Ülkemiz insanı kendi yakın ya da uzak tarihiyle yüzleşmeyi henüz beceremedi. “Araya Parça Giren Yıllar”, Türk sinemasının kimilerince en “karanlık” dönemi sayılan “1974-1980 seks filmleri dönemi”ne ait bugüne dek gerçekleşememiş bir yüzleşmenin kitabıdır. Bu kitap, kendi geçmişiyle her alanda yüzleşmeyi başarabilmiş sağlıklı bir topluma duyulan özlemle, 19 yıllık bir bilgi-belge-araştırma birikiminin sonucunda özenle hazırlandı… Bunlar Cihan Demirci’nin sözleri. “Araya Parça Giren Yıllar” Türk sinema tarihinin yok saydığı, hatta günah keçisi yaptığı bir dönemi anlatıyor: “Seks Filmleri Dönemi”ni… 70’li yıllar nasıl yıllardı? 70’lerde kadın erkek ilişkileri nerelerdeydi? Cinselliğe bakış açımız neydi? Ne oldu da bu filmler birdenbire patladı? Bu filmlere seyirci neden bu kadar ilgi gösterdi?
Cihan Demirci, oyuncusundan, ışıkçısına, seyircisine kadar döneme tanıklık etmiş bir çok kişiyi kitabında buluşturuyor ve bütün bu sorulara cevap arıyor. 25 yıllık yazarlık serüveninde, bu güne kadar yayınladığı 24 kitabıyla edebiyat dünyasına farklı bir bakış getiren Demirci, “Araya Parça Giren Yıllar” ile Türk Sinemasının reddedilmiş, karanlıkta kalmış döneminin kapılarını aralıyor ve yüzleştiriyor.
T.Y.-”Araya Parça Giren Yıllar” için sinemamızın yakın tarihiyle yüzleşmenin kitabı diyorsunuz. Türk sinema yazarları 1974-1980 seks filmleri dönemini biraz yok saydılar galiba..
C.D.-Bu konu üzerine yazılmış iki üç kitap vardır. Bunları da okumuş bir insan olarak bu filmlerin hakkı değeri anlamında değil, bu filmlerin varlığını kabul etmek anlamında hiçbir zaman yerine konmamıştır. Kim yazmıştır; Agah Özgüç yazmıştır. Türk sinemasının bir numaralı tarihçisidir. Kitaplarında bu dönem vardır. Türk sinemasının tarihçesini yazmış fakat bu döneme 4-5 sayfa üstünkörü değinmiş.
T.Y.- Bu dönem sadece film isimleri ve afişleri ile hatırlanıyor
C.D.-70’li yıllar nasıl yıllardı? Bu filmlere acaba seyirci nasıl gitti? Bu filmler neden çıktı? Bizim cinselliğe bakış açımız neydi? 70’lerde kadın erkek ilişkileri nerelerdeydi de bu filmler birdenbire patladı? Bunları bir sinema yazarı bence incelemeliydi G.Scognomillo’nun yazdığı bir kitap var “Erotik Sinema” diye, bu kitapta da böyle bir şey yok. Emek verilmiş ama kitapta işin görsel boyutu öne çıkarılmış. Afişler ön planda olunca ben rahatsızlık duydum. Bana kalsa ben kendi kitabıma afişleri koymazdım. Görsel malzeme de istendiği için koydum. Ama dikkat ederseniz siyah beyazdır ve afişler önde değildir, yazı öndedir. O yılları merak eden kitle alıyor kitabımı. Yani derdim oydu. Yoksa o filmlere çok merak salmış hala oturup 40-45 yaşına gelmiş evde oturup sabahtan akşama kadar izleyen sapkın bir kitleye yazmadım ben bu kitabı.
T.Y. -Kitabınızın giriş kısmında ki röportajlarda tiye alır bir ifade var. O zaman çalıştığınız mizah dergisi için yapılmış bu röportajlar. Neden o dönem bu konu şeçildi? Bakış açısı bu muydu?
