Korku Antolojisi Amicus’tan Sorulur!

1950’li yıllardan 1970’lerin ortalarına kadar rahatlıkla korku sinemasının lokomotifi diyebileceğimiz Hammer yapım şirketi, art arda çevirdiği korku filmleriyle yalnızca ülkesi İngiltere’de değil, geniş dağıtım ağı sayesinde bütün dünyada ilgi görüyordu. O dönemde Hammer bütünüyle rakipsiz değildi elbette. Kısıtlı oranda da olsa Planet ve Tigon gibi yapım şirketleri Hammer’a rakip olmaya çalışıyordu. Ama bir başka rakip şirket daha vardı ki bugün bile birçok korkusever hala derin bir muhabbet beslemeye devam ediyor. Evet, o yapım şirketi Amicus idi.

Amicus, 1959 yılında Amerikalı yapımcılar Milton Subotsky ve Max Rosenberg tarafından kuruldu. Yapımcılığını üstlendikleri ilk filmler, çabucak unutulmaya yüz tutan, basit gençlik filmleriydi. İş yapmak için Hammer gibi korku filmleri çekmeleri gerektiğine kanaat getiren Subotsky, korku klasikleri arasında yer alan Dead of Night’tan (1945) esinlenerek bir korku antolojisi çekmeye girişti: Dr. Terror’s House of Horrors (1965). Aynı Dead of Night gibi dört ya da beş kısa korku öyküsünün, hepsini kapsayan bir ana öykücük etrafında birleştiği formatı benimseyen Amicus, bundan sonraki on yıla damgasını vuracak bir formatın da öncülüğünü yapmış oluyordu. İngilizlerin “portmanto filmler” de dediği korku antolojileri, zamanla Amicus’un bir nevi simgesi haline dönüşecekti.

Dr. Terror’s House of Horrors (1965)

Dr Terror’s House of Horrors (1965)İngiliz korku sinemasının önemli isimlerinden Freddie Francis’in yönetmenliğini üstlendiği bu ilk antoloji, sonrakilerin tetikleyicisi olmasından dolayı ayrı bir öneme sahiptir. Senaryosunu Amicus’un kurucularından Milton Subotsky’nin yazdığı film, kalkmak üzere olan bir trenin kompartımanında altı yabancı adamın bir araya gelmesiyle başlar. Dış görünüşüyle diğer yolculardan ayrılan Dr. Schreck (Peter Cushing), House of Horrors ismini verdiği tarot kartlarından yol arkadaşlarının geleceklerini okur. Bu sayede ev sahibi (host) konumuna geçen Dr. Schreck’in tarot okumaları antolojide yer alan bölümleri oluştururken, kompartımanda yaşananlar da bölümleri bir araya getirmekle yükümlü kapsayıcı öykü görevini üstleniyor. “Werewolf” yeniden dekore etmek üzere atalarının eskiden yaşadığı eve geri dönen bir mimar ile civardaki efsanelere konu olmuş bir kurtadamın ölümüne mücadelesini anlatıyor. “Creeping Vine” evinin bahçesinde kendiliğinden biten garip bir bitkinin yaşam alanına tehdit olarak algıladığı her şeyi ve herkesi gücünün yettiğince yok etmeye çalışması karşısında tehdit altında kalan bir adamın çaresizliğini resmediyor. “Voodoo” bir konser için gittiği West Indies’de gizlice kulak misafiri olduğu bir ‘voodoo’ ayininden aşırdığı melodiyi Londra’da çalıştığı barda çalmaya kalkan müzisyenin ‘voodoo’ tanrıları tarafından cezalandırılmasını konu ediyor. “Disembodied Hand” bir sanat eleştirmeni ile bir ressamın ölümcül kapışmasını anlatıyor. “Vampire” isimli son bölüm ise genç bir kasaba doktorunun yeni evlendiği karısının vampir olmasından şüphelenmesine odaklanıyor.

