2010 Şubat, Glasgow. Gri ve karanlık bir öğlen günü tarihi Glasgow Film Theatre’da çok beklenmedik ama neredeyse tarihi bir an yaşandı. Perdede 90 dakikanın sonunda AMER yazısı belirdiğinde bütün seyircinin aklına tek bir olasılık mıhlanmıştı: Giallo geri döndü!

Öteki Sinema için yazan: Evrim Ersoy

Geçen sene en az 15 kere seyrettiğim (burada EN AZ anahtar kelime), sinema eleştirmenlerini ikiye bölen, anayurdu Fransa’da tamamı ile başarısız olan ama diğer festivallerde ödüllere boğulan, gayet mütevazı bir çift tarafından çekilmiş olan bu filmi bu kadar özel kılan neydi?

AMER’i anlamak için önce giallo’ya çevirmek lazım merceğimizi. Eminim Öteki Sinema’yı okuyan birçok arkadaşımız bu konuda gayet derin ve çoğul bilgiye sahiptir ama yine de AMER merceğinden giallo’yu bir kez daha geçirmekte fayda olduğunu düşünüyorum.

Giallo’nun aslı, İtalya’da basılan pulp (ucuz) kitaplardan başlar. 1929’larda başlayan ve Mondadori Basımevi tarafından çıkartılan bu kitaplar genelde klasik detektiflik öykülerinin İtalyanca çevirileridir. Agatha Christie, Raymond Chandler ve özellikle Edgar Wallace gibi yazarlar Mondadori tarafından İtalyancaya çevrilir ve ‘paperback’ formatında ucuz kâğıda basılır. Zaten giallo da İtalyancada ‘sarı’ anlamına gelir ve kitapların kapağındaki sarı renginden alır ismini.

1960’lara gelindiğinde bu klasik öyküleri gayet İtalyan bir stil ve vahşet açılarından geçirerek ortaya bir dizi film çıkarır İtalyan yönetmenler. Bu filmler aynı zamanda Almanya’da çekilmekte olan Edgar Wallace Krimi serisinde de birtakım yöntemler alır. Bu filmlerin genelde ilki kabul edilen ‘La ragazza che sapeva troppo’ Mario Bava tarafından çekilmiştir ve şimdi alışık olduğumuz siyah eldivenli katil ve katilin P.O.V.’u gibi bazı Giallo elementlerini ilk defa kullanır. Bir sonraki yıl Bava tekrar aynı temaları ve stili kullanarak Sei Donne Per L’Assassino’yu çeker -bu filmde artık Giallo’nun çok bilinen bütün temaları yavaş yavaş ortaya çıkmaya başlar: Sapkın bir katil, bir dizi vahşi cinayet, komik bir karakter ve tamamı ile beklenmeyen bir son. Bundan sonraki dönem İtalya’da Giallo’nun Altın Çağı olarak bilinir. Peş peşe gelen filmler adeta bir yarış içindedir ve politik eleştiriden tutun da sosyal sorun filmlerine kadar her konu Giallo’ya malzeme olur.

blank

Burada Giallo’nun belli başlı filmlerini vermekten kaçınacağım ama ileride kendilerini Giallo ile tanıştırmak isteyen okuyucularımız için bir ufak en iyi 10 listesi de vereceğim. Böylece konumuz olan Amer’den fazla uzaklaşmamış olacağız. Giallo filmlerinin belki en büyük sorunu senaryodur. Bu kadar stilize ve deneysel açılarla çekilmiş filmler genelde gayet klişe senaryolara sahiptir. Aslında bu tip senaryolar bir anlamda Giallo’nun keyiflerinden biridir. Tabii ki gayet amatörce oyunculuk da başka bir sorunu oluşturur. Genelde oyuncu kadrosu her ülkeden insanlar barındırdığı için herkes kendi dilinde oynar, film post prodüksiyonda dublaj edilir. Bu demektir çekim sırasında kimse kimsenin dediğini anlamaz, herkes kendi kafasına göre oynar. Her ne kadar çoğu zaman güzel bir ton yakalansa da zaman zaman önünüzde bir panayır karmaşası içinde bir karakter silsilesi olabilir. Bunlar her ne kadar eleştiri gibi görünse de aslında Giallo’nun olmazsa olmazlarındandır. Bir Giallo filmi bütün bu elementler bir araya geldiğinde ortaya çıkar. Başka bir Giallo olmazsa olmazı da ‘seks’tir. Daha doğrusu seksüel sapkınlıklar. Giallo’lar genelde Freudyan bir alt metne sahiptir: Bütün seksüel kompleksler en azından bir kere elden geçer. Katil kendini çocuklukta bilinçaltına işlenmiş bir olaydan dolayı öldürmeye zorunlu bulur ve genelde bu olay şimdiki zamanda ortaya çıkan seksüel bir kadın ya da bir olayın sonucudur.

