Tarih 90’ların başı… Yeni yeni rock ve metal dinlemeya başladığım dönemler (tabii hepimiz bir “doğuştan metalci” imajı yaratmaya çalıştığımız için çocukluk dönemlerimizde severek dinlediğimiz Europe-The Final Countdown’dan falan dem vuruyoruz). Anvil’in adını duyuyorum sağda solda. Aptullica’nın H.B.R. Maymun’daki köşesinde, Rock Kazanı’nda, Blue Jean’in Heavy Jean sayfalarında… Metallica üyelerinin sevip saydığı gruplardan olduğu aklımda kalmış. Logolarını ve bazı albüm kapaklarını gördüğümü hatırlıyorum. Ama o dönemde hiç Anvil dinlemedim, neden bilmiyorum, belki logolarını beğenmedim, belki o dönem hiçbir yerde kasetlerini görmedim, fakat bir şekilde metalciliği en ağır şekilde yaşadığım dönemlerde bu grubu hep es geçtim. Bu yazıya altı yaşımdan beri Anvil dinlemediğimi itiraf ederek başlamak istedim.
Bu yüzdendir ki, Anvil! The Story of Anvil diye bir belgesel çekildiğini duyduğumda o kadar da ilgimi çekmedi. Müzikleri hakkında hiçbir şey bilmediğim bir grubun belgeselini niye seyretmek isteyeyim ki, diye düşündüm. Ve açıkçası “iflah olmayan metal/rock sevgisi” temalı filmler ve saireden birazcık sıkılmıştım. Film hakkında okuduğum olumlu eleştiriler fikrimi değiştirdi. Filmi izledikten sonra iyi ki gelip bu filmi görmüşüm, dedim.
Yıl 1984: Kanadalı grup Anvil birbiri ardına patlattığı Hard ‘N Heavy, Metal on Metal ve Forged in Fire gibi albümlerle dünya çapında bir metal devi olmak üzere. Japonya’da Bon Jovi, Scorpions, Whitesnake gibi isimlerle sahneyi paylaşıyor. Gitarist Steve “Lips” Kudlow, elinde bir dildoyla gitardaki marifetlerini sergiliyor. Lars Ulrich (Metallica), Slash (ex-Guns ‘n Roses, Velvet Revolver), Scott Ian (Anthrax) gibi isimler Anvil’in o dönemlerde onları ne kadar etkilediğini anlatıyorlar. Fakat ne oluyorsa oluyor, o tarihten sonra Anvil bir düşüş yaşıyor, çıkardıkları 8-9 stüdyo albümü ve diğer konser, best of vb kayıtlar satmıyor, grup üyeleri gündelik işlerde çalışmaya başlıyor, Toronto’daki konserlerine gelen izleyici sayısı yaklaşık 100 civarında.
2000’li yıllara geliyoruz. 80’li yıllarda, Anvil’in zirve yaptığı sıralarda, İngiltere’deki bir konserlerinde onlarla tanışan, üç turnelerinde onların roadie’si olarak çalışan, davulcuları Robb Reiner’a hayranlığından ötürü davul çalmaya başlayan – ve Bush’un ilk davulcusu olan – daha sonra senarist olarak sinema kariyerine başlayan ve Spielberg için The Terminal’ın senaryosunu yazan Sacha Gervais bir gün kendi kendine “yahu bir Anvil vardı, sahi ne oldu onlara?” diye soruyor ve Lips ile temasa geçiyor. Ve böylece Anvil! The Story of Anvil’in temelleri atılıyor.
Filmin anlatısı bir giriş-gelişme-sonuç çizgisini izliyor. Anvil’in bir zamanlar ne kadar büyük olduğunu öğreniyoruz, şimdiki hayatlarından kesitler görüyoruz, karşılarına şöhret ateşlerini yeniden parlatabilecek bir fırsat çıkıyor – ama artık ellili yaşlarında olan Lips ve Robb için bu son şans… Aileleri onların adam olmayacağını düşünüyor – türlü badireler atlatıyorlar (Avrupa’da bir turneye çıkıyorlar. Bir konserlerine sadece yedi kişi geliyor, paralarını alamıyorlar, trenlerini kaçırıyorlar vs) ve en sonunda…
Eğer bu bir kurmaca film olsa, mutlu sonla bitmesini bekleyebiliriz, ama bu bir belgesel, o yüzden emin olamıyoruz. Burada filmin mutlu sonla bitip bitmediğini söylemeyeceğim. Filmin nasıl bittiğinin önemi yok zira. Şurası kesin ki, bu film (ve akabinde Lips ve Robb’un yazdığı aynı adlı Anvil otobiyografisi) sayesinde grup ikinci baharını yaşıyor, çeşitli festivallerde binlerce kişi önünde çaldılar ve AC/DC ve Saxon gibi grupların ön grubu olma hazırlığı içindeler.
