Yine bir festivalin karanlık filmleri seçkisiyle birlikteyiz. İKSV tarafından düzenlenen 33. İstanbul Film Festivali, 5-20 Nisan 2014 tarihleri arasında gerçekleşti. Her zaman olduğu gibi bu sene de birbirinden ilginç birçok filmi beyazperdede izleme şansı bulduk.
Öteki Sinema için yazan: Murat Kızılca
Festival programında iki yüzü aşkın film bulunmasından dolayı her sinemasever gibi ben de ilgimi çeken yapımlar ekseninde bir program oluşturdum kendime. Çünkü zaman kısıtlı, izlemek istediklerimizin ucu bucağı yok! Kaçırdıklarımı bir kenara bırakırsak, bu seneki ‘karanlık filmler’ radarıma takılan yapımların gayet tatmin edici olduğunu söylemem gerek. Geceyarısı Çılgınlığı bölümünde yer alan İsrail yapımı Big Bad Wolves, Mayınlı Bölge başlığı altında kendine yer bulan ABD yapımı Child of God ve Savaş ve Hatıralar üst başlığı ile sunulan Aleksey German filmlerinden Rusya yapımı Hard to Be God izlediklerim arasından sıyrılıp öne çıkanlardı.
Big Bad Wolves (2013)
Geçtiğimiz senenin ortalarında yayınlanan fragmanını izledikten sonra takibimize aldığımız Big Bad Wolves ile buluşmamız, İstanbul Film Festivali sayesinde öne alındığı için çok memnunuz. Özellikle Tarantino’nun film hakkında beyan ettiği olumlu görüşler sonrasında ilgi ve alakanın arttığı İsrail yapımı film, beklentilerimizi karşılamakta sıkıntı yaratmadı.
Küçük bir kızın kaybolması ile alarma geçen polis, bir din öğretmeninden şüphelenmektedir. Kirli Harry modelini benimsemiş bıçkın polis Micki ve mesai arkadaşları, din öğretmeni Dror’u kuytuya çekip dayak atarak suçunu itiraf ettirmek ister. Bu başarısız girişim sadece Micki’nin işinden olmasına sebebiyet vermekle kalmaz, Dror’un tutuklanıp gözaltına alınmasına da mani olur. Bu arada kayıp kızın cesedi bulunur. Tecavüz edilip işkence gördüğü anlaşılan küçük kızın bedeninden ayrılan kafası kayıptır. Dror’u yakalamayı namus meselesi haline getiren Micki, zanlının peşine düşer. Bu arada her şeyi göze alan kızın babası Gidi de kendi intikam planını devreye sokar. Bu üç kişinin yolları gözlerden ırak bir kulübenin bodrum katında kesişir.
Big Bad Wolves, çok özgün bir senaryoya sahip olmasa bile kullandığı dil ile dikkat çekiyor. Özellikle kara mizah ve müzik kullanımı filmin en büyük artıları. Üç karakterin kulübenin bodrum katında bir araya geldiği sahnelerde başarılı diyalogların da yardımıyla eğlenceli bir hava yakalamakta zorlanmıyor. Hele bir de aralarına Gidi’nin babası Yoram katıldıktan sonra çok daha keyifli hale geliyor. Bu arada at üzerinde etrafta gezinip duran ve ara sıra kahramanlarımız ile karşılaşan bir Arap karakter var. Onun üzerinden bölgede yaşanan sorunlar hakkında bir eleştiri getirilmemiş belki ama en azından Yahudiler ile Arapların birbirlerine karşı olan önyargılarına hafifçe temas edilmiş. İşkence sahnelerindeki şiddet dozunu kısmaktan imtina eden film, istismar sinemasının sınırlarına yanaşmadan frene basmayı da ihmal etmiyor. Ezcümle şiddet ve mizahı aynı potada eritmeyi deneyen İsrail yapımı Big Bad Wolves, kendinden bekleneni fazlasıyla veren, insanlığın karanlık köşelerini mizahı alet ederek kurcalayan, karanlık bir gerilim.
Child of God (2013)
1978 doğumlu James Franco, son yıllarda çalışkanlığı ile en çok göze çarpan sinemacıların başında geliyor. Gerçi ağzıyla kuş tutsa bile belli çevrelere kendini beğendiremeyecek gibi duran Franco’nun oyunculuğu gibi yönetmenliği de oldukça tartışmalı.