Bu sapkınlıklar Giallo’nun öteki ile olan tutkusudur. Giallo filmlerinde her ne kadar kahramanlar her zaman kazansa da, seyircinin bakışı hep katil ile bir tutulur. Cinayetin fetişize edilmesi ile ortaya hem rahatsız edici hem de tahrik edici sekanslar çıkar. Siyah deri eldivenler, parlayan cinayet aletleri, yavaşça takip edilen kurbanlar, garip renkli lensler; bunlar hep Giallo’nun seyirciyi cinayete alet ve âşık etme çabasının parçalarıdır. Her cinayet sekansı aynı zamanda bir aşk mektubudur. İşte ‘Amer’ de bu öteki tutkusunun en saf halidir.

(Yazının buradan sonrası spoiler/sürprizbozan içerebilir.)

blank‘Amer’ filminde Helene Cattet ve Bruno Forzani Giallo tarzını bütün fazlalıklarından kurtararak başlar. Gereksiz diyaloglar kesilir atılır, cinayet öyküsü sıfıra indirilir, ana karakterin hayatından göreceğimiz sekanslar sadece 3 tanedir. Eski İsa’nın hayatını anlatan 3 panelli tablolar gibi, Amer de Ana’nın hayatından üç kesit anlatır bize ve bu üç kesit içinde Ana’nın bastırılmış sapkınlığını olduğu gibi ortaya koyar. En sonda yer alan ufak ama çok önemli bir sekans bütün filmi tamamlar: Ana’nın arzuları ölümden sonra bile ona rahat vermez. Bütün dünyayı seksüalize etmeye, her harekete seksüel bir anlam yüklemeye devam eder. Bu Giallo’nun kimliğinden sıyrılma hareketi yönetmenlerimize beklenmedik bir özgürlük verir. Klasik detektif öyküsü artik geride kalmıştır. Şimdi Giallo dilini kullanarak Freudyan bir alt metni olduğu gibi işleyebilirler.

Hikâyemiz Ana’nın hayatındaki üç anahtar zamanı anlatır. Önce küçük Ana bilinçaltına sonsuza dek yerleşecek bir biçimde ölüm ve seksi bir arada görür -anneannesinin evinde dedesinin ölümü üzerine bulunan Ana biraz histerik olan annesinin baskıları ve hala batıl inançlarla yaşayan Sicilyalı anneannesi sayesinde kişiliğinde bölünmeler yaşar. Bu bölünmelere dedesinin cesedini görmesi ve onun elinden bir saat çalması üzerine eklenen ölüm ve ölümün çekiciliği ve anne ve babasını sevişirken görmesi üzerine bilinçaltını paramparça eden son damla Ana’nın hayatının rotasını çizecektir.

blank

İkinci kısımda Ana genç bir kız olmuştur. Annesi ile alışverişe gittiği bir gün kadınlar arasındaki seksüel çekişmeyi yaşayacak ve dünyadaki erkeklerin kendisine değişik bir gözle baktığını görecektir. Ana aynı zamanda her hareketi, her bakışı sapkın bir şekilde yorumlamaya başlayacak ve kendi sonunu getirecek cinsel bir baskının altına girecektir. Bu bölümün belki de en ilginç kısmı güneşli bir yaz gününde geçmesidir. Her ne kadar Giallo’lar gece ile eşleştirilse de belki de bu tarzın en iyi filmleri gündüz vakti geçen giallolardır ve yönetmenler bunu bilircesine filmin orta kısmını gündüz çekerler.