C.D.-Kendisi ciddiye almamışsa bu şekilde soru sorulur, hele bir mizahçıysanız. Yani ben yaptığımın doğru olduğunu düşünüyorum. Kadın ve erkek oyuncuların ne çektiğinden haberleri yok. Filmin herhangi bir ciddiyeti yok, senaryosu yok vs… Siz bu insanlarla sinema sanatı üzerine sinemanın çekim aşaması üzerine konuşur musunuz? Yapacağınız bir şey yok ki. Yani konuştuğunuz kişi Şener Şen olur onunla bir filmi derinlemesine, Türk sineması üzerine konuşursunuz. Bu insanların öyle bir tavrı yok. Ben bu insanları aşağılamak adına söylemiyorum. Hatta bu insanları aşağılamamak adına bu kitap yazıldı. Kitabın bütününe baktığınız zaman bu kadınlar esas sinemacılar tarafından aşağılanmıştır. Kitap tam tersine kadınlardan yana tavır koyan, o kadınların harcandığını erkeklerin de itibar aldığını anlatır. O kadınlara biraz espirili şekilde sorarak gerçeğin açığa çıkmasını sağladım. Mizahın böyle bir yanı vardır. Çok ciddi sorular sorarsanız cevap vermez bu insanlar, vermediler zaten. Bütün konuştuklarımızda kitapta değildir. Çok ciddi sorduğunuzda alamıyorsunuz cevabı. Espri ile karışık mizahçı rahatlığında yaklaştığınız zaman kişinin verdiği espirili cevapta çıkıyor gerçek ortaya. Yani bir amacım da oydu benim ve amacına ulaşmıştır.
Z.K. -Peki Ali Poyrazoğlu ile bu kadın oyuncularla konuştuğunuz gibi konuşabilir miydiniz?
C.D.-Tabii konuşurdum. Ama konuşmadılar. Ama kitap dikkatli okunduğu zaman görülecektir bunların konuşmadan kaçtığı. Kitabın bütününde o geçer. Ali Poyrazoğlu’na gerçekten ihtiyaç duymadım. Onu da söyleyeyim. Çünkü Ali bey çektiği yıllardan başlayarak bu filmlerle ilgili (Nokta dergisinde kanıtlı şeylerdir) hiç bu tür filmler çevirmediğini söylemiştir. Çevirmedim diye inkar etti. Yakın dönemlerde Nebil Özgentürk’ün programında, zannediyorum Arzu Okay bölümünde “ben bunları çektim inkar etmiyorum çektim gitti arkadaş” demiştir. Yarın yine ters bir dönemine gelir “çekmedim” der, 3 yıl sonra “çektim” der. Şimdi bu tip adamlardan sağlıklı sonuç alamazsınız. Gerek de duymuyorum, bu bir eksiklikse evet kabul ediyorum. Mesela yönetmenler de kitabın eksik gördüğüm yanlarından biridir. Birkaç yönetmen kafama takılı kalmıştır. Benim derdim bu filmlerin iç dünyası. Bu filmler nasıl çekildi? Ne oldu o dönem niye çektiniz, ne yaptınız, bir rüzgara mı kapıldınız? Bunlarla ilgili bir şeyler bekliyorsun. Hayır; üstünkörü filmlerden birkaç anektot, anektot çok zaten.
Z.K.: Kitapta kadın oyuncularla yapılan söyleşiler çoğunlukta, erkek oyuncular neden konuşmak istemedi?
C.D.-O filmlerin nasıl çekildiğine dair bir şeyler öğrenmek istedim. Erkek oyuncular konuşmuyorlar. Özcan Özgür’le konuştuk telefonla, sonra öldü. Çok iyi bir insandı. Korku içinde adam iş bulamıyor, yoksul zavallı, aynı o kadınlar gibiydi Özcan Özgür. Ali Poyrazoğlu gibi yırtanlardan değildi. Hadi Çaman, Aydemir Akbaş takımından değildi. Erken yaşta öldü gitti o yüzden. Kazım Kartal’la birkaç yıl bekledikten sonra konuşabildim. Bir kahvede konuştuk ayak üstü, o da çok emekçi bir adamdır, benim ayırdığım bir adamdır. Yani bu işe emek verip harcanmışlardandır. Aslında çok da yetenekli bir isim bence ama Kazım Kartal. Ama Kazım filmleriyle damga yapıştırılmıştır. O kadınlar gibi bir şey yapamamıştır. Behçet Nacar’la da görüşme çabam oldu. Bürosuna gittim saatlerce bekledim konuşmadı bir türlü. Konuşmayana da saygı duyarım. Konuşamadıklarımı basında 15 yıllık sürede zaman zaman çıkan şeyleri takip ederek oralardan alıp koydum.
Z.K.- Kadın oyuncular erkek oyunculardan daha mı cesaretli ?
