Alper Tunel ile çektiği kısaları bana izletmek istemesi vasıtasıyla tanıştık. Evet filmografisinin gittikçe artan bir lezzeti, kalitesi olduğunu söylemeliyim. Son filmi Kek paralel kurguyla ilerliyor ve sonrasında kendi içinde değişik bir vahşet duygusuyla tamamlanıyor. Tunel’le sinema algısını, kısa filme bakış açısını konuştuk. İyi okumalar…
Banu Bozdemir
Biraz kendini tanıtır mısın, kısa film çekmeye devam etme duygusu nedir. Sonuçta öğrenciyken film çekmek daha amacına uygun ama okul bittikten, işe girdikten sonra kısa filmin nasıl bir tadı kalıyor akılda?
Aslında ben okula girene dek bir şeyler yapmalıyım hissiyle kısa film çekmeye başladım. Hatta bu gibi birkaç sebeptendir okula da geç girdim. Şu anda da hala Dokuz Eylül Güzel Sanatlar Fakültesi Film Tasarım ve Yönetmenlik Bölümü’nde Sinema okuyorum. 1991 Ağustos ayında doğdum. Öyle 5 yaşından beri yönetmen olacağım hayallerim hiçbir zaman olmadı. Aksine tamamen her erkek çocuğu gibi bir dönem pilot olmayı düşündüm. :) 15 yaşımda kesin bir karar verip sinema yapacağım yönetmen olacağım dedim. Ailemin de bana destek vermesiyle istediğim işi yapacağım için mutluyum.
İlk filmin Ses… Bir adamın hesaplaşma hikayesi, iç sesi biraz ağır kaçmış bir sorgulama hali. Bu fikrin arka planı neydi . İlk film olduğu için soruyorum…
İlklerin günahı olmaz. :) İlk filmim Ses evet oyuncu bir arkadaşım vardı hatta oyunculuk mesleğini yapan ilk tanıdığım insanlardan biriydi Sinan (filmdeki Ragıp karakteri) . Ben yönetmen olmak istiyorum o da tanıdığım tek oyuncu napalım diye düşünürken filmin çıkış noktası aslında çok enteresan olmadı. O yıllarda üniversite sınavına hazırlanırken sınav esnasında bir paragrafta gördüm Ragıp ismini ve işte ailesini terk ediyormuş falan filan. Bunun üzerine giderek bir şeyler karaladım. O yıllarda karaladıklarım sadece kağıtta kalıyor tabi. Düşünmeden etmeden tamamen hislerle hareket ederek doğru yanlış biraz da sallapati bir şekilde buluyorum bana göre olan doğruyu. Ses’i çok severim ancak o da biraz öyle işlerden oldu. .
Levent Üzümcü tiyatro oyuncusu olduğu için hesaplaşmanın üzerine düşen ses biraz fazla mı tiyatral kalmış? Hatta filmi de hafif tiyatral yapmış?
Levent abi benim aslında evvel ezel çok beğendiğim ve hatta çalışmayı da çok istediğim bir oyuncu. İlk işimdi ve bir şekilde kıyısından köşesinden dahil olsun çok istedim. Tiyatral kalması durumunu pek düşünmedim açıkçası önemli olan Levent Abi’nin bana bu anlamda bir destek vermesiydi. Kaydedip yolladı bana 12 farklı şekilde inanılmaz mutlu oldum tabi. İyi insanlar hala var ve biz kısa filmcilerin de bu insanlara ihtiyacı var bence. :) Filmin tiyatral olması konusuna gelecek olursak bence daha ziyade klip tadında bir adam yürüyor yürüyor yürüyor. Tekrar söylüyorum ilk filmim olmasından sebep sanırım çok seviyorum hatalarıyla kusurlarıyla Ses filmini.