Antolojide yer alan bölümler, korku sinemasının klasikleşmiş öğelerini merkezine alan, çok da fazla sürpriz sonlar içermeyen, hatta biraz basit diyebileceğimiz öykülerden oluşuyor ama (çekildiği yıla göre) bomba bir finale sahip kapsayıcı öykünün, daha sonra çekilen birçok antolojiyi etkilemesini de göz önüne alırsak, hakkını vermek lazım. “Disembodied Hand”, üstat Christopher Lee’nin alışmadığımız bir şekilde ürkek bir sanat eleştirmenini canlandırırken sergilediği harika oyun sayesinde diğer bölümlerden biraz daha öne çıkıyor. Kesik elin inatçılığını da unutmayalım ama. “Vampire”da gencecik bir Donald Sutherland izlemek ise tadından yenmeyecek lezzette. Peter Cushing ise Almancada ‘terror’ (korku) anlamına gelen Schreck karakterini canlandırırken her zamanki gibi formunda.

Torture Garden (1967)

Torture Garden (1967)Yönetmen koltuğundaki isim yine Freddie Francis, senaryoda markalaşmış Robert Bloch imzası ve yine kalburüstü bir antoloji. Lunaparkın parlak ışıkları arasına gizlenmiş bir çadırda, korkunun en saf halini sunmayı vadeden Dr. Diabolo, memnuniyetsiz müşterilerine beşer pound daha verirlerse çok özel bir gösteri sunma sözü verir. Müşterilerden beş tanesi bu teklifi kabul eder. Dr. Diabolo’nun kader tanrıçası Atropos olduğunu söylediği balmumu heykelin elindeki makasa bakan müşteriler, sonu pek de hayırlı olmayan geleceklerini görürler. “Enoch” isimli ilk bölümde ölüm döşeğindeki dayısının evinde sakladığını düşündüğü altınları arayan bir adamın çok daha lanetli bir sürprizle karşılaşmasını izliyoruz. “Terror Over Hollywood” isimli bölümde ise yükselmek için her şeyi yapmayı göze alan bir aktris adayının yaşadıkları anlatılıyor. “Mr. Steinway” kendini müziğine adamış bir piyanist ile genç ve güzel bir gazetecinin imkansız aşkını merkeze alıyor. “The Man Who Collected Poe” isimli son bölüm ise Poe koleksiyoncusu iki adamın ölümcül hırsına odaklanıyor.

Beş müşteriye karşılık dört bölüm bulunmasının sebebi, müşterilerden birinin lunaparktaki çadırda geçen kapsayıcı öykünün finalinde yer alması. Burgess Meredith’in canlandırdığı Dr. Diabolo, ev sahibi konumunda. Antolojide yer alan bölümler dalgalı bir görüntü çiziyor. “Mr. Steinway” ve “Terror Over Hollywood” biraz daha zayıf kalan öyküleriyle geri planda kalıyor. Gerilimi yüksek, sürpriz finalli “Enoch” ilgiyi hak ediyor. “The Man Who Collected Poe” ise her korkuseveri rahatça tavlayacak bomba öyküsü ve Jack Palance ile Peter Cushing’in karşılıklı şovlarıyla ‘mutlaka izlenmeli’ kategorisine terfi etmekte hiçbir sıkıntı yaşamıyor.

The House That Dripped Blood (1971)

The House That Dripped Blood (1971)Daha çok televizyona işler yapan Peter Duffell’ın yönettiği antolojinin senaryosu yine Robert Bloch’a ait. Kırsalda kiraladığı eve taşındıktan kısa bir süre sonra kaybolan ünlü bir aktörün davasına bakan Scotland Yard komiseri, karakolda ve emlakçıda evin lanetli olduğuna dair hikayeler dinler. Komiserin dinlediği hikâyeler antolojinin bölümlerini oluştururken, komiserin yaşadıkları da kapsayıcı öykü görevi görüyor. “Method For Murder”da karısıyla beraber evi kiralayan ünlü bir korku romanı yazarının, yeni romanını yazmak için evi kiralamasını ve romandaki katilin canlanarak yazarımıza acı çektirmesini izliyoruz. Peter Cushing ve Joss Ackland’lı “Waxworks” ise kasabadaki balmumu müzesinde sergilenen Salome heykeline tutulan iki arkadaşın başından geçenleri anlatıyor. Christopher Lee’li “Sweets to the Sweet” ise küçük kızını sert ve acımasız bir disiplin içerisinde yetiştiriyormuş gibi görünen dul bir babaya odaklanıyor. “The Cloak” ise huysuz bir oyuncunun yer aldığı vampir filminde kullanmak üzere bir pelerin satın almasından sonra yaşadıklarını anlatıyor.

