bir iş ortaya çıkabilirdi.
Öteki Sinema için yazan: Murat Kızılca
Video furyasının çöp hazinelerinden biri bu film Murat, 50’lerin ucuz bilimkurgularına benzer şekilde stok görüntülerle başlayıp aynı uyduruklukla devam ediyor ama yine de izlemesi çok keyifli! Dayanamayıp yazının başına filmin tamamını (Youtube’da buldum) ekledim. Altyazı falan yok ama meraklısı için iyi bir seyir imkanı.