Bi Ayrılık hikayesi aslında çok bildik bir hikaye ve anlatım içeriyor, kadın erkek arasındaki içinden çıkılmaz anlar… Daha amatör bir tadı var sanki diğerlerinden ama bir yandan da seni daha iyi filmlere hazırlamış gibi, bu konuda neler söylersin…
Bi’Ayrılık benim içinde inanılmaz çatışmaları olmayan bir film evet. Ancak bir geçiş gibi. Daha iyi işler yapmak adına daha kapsamlı düşünmemi sağladı . Klişe olmuş bir ayrılamama öyküsü aslında. Birbirini seven iki insan birisi bunalmış durumda öbürü bunun farkında değil sonunda gelen tokatla beklenmeyen tarafın işi sonlandırması öyküsü Bi’Ayrılık. Okulda ürettiğim ilk iş sanırım onun amatörlüğü var-ki kaybetmemekten yanayımdır ben- ve her dönem bir kısa film çekme gibi bir planım var. Bi’Ayrılık okuldan da oyuncu arkadaşlarımla beraber çalıştığım ilk iş ve söylediğim planın da başlangıcı.
Dış ses, anlatı, monolog gibi şeylere neredeyse her filminde yer vermenin nedeni?
Sinema gösterme sanatı evet kabul ediyorum. Gösterdiğimiz şeyleri bir daha bir daha diyalogla vermeye ya da dış sesle anlatmaya ihtiyacımız yok. Ancak benim var sanırım. :) Sürekli söylediğiniz gibi bir dış ses koyma gereği duyuyorum. Yetmediğini düşünüyorum öyküyü anlatmamda. Şimdi teknik olarak inanılmaz ekipmanlarla ve ekiplerle çalışmadığımız için hedefimiz aklımızdakinin %70’ine bile ulaşırsa başarılı sayılmakta. O sebepten az geldiği ya da aklımdakine yaklaşmadığı noktalarda dış ses kullanıyorum. Bir de seviyorum, hata biliyorum ama hoşuma gidiyor ya.
Bildiğim Birkaç Nota ve son filmin Kek kesinlikle senaryo ve anlatım olarak çok daha profesyonel.Hatırladığım Bildiğim Birkaç Nota erkeğin konumu (deli ya da değil) ne olursa olsun kadın acı çeker biçiminde yorumlanmış sanki? :)
Profesyonel çünkü ben de artık tabularımı yıktım ve geriye attıklarımı önüme koydum, öyle üretmeye devam ettim. Bildiğim Birkaç Nota benim ilk profesyonel oyuncularla çalıştığım işim. Parla Abla var (Parla Şenol) bir kere işin içinde. Yeşilçam’dan geliyor ve inanılmaz bir kadın. Hep destekler beni bu anlamda da. O sebepten de biraz profesyonel düşünmek zorunda hissettim kendimi. Bir de böylesi daha keyifli oldu, herkes ne yapacağını konumunu vs iyi bildi. İşimizi yaptık sadece. O yüzden sanırım yansıması da bu oldu. Kadının acı çekme durumu yani. Seviyor ya. Deli de olsa zırdeli de olsa seviyor kadın, yapacak bir şey yok onun için aslında. Yazarken de üzüldüğüm buydu ama sonrasında Feride okuma provalarında onu besleyen en önemli noktanın karakterde bu olduğunu söylemişti. Doğru da dedi ve o şekilde ilerledik. Ortaya da Funda çıktı .
Kek biraz daha alengirli, paralel geçişlerle merak duygusu yaratan bir film olmuş. Aslında her şey hayatın devam ettiğine işaret ediyor. Tabii filmdeki adamın işini yaptıktan sonra keke saldırması aymazlık duygusunun patlama hali… Tabii bir de sizden alalım Kek’in hikayesini.
Kek filmi aslında hayatımızda zorunlu olma halleriyle paralel giden bir film oldu. Müberra karakteri burada ‘’hayat’’ken Eyüp aslında ‘’ölüm’’ü temsil ediyor. Renkleri duruşları yaptıkları işler hiçbiri birbirine benzemiyorken zorunluluk halleri bir arada tutuyor ikisini. Kadın kocası için kek yapıyor, adam gasilhanede başkası için başkasının çocuğunu yıkıyor. Bunlar hep zorunluluktan ve sonunda evde buluşuyorlar, kadın keki tane tane yerken adam keke yumuluyor ve aslında bir nevi acısını çıkarıyor mesleğinin.
