İsmini, Federico Fellini’nin doğup büyüdüğü kasaba olan Rimini’de, “mi ricordi” yani anımsıyorum kelimesinin telaffuz şeklinden alan Amarcord (A m’arcord), usta yönetmenin yarı-otobiyografik filmi. Yarı otobiyografik diyoruz, çünkü Fellini filminin otobiyografik olduğunu reddediyor ama bir yandan anılarından oluştuğunu da kabul ediyor. Bana kalırsa Amarcord, her açıdan tam bir İtalyan filmi. İtalyanların, Rimini’nin, Fellini’nin filmi…
Akdeniz’e baharın gelişini müjdeleyen polenlerle açılıyor Amarcord. İlginç bir şekilde, şeytan topları diye adlandırıldığını öğrendiğimiz polenlerle dolu bir ilkbahar akşamında, kasabalı evinde yakılacak ne varsa alıp meydana getiriyor. Bizdeki hıdrelleze benzer bir biçimde kocaman bir ateş yakılıyor. Şenliklerle baharın gelişi kutlanıyor, ateşin üzerinden atlanıyor, biz de bu andan itibaren Fellini’nin gözünden Rimini’den kesitler izlemeye başlıyoruz. Açıkçası Amarcord’da, belli bir konu etrafında dönmüyor yaşananlar, başrol diye kabul edebileceğimiz Titta (Bruno Zanin) bile tam anlamıyla başrolde değil. Evet, daha çok Fellini’nin vücut bulduğu Titta’nın yaşamını ve ailesini izliyoruz ama bir yandan bu küçük kasabaya sıkışmış hayatlara, onların hayallerine de tanık oluyoruz. Amarcord’da her karakterin, aynı derecede baskın olduğunu bile söylenebilir. Her karakterin, tuhaf sayılabilecek düzeyde karikatürize edildiği de… Ancak bu karakterleri sizin gözünüzde sıradan kılan öğe, hepsinin hayatın bir yerinde var olması. Tek fark, Fellini onların hepsini bir araya getiriyor. Çocukluğundan belleğinde kalanları da, bazen hüzünlü, bazen alaycı, bazen fantastik ama çoğu zaman komik bir dille aktarıyor. Bu yüzden de ortaya, sizi bolca güldürecek Fellini tarzı bir komedi filmi çıkıyor.
1930’ların İtalya’sında geçen Amarcord, doğal olarak “Duce”nin hüküm sürdüğü bu topraklardaki faşizme de değiniyor. Mussolini’nin iktidarını güçlendirdiği ve faşizmin temellerini attığı bu yıllarda Rimini’de, hem Duce’ye duyulan sevgiyi hem de devletin baskı mekanizmalarını görüyoruz. İnsanların nasıl tek tipleştirildiğini, aykırı seslerin nasıl yok edildiğini… Ancak Fellini, bunu öylesine alelade bir şey gibi yansıtıyor ki, Titta’nın babası işkence görmemiş olsa, kötülemiyor bile denebilir. Çünkü O aslında, kendi yöntemiyle, Kara Gömlekliler sekansında olduğu gibi hem dalga geçiyor, hem de faşizmin İtalya’ya nasıl nüfuz ettiğini gösteriyor. Bu da İtalyan faşizminin, Almanya’dan, İspanya’dan ya da diğer birçok ülkeden farklılaşmasından, o dönem İtalyan hayatının bir parçası olmasından kaynaklanıyor sanırım. Titta’nın dedesinin yoğun sis olduğu olan bölümde, 1922’den bu yana böyle sis olması demesi de nedense aklıma Mussolini’ye yapılan bir vurgu gibi geldi. Belki Fellini gönderme yaptı, belki yapmadı ama 1922’de Mussolini iktidara geldikten sonra ülkenin üzerin bir sis perdesi indiği de aşikar…
Okuldaki tarih öğretmeninin cümleleriyle devletle, matematik öğretmeninin beden dili ve tavırlarıyla eğitimle, Titta’nın günah çıkardığı sekansta dinin kişi ve beden üzerindeki etkisiyle alay eden Fellini, oradan Titta’nın aile yaşantısına geçerek bizlere İtalyan yaşantısını her yönden görme olanağı sunuyor. Amarcord özelde, Titta ve arkadaşlarının yaramazlıkları, ergen halleri, cinselliğe bakış açıları, ilk aşkları, ilk hayal kırıklıkları, ilk reddedilişleri… Hatta kendinden büyük birine ilgi duymanın, buluğ çağlarında kontrol edilemeyen cinsel arzuların en komik hali… Ama genelde, küçük bir kasabada yaşayan insanların hayalleri, aşkları, gelecek umutları, sevinçleri, hüzünleri, bayramları, ölümleri, delirmiş halleri, evlilikleri… İlkbaharın başlangıcından, bir sonraki ilkbahara kadar geçen mevsimler boyunca Amarcord’da izlediğimiz tümüyle bunlar aslında.
