Ve biz ki artık çoktan geçmiş bir dönemin en ayrıcalıklı tanıklarıyız.
Sinema öğrenimi sırasında Hemingway’in kısa hikâyesinden uyarladığı Ubiytsy ile başladığı sinema yolculuğuna Segodnya uvolneniya ne budet ve Katok i skripka ile devam eden yirminci yüzyılın en iyi yönetmenlerinden Andrey Tarkovski’nin altmış iki yapımı ilk uzun metrajlı filmi İvan’ın Çocukluğu’nda yakaladığı başarısının ardından senaryosunu Andrey Konçalovski ile birlikte yazdığı Andrei Rublev gelir ki hiç şüphesiz bu iki eser dünya sinemasının başyapıtları arasında yerini alır, üstelik bin dokuz yüz seksen beş yılından önce, yani Glasnost öncesi, Aşık Garip adlı eserini yakın dostu Tarkovski’ye adayan Sergei Parajanov ile birlikte Sovyet sinemasının en iyi yönetmeni olarak kabul edilir. Öyle ki Andrei Rublev, yaşam ve sanat hakkında bir alegori, doğa, dua ve ideolojinin birleşimi, teknik ve üslubun görsel ve şiirsel biçimi, ki daha ilk sahnede Rus halkının yaratıcı ruhunu olağanüstü bir biçimde ifade eder, şiddet içeren bir dünyaya rağmen tarihi bir yaratılış destanı üzerine ruhsal bir yolculuk, inanç ile şüphe ve soyutlama ile gerçek arasında bir sembolizm öyküsüdür.
Öteki Sinema için yazan: Buğra Şengül
Tarkovski’nin sinema anlayışı şiir ve estetiğe dayalıdır, ki onun için sanat gerçeği aramaktır, kendisinin de söylediği üzere izleyici yaşam deneyimi için sinemaya gider, ki bir ideal oluşturmak ve bunu tasvir etmek sinemasının gereklerinden biridir, bir sanat eserini oluşturmak için inanç yeterlidir, öyle ki inanç, umut, aşk ve kurban kavramları doğrudan onun sinemasına bağlanır, buna en iyi örnek ise şüphesiz Andrei Rublev’dir.
Andrei Rublev’in açılış sahnesinde ipleri kesilen sıcak hava balonuna bağlı cüretkâr bir adamın çan kulesi ve durgun nehir üzerinde gökyüzüne yükselişi ve ardından yere yıkılışı ya da ölümcül düşüşü görülür, ki bu bir son değil, aksine her şeyin başlangıcıdır, cennet sakinlerinin kanatları yerine bir sıcak hava balonunu tercih etmesi de trajiktir, diye düşünüyorum şimdi. Bu bağlamda İvan’ın Çocukluğu’nun ilk sahnesi İvan’ın rüyasını, ağaçların arasından gökyüzüne yükselerek Rusya topraklarında uçmaya başlayışını hatırlamakta fayda var. Ayrıca nasıl ki yaşamda birbirinden ayrılmaz parçalar vardır, biri var olmadan diğerinin varlığından söz etmenin olanaksız olduğu, Andrei Rublev’i de Tarkovski olmadan düşünmek pekâlâ gülünç olacaktır.
Tarkovski’nin egzotik dünyası Andrei Rublev’de insanların ya da su ve ağaçların, toprak ve gökyüzünün, tapınak ve yolun ya da gerçeklik ve sanatın, kısacası herkesin ve her şeyin birbirinin birer yansıması olduğu görülür ve bununla birlikte Tarkovski’nin şiirsel sinemasıyla maneviyat ve materyalizm arasındaki tüm unsurlar büyük bir ustalıkla dengede tutularak Rublev’in metafizik yansımasıyla on beşinci yüzyıl Rusya’sına doğru bir yolculuk başlar, ki bunu Rublev’in hikâyesinin önemini doğrudan vurgulamak yerine onun yaşamını insanlığın manevi gerçekliği üzerine epizodik bir biçimde inşa ederek yapar, bu nedenle tarihsel gelişmeler ışığında Andrei Rublev’in Ortaçağ Rusya’sının temsilî bir sosyalist gerçekliği olma niteliğini taşıdığını söyleyebilirim, daha önceleri İvan’ın Çocukluğu’nda söylediğim gibi. Ayrıca on beşinci yüzyıl Rusya’sında ikonik ressam Rublev’in Ortodoks Kilisesi tarafından aziz olarak ilân edildiği söylenir. Kaldı ki Tarkovski’ye elinde fırça olan bir sanatçının aziz olma ihtimali var mıdır diye sorulsaydı, muhtemelen zekice bir cevap istiyorsan, zekice bir soru sor yanıtını verirdi. Evet, gel gör ki hepimiz zor zamanlarda yaşıyoruz, azizim.
“Memnun ol, genç adam, gençliğinden ve bırak bu gençlik günlerinde yüreğin seni neşelendirsin, yüreğinin yollarında yürü, gözlerinin yardımıyla, ama bil ki tüm bunlar sonunda, Tanrı seni yargılayacaktır, şimdi yaratıcıyı hatırla, gençliğinde zor günler gelmeden önce ve yıllar geçerken, diyeceksin ki bunlardan haz almıyorum, yaratıcıyı hatırla, gümüş ip kaybedilmeden önce ya da altın kupa kırılmadan ya da ibrik şelalede parçalanmadan ya da değirmendeki teker kırılmadan önce, o zaman toz dünyaya, zaten olduğu yere ve ruh da Tanrı’ya, onu verene geri dönecek, kibirlerin kibri, demiş vaiz, her şey kibir.”
İdeolojinin kurbanlarından Tarkovski’nin Andrei Rublev’i dini temasından ve siyasi yönünden dolayı SSCB’de yasaklanmış, ancak, birkaç yıl sonra -neredeyse gizlice- Paris ekranları Cannes’da gösterime girebilmiş, ki Cannes’da ödül almaması için yoğun bir çaba harcanır ama buna karşılık FPRESCI Ödülü’nü kazanır, birçok kez sansürlenmiş ve montajlanmıştır. Anlayacağınız, Andrei Rublev’in birçok versiyonu bulunmaktadır. Soljenitsin’in bu dünyada en kötü şey Rus olmaktır dediğini hatırlıyorum. Kaldı ki hak vermemek elde değil, Rusya’nın tarihine bakıldığında siyasal rejimin despotluğu rahatlıkla görülür: Rusya Çarlığı, Sovyetler Birliği Komünist Partisi’nin kurucusu Vladimir Lenin ya da Ekim Devrimi sonrası Josef Stalin.