Kulaktaki ve ağızdaki akıntının buluşma noktası nedir tam olarak? Kan’a denk düşüyor, güzel de denk oturmuş ama biraz da ağır kaçmamış mı? :)
Evet tam olarak öyle. Ancak zaten Eyüp karakterinin yaptığı iş çok ağır. Yani Ölü Yıkayıcı adam. Hayatta her şey insanlar için hep bilirim bunu, ancak on kişiye sorulsa bu hayatta yapamayacağınız meslekler nelerdir diye ve seçenek olarak da verilse Ölü Yıkayıcılık (Gassal) herhalde 10’da 9 çıkar sonuç. Ben yapamam mesela.
Evet olabilir, zor meslek. Kısa filmin senin için anlamı nedir, hayatının neresine denk düşüyor?
Fazla konuşmadan -ki benim filmlerim Kek hariç hep konuşur :) – kısa zamanda derdini anlatabilmek. Kısa film benim için şu anda nefes almak demek. Hayatımın her anında. Otobüse bindiğimde, evde otururken, yemek yerken, arkadaşlarımla sohbet ederken her yerde yani. Çünkü öykü yakalamak gayem var benim ve bu anlamda her duyu organım açık olmak zorunda. Küçücük duyduğum ya da gördüğüm bir şey benim için bir öykü sebebi. Ee filmin ortaya çıkması için de en önemli şey öykü, senaryo. Kısa film hayatın her yerine denk düşüyor özetle.
Kısa filmde teknik mi yoksa içerik mi önemlidir senin için?
Yukarıda dediğim gibi öykü yani içerik. Ama şöyle bir durum da var görüntüleri sıkıntılı filmlere öyküsü iyi olsa dahi çok fazla tahammül gösteremiyoruz. Ben bile bazen. O yüzden ikisi bir arada olursa çok daha tatlı olabilir. :)
Kısa filmler son yıllarda oldukça politik. Ülke gündemiyle alakalı ilerliyor ve daha çok o tarz filmler üretiliyor. Ama senin filmlerin daha çok birey dertleri üzerine. Bu bir tercih elbette ama bu konudaki görüşlerin?
Sinema bir silahtı hala da öyle. Bizlere okullarda kurslarda söyleşilerde öğretilenler de bu yönde. Ancak artık bu tabunun yıkılmasından yanayım ben. Tabii ki politik filmlere de ihtiyacımız var. Söylemek istediğim aşk filmleri çekelim, komedi filmleri vizyona sokalım, hayat bayram olsun lalala değil. Ama insanlar artık televizyonun da hayatlarının belli ve büyük bir bölümünü kaplaması sebebiyle sinemayı eğlence olarak nefes alma olarak görüyorlar. Bunun için biraz göze parmaklıktan kaçmak gerekiyor diye düşünüyorum. Evet çok güzel izlediğim kısa politik derdi net filmler de var. Ancak geçmiş yıllarda özellikle çok mutlu olduğum filmler de vardı Baydara gibi, Buhar gibi. Tabi ki okuması yapılırsa alt metninde politik durumu vardır. Her film politik olabilir. Aşk, komedi, dram da. Ama çok böyle ırkçılığı kendine malzeme eden filmleri sevmiyorum.
Son zamanlarda aklıma takılan doğa, çevre ve rant (o olumsuz kısmı) üzerinden yapılan politika. Gezi direnişinin de en azından oradan ilham aldığını söyleyebiliriz. Yani bu tarz bir politik örgütlenme de bana çok doğru geliyor, sen bir kısa filmci olarak ne düşünüyorsun bu konuda?