The House That Dripped Blood, Amicus antolojileri içerisinde kapsayıcı öyküsü en zayıf olanı. Her bölüm ev ile ilgiliymiş gibi sunuluyor ama açıkçası yaşananlar ile ev arasında herhangi bir ilişki kurabilmek oldukça güç. Ayrıca karakoldaki polis memuru ya da emlakçı gibi anlatıcıların bilmelerinin mümkün olmadığı detayları anlatmaları da saçma olmuş. Ancak bölümler için aynı şeyleri söylemek mümkün değil. Hatta “Sweets to the Sweet”, bütün antolojilerde yer alan bölümler arasında favorim. Christopher Lee, bu bölümde her zamanki gibi formda olmasına rağmen zaman zaman çocuk oyuncu Chloe Franks’in gölgesinde kalıyor. Mutlaka izlemelisiniz.

Tales from the Crypt (1972)

Tales from the Crypt (1972)EC Comics etiketiyle çıkan meşhur korku serisi Tales from the Crypt ve onun kardeşleri The Vault of Horror ile The Haunt of Fear’da yer alan çizgi öykülerden uyarlanan antolojinin yönetmenliğini Freddie Francis yapıyor. Eski yeraltı mezarlıklarını gezen bir turist grubunda yer alan beş kişi geride kalır. Gruba yetişmeye çalışırken yanlışlıkla girdikleri mezar odasının taş kapısı arkalarından kapanır. Bir keşiş gibi giyinmiş yaşlı bir adam birbirini tanımayan beş yabancıya oturmalarını söyler ve sırayla buradan çıktıktan sonra neler yapmayı planladıklarını anlattırır. Çizgi dizinin kendine has esprileriyle tanınan meşhur hortlağı Crypt Keeper’ın yerine keşiş kıyafeti giymiş, daha ciddi ve sakin yaşlı bir adamı koymayı yeğleyen Tales from the Crypt’in bu tercihinin başlıca sebebi muhtemelen özel efekt masrafından kaçınmak olmalı. Gerçi çizgi dizinin gayriciddî ‘campy’ havasından uzaklaşılmasına neden olmuş ama antoloji özelinde gayet iyi çalışıyor. Yaşlı adamın ev sahibi (host) konumunda olduğu ve bir odaya hapsettiği beş kişiyle diyaloglarından ibaret kapsayıcı öykü etrafında buluşan beş bölüm sırasıyla şöyle: “And All Through the House”, “Reflection of Death”, “Poetic Justice”, “Wish You Were Here” ve “Blind Alleys”.

Freddie Francis’in çizgi üstü yönetiminin yardımıyla kalite çıtasını bir tık yükselten Tales from the Crypt, EC Comics’ten ödünç aldığı sağlam öyküler sayesinde en iyi antolojilerden biri olmayı başarıyor. Kocasını öldüren Joan Collins’in Noel Baba kılığına giren bir katil tarafından kovalandığı “And All Through the House” ile Nigel Patrick ve Patrick Magee’nin karşılıklı döktürdükleri, körler evinde geçen müthiş intikam hikâyesi “Blind Alleys” kolay kolay unutulmayacak cinsten. Peter Cushing’in “Poetic Justice” isimli bölümde yer aldığını da not düşelim.

Asylum (1972)

Asylum (1972)Amicus, 1972 yılı içerisinde Tales from the Crypt’ten sonra ikinci bir korku antolojisi daha yayınlıyor. İngiliz korku sinemasının öne çıkan yönetmenlerinden Roy Ward Baker’ın yönettiği Asylum’da senaryo yine Robert Bloch’a ait. Bir akıl hastanesine iş görüşmesine gelen Dr. Martin (Robert Powell), otoriter başhekim Dr. Rutherford (Patrick Magee) tarafından garip bir teste tabi tutulur. Kendisiyle görüştürülecek hastalardan biri, hastanenin eski başhekimidir. Eğer sabık başhekimin kim olduğunu tespit edebilirse, işe kabul edilecektir. Dr. Martin dört hasta ile görüşür ve her hastanın anlattığı hikâyeyi dinler. Hastaların anlattığı hikâyeler antolojide yer alan bölümleri oluştururken Dr. Martin’in başından geçenler de kapsayıcı öykü görevi görüyor.