C.D.-Evet. Çünkü erkek oyuncular bu filmleri, atlama taşı olarak kullandılar. İşşiz kaldılar o dönemde. Bu tarz filmlerden çok iyi para kazandılar. Benim anladığım bir gerçekte şu, mesela yönetmenlere şunu sormak isterdim soramadım. “Siz erkek oyunculara daha çok para vermişsiniz, kadınlar biraz sömürülmüş”. 1-2 oyuncu dışında. Bu dönemin önemli oyuncularından Arzu Okay sömürülmemiş. Anladığım kadarıyla o iyi para almış. Ama iyi para derken bir Türkan Şoray’la alakası yok. Belki onun %10 unu almış ama ne bileyim arka plandan gelen diğer oyunculara verilen paralardan çok para almış Arzu Okay. Ama Bir Ali Poyrazoğlu ile, Hadi Çaman’la mukayese edilemez. Bunları yönetmenlerden yapımcılardan öğrenebilirsiniz, başka kimden öğreneceksiniz değil mi? Yapımcılarda çok sıcak bakmadılar çünkü o dönemin yapımcıları enteresandır, daldan dala atlamış insanlar. Zaten çoğu inkar eder yaptım, yapmadım şeklinde.
T.Y.- Filmlerin kamera arkası çalışanlarıyla ve seyircilerle konuşmuşsunuz. Gerçekten çok çarpıcı konuşmalar olmuş. Kimsenin konuşmak istemediği bir konuda, onlarla konuşmakta zorlanmadınız mı?
C.D.-Ben ışıkçılarla konuşmayı başardım, yönetmen yardımcılarıyla, arka planda seyircilerle. Gerçekten çok zor oldu. Yeni konuştuklarım, 90’lı yıllarda konuştuklarım var. Seyircilerle konuşmayı şu şekilde başardım. İsimlerini kullanamadım. Yaşlarını mesleklerini girebildim ancak. Zaten o kadarını söyleyebilirdim, insanlar rahat konuşamayacaklardı, konuşmadı da zaten. Çok iyi tanıdığım mesleğimden arkadaşlarımda aynı şekilde. Öyle arzu ettiler. Ben dedim ki; “isminizi kullanmayacağım”, o zaman baktım ki çok rahat konuşuyorlar. Bu yüzden konuşmalar çok samimi oldu. Şu anda bir kısmı grafiker, yazar çizer, sanatçı çok insan var içinde. Yani kimliklerini ortaya koysalardı bu kadar şeyler anlatacaklarını zannetmiyorum. Kuyruklarda başlarına gelenler sinemada başlarına gelenlere kadar bunlar anlatılabirdi. Erkeğin bile içeriye zor girdiği bir dünya bu. Herkes yakasını bağrını kapatıp aman yakalanmayalım diye gizleniyor. Ne babanızın sizden haberi var, ne sizin babanızdan. Ve bunları kimse kimseye anlatamıyor. Bu aslında başlı başına bir kitap konusu.
Bu toplum o güne kadar kız-erkek ilişkisini sağlıklı olarak kuramamış. Bir erkek bir kızla sağlıklı bir ilişki kuramamış, böyleydi gerçekten. 74-75’te bir kız arkadaşla sinemaya gitmek büyük bir olaydı. Bir sinemaya gitme maceram vardır. El ele tutuşmak için ışıkların yanmasına kadar bir süre geçmiş. Bu günün gençlerine anlattığım zaman mizahçıyım diye bunu espri zannediyor. Yaşanan gerçekler hayali aşıyor. Batılı bunu hayal gücüyle kumaya çalışıyor. Biz bunu her saniye yaşıyoruz. Yürürken, gazeteyi açınca, televizyona bakınca. Bir batı ülkesinde ancak yılda bir kere olacak şeyi, biz her gün 10 kere falan yaşıyoruz.
T.Y.-Toplum bu filmlerden dolayı sadece kadın oyunculara yüklenmiş. Erkeklere yine bir şey yok.
C.D.-Evet, Türkiye bir yandan kabuğunu kırmış gibi gösteriliyor cinsel anlamda. İşte 2004 yılının aralık ayındayız, ne oldu? Son 5-6 senedir 90’ların ortasından başlayarak Türk genci cinselliği keşfetti. Büyük bir patlama var. Bugün kızlar erkeklerin önüne geçtiler. 20 sene önce yaşanamayacak şeyler yaşanıyor. Bir kız erkeğe arkadaşlık teklif edecek noktaya geldi. Kızlar kabuklarını kırdılar. Ama bu hayata yansıdı mı? Yönetim anlamında bir şeylere yansıdı mı? Bence yansımadı. Bunun karşılığı alınıyor mu bu toplumda? Yine alınamıyor. Sağlıklı bir durum yok gene.