Son bölüm Ana’nın bilinçaltının patlamasına yol açan bir eve dönüş kısmıdır. Artık bir kadın olan Ana, her temas ve her hareketten sapkınca bir cinsel haz alır. Onun dünyasında masumiyet söz konusu değildir. Her erkek bir avcıdır, erkeğin her hareketi bir tecavüz, bir saldırıdır. Ama asıl korkutucu olan Ana’nın aslında böyle bir dünyayı istemesi ama kendi bastırılmış cinselliği yüzünden hiçbir şeye bilinçaltı dışında cevap verememesidir. Ana’nın harap olmuş aile evine dönmesi, ondaki kuşkuyu ve sapkınlığı iyice yüzeye çıkarır. Kamera da Ana ile aynı fikirdedir. Hep Ana’yı röntgenler seyirci. Ağaçların arasından, kapı aralıklarından, pencerelerden… Ana kendisini birinin takip ettiğini düşünür. Evde yaptığı banyo, aynı zamanda vahşi bir mastürbasyon fantezisine dönüşür, Ana’nın cinselliği kontrolden çıkmıştır artık.

blank

Taksicinin bu talihsiz anda çıkması artık durdurulamaz olaylar zincirine yol açacaktır. Ana’nın ötekisi serbest kalır. Ana öteki’den kaçtığını zanneder, öteki Ana’ya bir ustura ile cinsellik ve ölüm arasındaki çizgiyi iyice incelten saldırılar yapar. Ana kaçtığını zanneder ama aslında kaçamaz. Taksicinin korkunç ölümünü izleyen Ana, kendine geldiğinde kaçmaya çalışır ve hala öteki’yi dışarıdan bir güç, bir varlık zanneder. Öteki’nin kendisi olduğunu anladığında artık çok geçtir, Ana kendi ölümüne sebep olur.

Son sekans: Ana bir cenaze evinde metal bir yüzeyde yatmaktadır. Cenaze evi çalışanı görünmeyen kişi Ana’yı tabut için hazırlar ama Ana’nın bilinçaltı hala cinselleştirir olayları. Her hareket Ana’yı tahrik eder, Ana için ölüm en büyük cinselliktir. Ve soundtrack’te klavier’in tınıları duyulmaya başlanırken Ana, belli belirsiz bir nefes alır ve sanki gözlerini açacak gibiyken ekranda kan kırmızısı bir AMER yazısı çıkar. Film bitmiştir.

Müzik seçimlerinde de eski Giallo ve Poliziechi soundtracklerini recycle eder iki yönetmen. Ortada eski malzemelerden yeni bir şeyler çıkaran bir kullanım söz konusudur. Her zaman konuşkan bir film tarzını alıp onu sessiz hale getirirler. AMER’de belki 20 cümle var ya da yoktur ama Ana belki de hakkında en çok şey bildiğimiz Giallo karakteridir. Eğer filmin sonunda seyirci Ana ile ilgili her şeyi anlamamışsa, geri dönüp seyretmek en iyi seçenektir, çünkü film bize her şeyi anlatır.

AMER inanılmaz bir Giallo, mükemmel bir cinsel sapkınlık öyküsü, ana renklerle işlenen sinematografi, inanılmaz reverse shot’lar ve dayanılmaz vahşette bir cinayet sekansı. AMER’i kaçırmak primal sinemayla tanışmayı kaçırmaktır. Umarım her Öteki Sinema okuru bu filmi bir kez izler.

blank

Misafir Koltuğu

Öteki Sinema ekibine henüz katılmamış ya da başka sitelerde yazan dostlarımız her fırsatta harika yazılarla sitemize destek veriyor. Size de okuması ve paylaşması kalıyor...

2 Comments Leave a Reply

  1. Bir Giallo sever olarak sabırsızlıkla seyretmeyi bekliyorum bu nadide filmi. Evrim Ersoy’a teşekkürler.

  2. tükürük bezi
    ter bezi
    güneş yanığı
    nebulanın sütlü kolları
    Bianca’nın etli dudakları arasına yerleşmiş bir tutam saç,kendimizi beslemekte.

    çok güzel film,çok güzel yazı.
    sevgiler,Evrim Ersoy.

Bir yanıt yazın

Your email address will not be published.

blank

Öteki'den Haber Al

Buna da Bir Bak!

blank

Society (1989)

Brian Yuzna'nın ilk filmi Society gücünü seksenli yıllardaki korku filmlerine
blank

Black Roses (1988)

Black Roses 80'ler korku filmlerinin izinden giden, Amerika'nın metal müziğe