“Frozen Fear”, Peter Cushing’li “The Weird Tailor”, Charlotte Rampling’li “Lucy Comes To Stay” ve Herbert Lom’lu “Mannikins of Horror” isimli bölümlerden oluşan Asylum, Amicus’un her biri diğerinden kıymetli antolojileri arasında favorilerimden biri. Korku sinemasının akıl hastanesinde geçen filmler söz konusu olduğunda çok da geniş bir arşive sahip olmadığını düşünürsek Asylum’un kıymeti biraz daha artıyor. Ayrıca “The Weird Tailor”daki canlanan manken ile “Mannikins of Horror”da Dr. Byron’ın kendi ruhunu transfer ederek can vermeye çalıştığı, kafası aynı kendi kafasına benzeyen, robot vücutlu mini maket gibi akıllara zarar detayları unutmak ne mümkün.

The Vault of Horror (1973)

The Vault of Horror (1973)Roy Ward Baker’ın yönettiği bu antoloji de EC Comics’in Tales from the Crypt ve Shock SuspenStories isimli korku serilerinde yer alan çizgi öykülerden uyarlama. Londra’daki yüksek katlı bir binanın asansörüne farklı katlardan binen beş adam, zemin kata inmek ister ancak asansörün kapısı daha önce farkına varmadıkları zemin altı katta özel bir kulübün parçasıymış gibi duran ve özenle dekore edilmiş bir odaya açılır. İçeri giren beş yabancı, henüz şaşkınlıklarını üzerlerinden atamadan asansörün kapısı kapanır. Kapının etrafında asansörü geri çağırmak için herhangi bir düğme yoktur. Yardım gelene kadar beklemeye karar veren beşli, birbirlerine en korkunç rüyalarını anlatmaya başlar. “Midnight Mess”, “The Neat Job”, “This Trick’ll Kill You”, “Bargain in Death” ve “Drawn and Quartered” isimli beş bölümün bulunduğu antolojide, alışılageldiği üzere bir ev sahibi (host) bulunmamaktadır. Aynı odaya sürüklenip hapis kalan beş adamın birbirlerine anlattıkları kâbuslar üzerine kurulu kapsayıcı öykü, finali de işin içine katarsak, akıllıca bir çözümmüş gibi görünüyor.

Baker’ın standart ama iş gören yönetimi, sertliği belli bir çizginin üzerindeki şiddet sahneleri ve EC Comics destekli akıcı öyküleri, The Vault of Horror’ı önemli antolojiler arasına sokmakta zorlanmıyor. Özellikle titiz bir adamın yeni evlendiği karısı ile yaşadığı anlaşmazlıkları anlatan “The Neat Job” ile iki galerici ve bir sanat eleştirmeni tarafından dolandırılan bir ressamın ‘voodoo’ büyüsüyle intikamını almasını anlatan “Drawn and Quartered” diğer bölümlerin birer adım önüne geçiyor.

From Beyond the Grave (1974)

From Beyond the Grave (1974)Peter Cushing’in yaşlı bir antikacıyı canlandırdığı ve ev sahibi (host) görevi gördüğü bu antolojide, R. Chetwynd-Hayes’in öykülerinden uyarlanan dört kısa bölüm bulunuyor. Her bir bölüm antikacıdan satın alınan bir obje etrafında gelişiyor. Objeleri satın alan kişilerin kaderleri, yaşlı antikacıyı kandırarak yaptıkları alışverişler sonrasında pek de hoş olmayan şekillerde değişiyor. David Warner’ın başrolde olduğu “The Gate Crasher” isimli bölüm, 400 yıllık bir aynanın içerisinde saklanan şeytani bir varlığın dünyamıza geçme çabasını anlatıyor. Donald Pleasence ile kızı Angela Pleasence’ın başrolde olduğu “An Act of Kindness” isimli bölümde ise orta sınıftan bir ailenin yıkımını izliyoruz. “The Elemental” isimli bölüm, kendisine musallat olan kötü niyetli bir periden kurtulmaya çalışan bir adamın hikâyesini anlatıyor. Lesley-Anne Down’ın başrolde olduğu “The Door” isimli bölümde ise satın aldıkları eski bir kapı ile hiç ummadıkları kadar tehlikeli mavi odaya geçit açan bir çifti izliyoruz.