Z.K.- Yurt dışında porno filme bakış nasıl ?
C.D.-Çok farklı. Benim hayatım 2 sene Fransa’da geçti. Bu filmleri oynatan sinemalara gittim. Meraktan gittim açıkçası. Çünkü biz çocukluktan gençliğe geçerken bu tür filmleri oynatan sinemalara gittik. İğrenirdik. Bir süre sonra gidemez hale geldik. Çünkü iğrenç sinemalardı, her an mikrop kapabilirsin. Dayak yiyebilirsin. 78’lerden sonra 79’larda hakikatten eşcinseller doldurdu sinemaları, sağlıksız bir hale geldi. Ama Fransa’ya gittim 80’li yıllarda. Paris’in göbeğinde filmler oynatan salonlara gittim. Bir kere her yer aydınlık, biz de korkarsın içeri girmeye. Ve herkes sevgilisiyle gelmiş. Kadınları görünce insan ürperiyor ilk anda, acaba diyorsun yanlış sinemaya mı geldim falan. Hayır! Kimse bir taşkınlıkta bulunmadı. Bu filmlerde bağırır, çağırır, ıslıklar futbol maçı izler gibi film izlenirdi. İnsanlar kaptırırdı kendisini. Hayır! Kimse kimseyi herhangi bir şekilde rahatsız etmeden uygar bir ortam içerisinde, normal bir macera filmi gibi izlenip çıkılıyor. İnsanların yüzlerine baktım kimse kimseden gözlerini kaçırmıyor, saklanmıyor. Bu açık bir duygu olarak geldi bana, keşke ülkemizde de yaşansaydı diye düşündüm açıkçası.
Z.K.: Bugün Türkiye’de bu tarz filmler sinemalarda oynuyor mu?
C.D.-Bugün halen bu sinemalar birkaç kişi azalsa da, İstanbul’da da var. Bugün hayatın içinden iyice atılmış durumda. O yıllarda hayatın göbeğine koyulmuştu. Bakın şimdi hala Beyoğlu’nda 2 tane sinema var, Anadolu da vardır belirli yerlerde. Ama o günkü gibi değil. Ama 70’lerde hayatın tam merkezindeydi. Bugün hepimizin yaşamından çıkmış. Araştırmalarım sonucu şunu gördüm ki, kitapta da çok küçük bahsetmeye çalıştım, satır aralarında var. Bu sinemalara artık eşcinseller geliyor ve o insanlar oradan başka insanlar buluyorlar. Artık film izlemek için değil, bir buluşma sineması. Aksaray’daki güneş sineması porno film göstermeye hala devam ediyor, bir şekilde.. Oraya gelen insanların amaçları film izlemek değil, buluşma mekanı.
Z.K.- Erkekler gizli iş yapmayı seviyorlar galiba….
C.D.-Türk toplumunun bir de böyle bir yanı vardır. Gizlilikle birlikte her şeyimizi örtmeyi severiz. Birazda şunu söylemekte yarar var, seks filmleri döneminin başlangıcında bu filmlerde oynayan erkek oyuncular, ben burada bir noktaya kadar söyleyeceğim lafımı, çok fazlasına girmek beni rahatsız ediyor. Özellikle tiyatro kökenli bazı oyuncular niye seçiliyor, cinsel tercihleri nedeniyle.. Çünkü bu oyuncuların bu filmlerde oynaması çok rahattı. Yönetmenler ve yapımcılar bunları tercih ettiler ki tehlike olmasın bu sahnelerde. Bunların kadınlarla ilişkisi daha farklıdır falan diye seçilen oyuncular oldu. Bu cümle yeter herhalde, ikiyüzlülükte buradan geliyor. Ama bir noktadan sonra seyirci de yetinmemeye başladı. Seyircinin ilgisi arttı, yani doz arttırmak gerekti. Ne oldu? Yabancı parça diye bir şey girdi araya. Çünkü bu oyuncular henüz parça yapacak oyuncular değildi. Erotik filmlerdi, bir süre sonra bu oyuncular yetmemeye başladı. Ama bunlar devam etti oynamaya inatla. Yabancı parçalar sokuldu bu yüzden. Bu parçalar girdi ama 78’den sonra da bunlar bıraktılar, diğer yaşamlarına geri döndüler, tiyatrolarına. Tırnak içerisinde “erkek oyuncular” girdiler ve direk seks filmleri çevrilmeye başlandı. Sonrada yerli pornoya bir dönüş oldu.