Bu film metal müzik sevgisi hakkında, evet. 14 yaşındayken sonsuza kadar birlikte müzik yapmaya yemin etmiş ellili yaşlarında iki adamın bu sözlerine sadık kalması anlatılıyor. O kadar ki, artık Lips ve Robb yaşlı bir çift gibiler. Kavga ediyorlar, sonra öpüşüp barışıyor ve yollarına devam ediyorlar. Film bir çok yerde This is Spinal Tap’le karşılaştırılmış. Grubun filmdeki performansı, bilhassa Lips’in konuşmaları kurmaca filmlerde görmeye alıştığımız stereotip naif/avanak metalci temsillerine çok yakın. Bir sahnede Lips’in ablası yeni bir albüm kaydedebilmeleri için gruba yüklü miktarda para veriyor, ve gözleri dolu dolu bir şekilde “o benim küçük kardeşim, onun mutlu olması benim için çok önemli” diyor, biz de seyirci olarak duygulanıyoruz haliyle, fakat Lips “family is important shit, man” diyerek bu anı bozuyor. Sacha Gervais de bu benzetmelerden saklanmıyor; hatta filmin içinde Spinal Tap’e yapılan ufak tefek göndermeler de var.
Fakat Anvil! The Story of Anvil metal sevgisini anlatan bir filmin ötesine geçiyor. Bir arkadaşlık, iyimserlik ve yılmazlık öyküsüne dönüşüyor. Çıktıkları Avrupa turunda her şey ters gidince, “en azından her şeyin ters gidebileceği bir tur vardı” diyor Lips. Son albümlerini kapı kapı gezerek plak şirketlerine tanıtmak zorunda kalıyorlar, çoğundan herhangi bir cevap bile almıyorlar, ama hiç vazgeçmiyorlar. Beckett’ın bir sözü vardır hani, “Hep denedin. Hep yenildin. Olsun. Bir daha dene. Bir daha yenil. Daha iyi yenil.” Anvil, bu sözün vücut bulmuş hali gibi.
Ve ben de, bu filmden sonra -filmin çekiliş amacına uyarak- yıllar önce ihmal ettiğim Anvil’i klasik albümleri Metal on Metal’dan başlayarak dinliyorum. Hiç fena değillermiş! “Metal on metal/It’s what I crave/The louder the better/I’ll turn in my grave”
Ahanda! Ben bu belgeselin DVD’sini almıştım. Etrafa bakındım da, ortalıkta görünmüyor. Nerede acaba? Yazıyı okuduktan sonra canım çekti…
Ben de DVD’sini alacagim mutlaka. Bir dolu cikarilmis sahne varmis :).
Bu arada yazida belirtmedim ama, bu filme ve Anvil’e bu kadar isinmamin nedenlerinden biri de, benim de 13-14 yasindayken arkadaslarimla bir grup kurup unlu olma hayalimin olmasiydi. Grubumuzun ismi Judgement Day’di. Judgement Day diye bir sarki da yapmistik hatta “Judgement Day/The final stop for me!” diye giden :).
Anvil benim de hiç ısınmadığım bir grup olmuştur. Ama Can’ın yazısından sonra hem dinlemek hem de filmi seyretmek istedim. Metal ruhunu veren bir yazı olmuş tebrikler. Geçen hafta Blue Jean’in verdiği Get trashed belgeselini seyredip gaza gelmiştim zaten, wasp konserinde kurtları dökeriz umarım.
Tesekkurler Masis. Get Thrashed belgeselini duymamistim. Simdi baktim imdb’den. Izlemeli onu da!
Daha filmi izlemedim ama “Metal on Metal” albümünü dinliyorum. Sanki Iron Maiden’ın, Paul Di’Anno’lu zamanından, hiç yayımlanmamış bir albümü gibi… “Killers” albümü için “bu punk yahu” diyen kızı yumruklamamak için kendimi zor tuttuğum orta okul yıllarım aklıma geldi.
Bu arada yazmadan gecmeyeyim, gecen pazar Anvil’i bir muzik festivalinde canli izleme firsatim oldu. Lips, “kimler belgeseli seyretti?” diye sorunca seyircinin buyuk kismi elini kaldirdi. Lips “o zaman fanlarin onunde degil, arkadaslarimizin ve ailemizin onundeyiz demektir” dedi. Tabii dildoyla gitar calmayi da ihmal etmedi!
Tesekkur ederim, guzel yazi.
Aynen bende o zamanlar niye dinlemedim acaba dedim de, buldum cevabi : Ulan heriflerin kasedi yoktu ki piyasada. Yoksa bir dunya sacma sapan kaset almisligimiz vardir her hafta “Sirf ROCK” diye… Dvdsini almistim. Sizin yazinizdan sonra oturup bir kez daha izledim. Neffis hakkatten :)
Dogru, bulamadigimiz icin de almamis olabiliriz Anvil albumlerini. Gerci bizim orada, bir muzik dukkani oldukca genis CD arsivinden bos kasetlere cekip satiyordu o donemde – ve Anvil de vardi arsivlerinde. Ama ilgimi cekmemis demek ki o donemde. Tesekkurler yorumunuz icin :)