Sonrasında birçok korku filmine imza atacak olan Kevin Connor’ın ilk yönetmenlik denemesi olan From Beyond the Grave, zayıf öykülerine rağmen iyi oynanmış ve iyi çekilmiş bir antoloji. Özellikle David Warner’ın çizgi üstü performansı, Donald Pleasence’ın kızıyla beraber yaratmayı başardığı ürkütücü karakter çalışması ve son bölüme ismini veren tasarım harikası büyülü kapı ile akıllarda kalmayı başarıyor.

-*-

The Monster Club (1981)Milton Subotsky’nin yapımcılığında çekilen The Monster Club, Amicus antolojileri ile aynı formatta olduğu için sıklıkla bir Amicus filmi zannedilir ama Subotsky’nin daha sonradan kurduğu Sword & Sorcery yapım şirketinden çıkmıştır. The Monster Club (1981), ‘slasher’ların at koşturduğu bir ortamda biraz fazla modası geçmiş bir görüntü çiziyor. Son sinema filmini yöneten Roy Ward Baker’ın yorgunluğu da filmin bütününe aksetmiş. Aynı From Beyond the Grave gibi R. Chetwynd-Hayes’in öykülerinden uyarlanan film, John Carradine’in canlandırdığı bir yazarın (ki karakterin ismi de Chetwynd-Hayes), sokakta karşılaştığı Eramus isimli bir yabancı (Vincent Price) tarafından gizli bir gece kulübüne davet edilmesiyle başlıyor. Sadece vampir, kurtadam ve hortlak gibi canavarların girebildiği kulüpte Eramus, Hayes’e üç ayrı öykü anlatıyor. Öykülerin arasında da kulüpte çalan gruplardan birer parça izliyoruz. Çok düşük bir bütçeye sahip film, basit efektler ve (güya) popüler müzik grupları ile çocuk ve genç yaştaki izleyicileri hedef almış ama Subotsky burada bir büyük bir yanlışa düşmüş. Çünkü devir artık ‘slasher’ devridir ve genç yaştaki izleyiciler artık daha kanlı cinayet sahneleriyle süslü daha sert filmlerden hoşlanmaktadır. Vincent Price, John Carradine, Donald Pleasence, Simon Ward, Britt Ekland ve Richard Johnson gibi oyuncuların varlığına rağmen, antoloji meraklılarının dahi ilgisini çekemeyecek kadar talihsiz bir deneme.

Öteki Sinema için yazan: Murat Kızılca

blank

Murat Kızılca

1971 İstanbul doğumlu. Aylık online sinema dergisi CineDergi ve aylık kültür sanat dergisi kargamecmua için sinema yazıları kaleme alıyor. 2008 yılından beri katkı sağladığı Öteki Sinema’da bir yandan da editörlük görevini sürdürüyor.

3 Comments Bir yanıt yazın

  1. Gerçekten mükemmel bir yazı olmuş. Tüm bu filmleri bu makaleden not edip izledim. Dört dörtlük. Teşekkürler Murat Bey.

  2. Nazik yorumunuz için teşekkürler Erol Bey. Yazdıklarımızın okurlarda böyle karşılıklar bulması bizleri çok mutlu ediyor.

  3. Güzel bir yazı olmuş teşekkürler, filmleri bulabilirsem izleyeceğim.

Bir yanıt yazın

Your email address will not be published.

blank

Öteki'den Haber Al

Buna da Bir Bak!

blank

IMDb Kullanma Rehberi

Önemli bir kaynağı, IMDb'yi ne kadar verimli kullanıyoruz? Hakan Tunga
blank

Türk Sinemasının En Çok İzlenen Filmi Recep İvedik mi?

Türkiye’nin sinemasını yapan adamların çoğunun bu işe hep bir bakkal,