“Kendim ve dostlarım için ve zamanın akışını yumuşatmak için yazıyorum.” Jorge Luis Borges
İstanbul’a geldiğim ilk yıl cnbc’de Angelopoulus’un Ulis’in Bakışı’nı izlemeye çalışmış, itiraf ediyorum yarıda bırakmıştım.
Günde ortalama 3-4 bazen 5-6 film seyrettiğim yıllardı. Videomu 29 ekim’de Söke’ye gittiğimde İstanbul’a getirmiştim. Çünkü yurtdışından eşzamanlı vhs video kasetler getirtebilen underground bir adam bulmuştum Beyazıt’ta. Ve sinema tarihinin en iyi filmlerinden bazılarını bulduğum bir videocu keşfetmiştim Beyoğlu’nda. Çiçek Pasajı’nın yanındaki Galatasaray Hanı’nda..
Yemez içmez gider videoya yatırırdım. Neler bulmuştum neler. (ama bu mevzu başka bir yazımın konusu..) Bir de tabi kablolu tv gerçeği vardı. Cnbc bir hazineydi ve cnbc-e olmamıştı henüz. 50’ye yakın kanalda her gün çuvalla film seyrediyor, videomda bazı filmleri defalarca defalarca seyrediyor, seyrediyor, seyrediyordum. Elime geçen her boku izliyordum ama Ulis’in Bakışı’na tahammül edememiştim. Yalan yok. İzleyemedim yahu. Bir türlü bitmeyen ve hiçbir yere varmayan sekanslar içinde adeta boğulmuştum. İlk defa bu denli meşhur bir filmi seyrederken, yarıda bırakmıştım.
Angelopolus’a birkaç sene hiç dönmedim. Sonra Orhan Metin adında sıkı bir sinemasever arkadaşım bana bu adamı yeniden keşfetmem için bir ‘ışık’ yaktı. Sonra bir Angelopolus haftası yaptım elimde ne kadar filmi varsa tek tek seyrettim. Ama anlamlandıramadım. Oturmayan birşeyler vardı. Keyif alamıyordum bir türlü. Bu filmlerin yolu bana çıkmıyordu. Ya ben yanlış yerde duruyordum ya bu filmler yanlış yere gidiyordu. Sonra, sonra yıllar geçti…
Yıllar sonra…
Yıllar sonra yaşlanmıştık işte, epi topu biraz yaş almıştık. Üniversitedeki yükseklisans tezim için sinema tarihi araştırmalarına dalınca Balkan’ların meşhur sinemacıları Manakis Kardeşlerin, Osmanlı padişahı Beşinci Mehmed Reşad’ın Makedonya’ya girişinin kısa bir belgeselini çektiklerini öğrendim. Yanılmıyorsam bu film hala Macaristan Devlet Kütüphanesinde. Filmde şöyle bir diyalog varmış. Şimdi bu Manakis kardeşler koskoca padişahı kamerayla çekmek istiyorlar. Kamera büyük ve acayip birşeye benziyor: korumalar engelliyorlar sinemacıları ve 5. Mehmet Reşad sinema tarihinde günümüze ulaşan ilk Türk repliğini söylüyor: “Bırakın Çocuk Oynasın..” Bunu neden anlatıyorum, Türk Sinemasını bu filmle başlatan tarihçiler vardır da ondan. Çünkü Manakis Kardeşler Osmanlı İmparatorluğu’nun sinemacıları.
Balkanların bu ilk büyük sinemacıları Manakis Kardeşleri araştırdığımda Selanikli olduklarını öğrendim. İlk filmlerini ordaki tüm köyleri kasabalıları gezerek ve çiftçi, köylü herkesi çekerek yaptıkları biliniyor. Belki de bu geçtiğimiz yüzyılın hemen başında Selanik’te Drama kasabasına gittiler ve benim dedemin ailesini de filme çektiler. Belki youtube’daki Manakis belge-görüntülerinde benim büyükkannelerim, dedelerim var. Bunu asla öğrenemeyeceğim.
Sonra bu Manakis kardeşlerin aslında Manakia kardeşler olduğunu öğrendim. Ulis’in Bakışında Harvey Keitel’ın kayıp filmini aradığı Manakia kardeşler… Filmi tekrar seyrettim. Tüm bu arayış’ın (Ulis’in Yolculuğu / Voyage of Ulysses) aslında Balkanların yıkımını özetleyen bir yapı kurduğunu fark ettim. Ulis’in Bakışı (Ulysses’ Gaze) ise sanatsal bakışın masumiyetini ortaya koyuyordu. Bu film yavaş olmaktan başka hiçbir seçeneğe sahip değildi. Yitik bir adam efsanevi sinemacıların kayıp filmini arıyordu. Hiçbir yere varmayan bir hiçlik gibiydi, ilk bakışta. Ama Eco’nun da dediği gibi ‘boşluk diye bir şey yoktur’.
Bu yolculuk gelinen yeri ve/veya gidilen yeri anlatmıyordu. Bu yolculuk gidenleri veya gelenleri anlatmıyordu. Bu yolculuk sadece yolu anlatıyordu. Bu bir rüyaydı çünkü. 3 saniyelik bir rüyada bazen 1 saatlik hikaye yaşamış gibi hissederiz ya. İşte öyle bir şeydi onun sineması. Rüya gibiydi. Ulis’in Bakışı da bu sinemanın zirvelerinden biri.
Sonra ustanın bütün filmlerini tekrar seyrettim. Onun sineması “time capture” denilen ve Bergman’ın Tarkovsky’i överken yücelttiği bir tekniği içeriyordu. Yavaştı, uzundu ama başka bir seçeneği yoktu. O görüntüleriyle sinemanın klasik müziğini bestelemişti sanki. Çerçevelemeleriyle bir düş kuruyordu. ‘Düşünce’yi resmetmeye çalışıyordu.
Yıllar sonra bugün…
İç rahatlığıyla söyleyebilirim: Angelopoulos Sineması’nı seviyorum. Ama o sinemasını değiştirdiği için değil, zamanla benim durduğum yer değiştiği için. “Leyleğin Geciken Adamı”nı seviyorum. “Kumpanya”, “Ağlayan Çayır”, “Zamanın Tozu” ve “Ulis’in Bakışı”nı seviyorum. “Sonsuzluk ve Bir Gün”ü seviyorum… Ve bu adam pisi pisine öldü diye üzüldüm. “Öteki Deniz” yarım kaldı diye üzüldüm.
Belki de aşırı hız, sert kurgu ve klip estetiğinden yorulduğumdan, belki yaşlandığımdan belki biraz daha olgunlaştığımdan belki de zamanın akışını yumuşatabildiklerini keşfettiğimden olsa gerek Tarkovsky’yi, Ceylan’ı, Antonioni’yi ve Bergman’ı nasıl daha fazla seviyorsam artık, Angelopoulos’u da işte öyle seviyorum.
Deniz’in öteki tarafından sana selam olsun Theo.
Zamanın akışını yumuşatmayı başardın ve bize gerçekten güzel ve unutulmaz filmler bıraktın.
Süper bir yorum.. tümüyle katılıyorum.. her kelimesine hem de..♀️