Amarcord, tüm bunların yanında Fellini’nin kadınlarını ve onların fetiş noktalarını da aynı zamanda bolca görebildiğiniz bir film. Bu noktada devreye giren Gradisca (Magali Noel) ise, filmin Titta’dan sonraki en önemli halkasını oluşturuyor. Kasabalı erkeklerin, hayallerini süsleyen güzeller güzeli Gradisca -elbette Titta da ona aşık- her ne kadar zamanında yanlış şeyler yapmış olsa da, evlenip çoluk çocuk sahibi olmayı, aşık olmayı, bir erkeğe bağlı kalmayı isteyen bir karakter. Onun yaşamındaki bu geçişi ise Fellini kendine has üslubuyla resmediyor ve filmin çok önemli bir kısmında kıpkırmızı giysilerle gördüğümüz Gradisca, kar yağdığı sekansta beyazlara bürünüveriyor. –Öncesinde, gemi sekansında da beyaz giydiğini gördüğümüz Gradisca, zaten burada da evliliğe dair hayallerinden bahsediyor, ancak karın olduğu bölümde bu detay daha belirginleşiyor.- Ve olmayacak bir şey oluyor, bir tavus kuşu gökyüzünden yeryüzüne iniveriyor. Tavus kuşu, benim aklıma Yunan Mitolojisinde Hera olarak adlandırılan (Roma mitolojisinde Junon) tanrıçayı getirdi ve Fellini’nin karakterindeki değişimi böyle yansıttığını düşündüm. Çünkü Hera’nın da en önemli simgesi tavus kuşu. Dolayısıyla, o ana kadar filmde adeta bir Afrodit gibi, aşkı, cinselliği, güzelliği çağrıştıran Gradisca, bu noktadan itibaren Hera gibi evliliği, kadınlığı, doğumu simgelemeye başlıyor. Nitekim bir sonraki sekans da bunu doğruluyor ve Gradisca’nın yaşamı değişiyor.
Amarcord’da başka bir detay daha var ki, o da şeyh ve 30 karısının olduğu kısımda saklı. İlk başta Arap şeyhi zannettiğimiz karakterin, otele girdikten sonra aslında Türkiye’ye bir gönderme olduğunu fark etmemek mümkün değil çünkü otelin lobisinde dört tane Türk bayrağı bulunuyor. Filmin 1973’te çekildiği düşünülürse, 1930’ları anlatmasına rağmen Türkiye’yi öyle lanse etmesini ilginç bulduğumu söylemeliyim.
Nina Rota’nın eşsiz müzikleriyle bezenen Amarcord, Fellini’ye 1975 yılında En İyi Yabancı film Oscar’ını ve daha birçok ödülü kazandıran, hem sinema tarihinin hem de Fellini filmografisinin önemli filmlerinden biri. Hayatı, insan yaşantılarını Fellini’nin gözünden izlediğimiz için bana yer yer Roma’yı anımsattı ki zaten bu filmi de Roma gibi, “Fellini’nin Amarcord’u” olarak anılıyor. Sinema eleştirmenlerince, bir tanımlama olarak kullanılacak kadar önem atfedilen Amarcord, Fellini’nin sıradan dünyasının fantastik bir sunumu; devlete, dine, otoriteye, eğitime iğnelemeyen ama alay eden yaklaşımı, ama en çok da fantezilerle dolu bakış açısının bir yansıması… İzleyin, Fellini’yi bir de çocukluk anılarıyla tanımak için…