Pulitzer ödüllü Amerikalı yazar Cormac McCarthy’nin aynı adlı romanından uyarlanan Child of God, prömiyerini Ağustos 2013’te Venedik Film Festivali’nde gerçekleştirdi. McCarthy’nin The Road ve No Country for Old Men adlı romanları da daha önce sinemaya uyarlanmıştı.
Ailesine ait topraklar mahkeme kararı ile satılınca yersiz yurtsuz kalan Lester Ballard isimli genç adam kullanılmayan, boş, yıkık bir evde kalmaya başlar. Kimi zaman avlanarak, kimi zaman çalarak hayatını idame ettirmeye çalışan Ballard, toplumdan uzak kaldıkça hayvanlaşmaya başlar. Gezici bir karnavalda kazandığı dev boyutlardaki pelüş oyuncak hayvanlar en yakın arkadaşları olur. Ballard’ın hayatı, ormanlık bölgedeki bir arabada muhtemelen egzoz gazı zehirlenmesinden ölen bir çifti bulmasıyla tamamen değişir. Ölü kız ile ilk cinsel deneyimini yaşayan Ballard, genç kızın cesedini yanına alır. Günlerini onunla konuşarak, dertleşerek, dans ederek ve sevişerek geçiren Ballard’ın insani değerleri yanlış bir temelden hareketle farklı bir yöne doğru evrilmeye başlar.
Child of God, sistemin dışında kalmış/dışına atılmış bir bireyin sıra dışı yaşam mücadelesini anlatıyor. Odağına nekrofiliyi almış gibi görünse bile filmin tek derdi bu değil. Aynı zamanda sağlam bir sistem eleştirisi de getiriyor. Ballard, kimsesiz ve topraksız kaldığında kimse onunla ilgilenmiyor. Hatta toprakları açık arttırma ile satılırken kalabalığın arasına dalıp isyan ettiğinde, kalabalığın içinden biri kafasına baltayla vurarak bayıltıyor. Bu darbe Ballard’ın toplum tarafından istenmediğinin belirgin bir işareti ve belki de bütün olan bitenin başlangıç noktası. Sistem, her zaman yaptığı gibi kendi varlığını tehdit eden tehlikeyi kendi yaratıyor. Child of God, sistemin ve insanlığın bizzat kendisinin karanlık yönlerini daha da karanlık bir dille anlatan, aksayan yanlarına rağmen cesur bir deneme.
Hard to Be God (2013)
Önemli Rus sinemacılardan Aleksey German’ı geçtiğimiz Şubat ayının sonunda kaybettik. 1938 doğumlu German’ın uzun yıllardır üzerinde uğraştığı, Arkady ve Boris Strugatsky kardeşlerin 1964 tarihli aynı isimli bilim kurgu romanından uyarlanan son filmi Hard to Be God, prömiyerini 2013 Roma Film Festivali’nde yaptı.
Üzerinde yaşayan insanların Dünya’dakine benzer bir şekilde evrim geçirdiği Arkanar isimli gezegen, bizdeki Orta Çağ’a benzer bir dönemden geçmektedir. Herhangi bir müdahalede bulunmaları yasak olan Dünyalı bilim insanları, gezegendeki bütün gelişmeleri gözlemlemektedir. Ancak zekaları ve fikirleri ile gezegenin gelişimine katkıda bulunabilecek olanları tehlikelerden korumak görevleri arasında yer almaktadır. Bu bilim insanlarından biri olan Don Rumata, bu insanlardan biri olabileceğini düşündüğü Budakh isimli Arkanarlıyı aramaktadır.
Yukarıya filmin özetini rahatça yazdığıma bakmayın. Kitabı okumuş ve ilk uyarlama olan 1989 Almanya yapımı filmi izlemiş biri olarak metne çok yabancı değilim. Ancak metne yabancı bir izleyicinin sadece German’ın filmini izleyerek neler olup bittiğini anlayabilmesi çok olası değil. German, Don Rumata’nın ya da Arkanar’ın hikâyesini anlatmaktan çok, olayın geçtiği mekânı yaratmaya adamış kendini. Rönesans’tan nasibini almamış bir Orta Çağ yaşayan Arkanar’ı resmederken başköşeye çamuru, insan dışkısını, hayvan dışkısını ve gene çamuru yerleştirmiş. Üç saate yaklaşan süresi ve rahatsız edici yakın plan çekimleri ile izleyeni boğmak için elinden geleni ardına koymayan Hard to Be God, herkese göre olmayan bambaşka bir tecrübe. Böylesi zor rastlanan bir tecrübeyi çok geç olmadan yaşamamızı sağlayan İstanbul Film Festivali’ne ne kadar teşekkür etsek az.