79’larda yerli porno çevirenlerin ismini ben bile aklımda tutamam, çünkü bunların birçoğu genç, oyuncu olmayan, erkeklikleri ile bu filmlerde kullanılan isimlerdi. 79-80 yıllarında tamamen bu oyuncuların çevirdiği gerçek anlamda porno filmler çevrilmiştir. Artık diğer tiyatrocularımız pek ortalıkta gözükmüyorlar.
T.Y.- Kadınlar ?
C.D.-79’da kadınlar şu duruma geldi. Kadıların bazıları devam etti. Zerrin Doğan bu noktada çok cesur bir oyuncu. Zerrin Doğan normal erotik filmlerle başlamıştı, diğerleri gibi ben bunu oynayamam dememiştir. Zerrin Egeliler oynamamıştır. Gerçekten buna inanıyorum ben; Zerrin Egeliler bir noktadan sonrasına geçmemiştir. Zerrin Doğan bunu birebir söylediği için söylüyorum, bende hala kasette kayıtlıdır ve bu filmleri bende gördüm. Açık ve yürekli bir biçimde ya bu filmleri ben çevirdim, ne utanıyorum, ne gocunuyorum diyebilme yürekliliğini göstermiştir. Bu çok büyük bir cesaret ister. Hani bu filmleri çevirip ortalarda dolanıp inkar edenler, ne olduğu belirsiz insanlardan daha cesurdur benim için. Çok daha yürekli bunu söylemeyi becermiştir. Arzu Okay’ın gösterdiği başka bir yürekli tavır, bu filmlere teslim olmayıp, terk etmiş kadıncağız, gitmiş. Oradan deri işine girmiş, büyük sıkıntılar çekerek. Bugün Paris’te çok büyük bir atölyesi var. Bir iş kadını olarak çok rahat bir noktada. Zerrin Doğan’nın da Almanya’da bir film şirketi var bildiğim kadarıyla. Zerrin Egeliler Bursa’da yaşıyor, aile yaşamı sürüyor. Bu üç kadını kendini kurtaranlar diye görüyorum. Diğerleri un ufak, ne söylesek meçhul, çünkü yoklar ortada.
T.Y.: Diğerlerinin izine ulaşamadınız mı? Neden konuşmadınız?
C.D.-Birçoğunun izlerini bende bulamadım, bulmakta istemedim. Benim öyle sansasyonel bir derdimde yoktu kitabı yazarken. Zor bir yaşam sürdükleri çok açık zaten, ben bir dönemi anlatmak istedim, gidip o kadını rahatsız etmek derdim değil. Yeniden gidip yaralarını kaşıyacaksın.
T.Y.-Bu filmlerde rol alan oyuncular günah keçisi oldular. Ya diğerleri…
C.D.-Gene ikiyüzlü bir tavrımız var. Çok sevdiğim Bülent Oran keşke yaşasaydı, kitap çıkmadan iki ay önce öldü ne yazık ki. Benim için çok değerli ve önemli bir insandır. İşsiz kaldı o dönem ve başlangıç döneminde bu filmlere senaryo yazdı. Sefa Önal gibi Türk sinemasının iki duayeni vardı. Bunlar dünya çapında rekorlar kırmışlardır. Bülent ağabeyin deyişiyle 1000’i geçmiştir senaryosu. Bugün dünyada 1000 tane senaryosu olan kim olabilir? Yani olacak şey değil. Adamcağız 74-75-76 gibi yıllarda seks filmleri yazdı. Ama onun yazdığı erotik komedidir, işin cılkı çıkınca vazgeçiyor. Onları yüreklice bana anlatmıştır. Kitapta kullandım. Ama dediğim gibi anlatmaktan kaçtı birçok insan. Dediğiniz gibi kolaya kaçtılar o dönemi karaladılar. Peki başka şeyler yapamaz mıydınız? Teslim mi olmuştuk? Ben ona çok inanmıyorum. 80 darbesi olmasaydı, darbeyle bu filmler kesildi.