Evet kesinlikle. Herkesin bir olduğu tek olduğu ve bir amaç uğruna çabaladığı örgütlenmelere ben de destek veriyorum ve keşke bu anlamda bir öyküm olsa ben de bir imza atabilsem. Ancak bu politik durum aslında biraz yukarıda bahsettiklerimden daha masum ve insancıl. Sonuç olarak Gezi Direnişi’nde birçok dernek ve kuruluş hatta rakip takımlar bile omuz omuza ve sırt sırta ‘’insanların ölmemesi’’ gerektiği görüşünü savundular, savunduk. Bu biraz daha hümanist bakmamla da ilişkili sanıyorum daha masum geliyor bana, daha vicdanlı.
Kısa filmlerine Kültür Bakanlığı’ndan ödenek alıyor musun, alma ve almama durumuna göre görüşlerin?
Almıyorum. Hiç almadım ödenek. Ama almayacağım anlamına gelmiyor. Sadece birkaç arkadaşım senaryo göndererek ödenek aldılar ve filmlerini çektiler. Çok da tatmin olmadım filmlerden. Bu sebepten galiba biraz onlar için film yapma durumu var ya hani ona hazır değilim o yüzden hiç başvurmadım bile.
Senin filmlerini çok fazla festivallerde görmüyoruz, bunun nedeni nedir, başvurmuyor musun yoksa kısa film festivallerinde de ‘Festival filmi’ algısı mı oluştu?
Bir kere ben tarz olarak zıt gelebilir size ama Nuri Bilge Ceylan ve Reha Erdem hastasıyım. :) O yüzden her türde Türk Filmi’ne tahammülüm var. :) Şaka bir yana bu isimlerin filmlerine özel olarak ilgi duyuyorum. Festival filmi, popüler film, gişe filmi bu gibi ayrımlar bence oldukça yanlış. Ama kısa film festivallerine baktığımızda çoğunun ödül alanlar kopya olduğunu görüyoruz. Özgünlük sıfır. Esinlenme almış başını gitmiş ‘’arak’’ın kapısını çalmış. Bu durumda zaten jüri kendini durağan karakterlere ve öykülere hazırlamış, benim filmlerim bunların dışında kalıyordu bugüne dek. Kek biraz tempo olarak diğerlerine nazaran düşük ama öyküsü güçlü. Festivallere gönderme konusunda fikrim bu yönde ama Kek’le deneyeceğim birkaç festival var. Bakalım ne olur bilemeyiz. Belki festival gidiş hattını değiştirebiliriz ben ve benim gibi düşünen kısacılar.
Uzun metraj çekme fikri var mı? Yoksa kısayla devam ederim mi diyorsun?
Uzun metraj çekmek istiyorum tabi ki ama türü ne olur bilemiyorum. Dediğim gibi kısaya devam edeceğim ama herhalde uzun çekene dek kısa sonrasında bir iki tane uzun sonra kısa uzun devam.
Takip ettiğin kısa filmciler var mı?
Tabi var. Dünyadan özellikle vizyon olarak, bakış açısı olarak daha rahat oldukları için bize göre. Mesela Pietro Malegori’nin yönettiği Birthday filmi var. Bayıldım! Onur Yağız’ın Patika filmini de sevmiştim çok bizden değildi ama güzeldi. Böyle isim isim değil de işe göre aslında daha çok benim beğeni algım.
Son olarak söylemek istediklerin?
Teşekkür ederim böyle keyifli sorular için. Ben kısa filmci olarak üretmeye devam edeceğim elimden geldiğince ve herkesle de yardımlaşabilirim, böyle öğrendim çünkü. Onun dışında İKSV vakfının Kasım ayı programında olacak yüksek olasılıkla Kek filmi, gelmek isteyen olursa ben de orada olacağım. Filmi görmek isteyen ve sinema konuşmak isteyen herkesi beklerim. :)
AH ulan AH şu televizyondaki yaltak dizilerin bir bölümünün, bir sahnesine harcanan parayı bana verselerdi de,şu fani dünyada bende kısa filmlerimi çekseydim ne olurdu.
Özellikle Çapkın Hırsız 2 adlı filmim başyapıt olurdu eminim.Sayısala,piyangoya devam,kimbilir,belki..
bravo abiiii