T.Y.- 80 sonrasında kadın filmi denilip sanatsal hiçbir değeri olmayan erotik filmlerde çekildi…..
C.D.-Bu filmler öyle bir hale geldi ki, Atıf Yılmaz filmlerini birileri aldı aldı cılkını çıkardı. Feminist bir moda patlamıştı, Duygu Asena’nın yazıları, kadın dergileri çıkmıştı. Bir rüzgara kapıldı insanlar. “Sarı Tebessüm” filmi gibi, sıradan bir seks filmiydi bence. O film sanat filmi gibi ailelerin gittiği sinemalarda oynadı. Diğer filmler seks filmi damgası yedi. Çok yanlış bir yaklaşım.
Başlangıcı öyle değildi. Aynı şey seks filmlerinin başlangıcında da geçerlidir. 74-75-76’daki filmlere aileler gidip gülüyorlardı. Şimdi annemlerle gidip ilk gördüğümüzde dışarı kaçtık, aslında kaçacak bir şey yoktu. O dönemin insanı kaçıyor. Bugünün anne babaları kaçmayacak, küçücük bir sahne bir kadın geçiyor göğüsleri gözüküyor falan yani. Bugün normal bir filmde 50 kere karşımıza çıkacak sahneler ama 74’ün anneleri bunu kaldıramadı. 2005’in anneleri kaldıracak durumda şu an. Yani buradan başladı, 80’lere doğru işin cılkı çıktı ve film çekilemez hale geldi Türkiye’de. 80 sonrası bir rüzgar başladı, bunalımlı kadınlar, erkekler bunalımlı entellektüel çevreler. Çok dar bir çevrede, Beyoğlu’nda, Nişantaşı’nda 3-5 barda insanların yaşadığı hayatlar, bütün Türklerin hayatlarıymış gibi yutturulmaya çalışıldı. Bir süre böyle gitti 90’lı yıllar değil mi? Ortalarına kadar. Bunlar acaba Türk sinemasına zarar vermedi mi, seks filmleri kadar? Bu da başka bir zarar verdi, film çekilemez hale geldi Türkiye’de. 80’lerde, 90’larda yapılan yanlışları görmeyip, bugün de hala diyoruz ki bunalımı 70’lerdeki bu filmler yaptı. Tamam, ama darbeden sora uzun bir süreç var 1980 ile 2000 arası. Türk sineması şurada 3-4 yıldır biraz film çeker bir noktaya geldi.
T.Y.- Bazı oyuncular 80’de sorguya alınıyor. Bu konu da seks filmleri dönemi gibi karanlıkta kalmış bir konu…..
C.D.-Zerrin Doğan ve Zerrin Egeliler de var, o dönemin içinde. Bahsetmek istemiyorlar, çok korkmuşlar, ürkmüşler. Bir de şöyle bakalım; Türkiye’yi iyi biliyorlar,. O yıllarda bu filmlerde oynayan kadınlara bir erkeğin, bir polisin bakışını düşünebiliyor musun? Yani onu kullanacak bir şekilde, zaten bu filmlerde oynuyor ya. Bu insanları o filmlerde oynuyor diye orta malı gibi kullanacakları bir şey var. Bu insanlar tabi anlatamamışlar. Nokta dergisinin çok önemli bir rolü olmuş gerçekten, 80’li yıllardaki nokta dergisi tabi. Nokta dergisi birkaç haber yapmıştı, beni de cesaretlendiren nokta dergisidir. Ama bu konuya girmek istemediler. Bugün bile bu konuda zannetmiyorum ki konuşsunlar. O kimliklerini atmışlar zaten. Bambaşka noktalarda yaşıyorlar.
T.Y.- Son olarak ne söylemek istersiniz ?
C.D.-İstiyorum ki yönetmenler, yapımcılar ortaya çıksın, bu arkadaş bizle konuşmadı desinler. Bana söyleyemediklerini basına söylesinler. Ben bundan mutlu olurum. Benim kitabım bir adımdır. Benim bile merak ettiğim bir çok şey kapalı bir vaziyette duruyor. Bunu da anlatacak yapımcılar yönetmenlerdir. Belki ilerde başka kitaplar aydınlatır ve anlatırlar diye umut ediyorum.
Sinemascope Yazı Linki SÖYLEŞİ: Tülay YAVUZ- Zeynep KESEMEN