Park Chan Wook’un çok katmanlı sinema dili, yönetmenin filmlerini tekrar tekrar izleme ihtiyacı hissettiriyor. Tam da bu yüzden The Handmaiden (Hizmetçi) için iki yazı yazma gereği duydum. Bir önceki yazımda Kouzuki amca (Cho Jin-Woong) üzerinden yaptığım analizimi bu sefer iki kadın karakter üzerinden yapmak istiyorum. Çünkü film anlatısının bir katmanını Kouziki amca ile simgelenen Kore-Japonya ilişkisi oluştururken diğer katmanını iki kadının, aşklarından cesaret alarak erkek egemen düzenden kurtulup, kendi özgürlüklerine koşuşları oluşturuyor.
The Handmaiden filmindeki gerilimi ve temel çatışmaları, filmin erkekleri ve kadınları arasındaki karşıtlıklar oluşturuyor. Park Chan Wook’un bir söyleşisinde ifade ettiği gibi, bu filmde tüm erkekler kötü, kadınlar ise iyi. Sapık, despot ve Batı özentisi bir adam olarak çizilen Kouzuki amcanın, Leydi Hideko (Kim Min-hee) ve teyzesi üzerinde kurduğu baskı, kontrol ve denetimin çocukluktan beri nasıl oluşturulduğu geri dönüşler ile gösterilir. Örneğin Leydi’nin aşağı yukarı 6-7 yaşlarında bir çocuk olduğu ve Kouzuki amcanın bağırmasın diye ağzını tıkayarak, ellerine metal topuz ile vurduğu sahnede “bir daha cevap vereceğin tutarsa, bu metal topuzun verdiği acıyı hatırla” diyerek onu uyardığı görülür. Böylece Leydi Hideko’ya istenildiği gibi uysal, uyumlu ve ses çıkaramayan bir kadın olmadığı takdirde alacağı ceza da öğretilmiş olur. Hemen arkasından, karanlık odasında uyuması için bırakılmak istenen küçük Hideko, ağlamasın diye şu sözlerle korkutulur: “Şu kapının ardında gulyabani kadar büyük bir adam var, ufak kız çocukların seslerine hiç tahammül edemiyor. Sesini duyarsa kapıyı kırıp içeri gelir. Tüm vücudu ile üzerine çullanır. Hiç sesini çıkaramazsın.” Bir başka örnek ise teyzesinin ona erotik kitapları okumayı öğrettiği sahnededir. Cinsel organlar hakkında şakalaşan iki kadının kelimelerinden rahatsız olan Kouzuki amca, yerinden kalkar, her ikisinin yüzünü elleri ile kapatır ve onları nefessiz bırakır. Bu ceza ise amcası ve üst sınıf erkekler için erotik hikayeler okuyan Hideko ve teyzesine kadınların kendi arzularının olamayacağı ve bunlar hakkında zaten konuşamayacağını öğretmiş olur.
Aristokrat sınıfa ait olan Japon Leydi Hideko’nun, içinde bulunduğu sınıf, millet ve ekonomik güce rağmen, Kouzuki amca tarafından korku ve tehditle sindirilişi ve susturuluşu, Kont Fujiwara’nın (Cho Jin-woong) dikkatini çeker ve ona yakınlaşmaya çalışır. Kont’un niyeti ona yardım etmek değil aksine amcası yerine Leydi Hideko’nun mal varlığına sahip olmaktır. Leydi’yi evlilik teklifi ile kandırmayı planlayan Kont, Leydi Hideko ile evlenmesine yardım etmesi için Nam Sook-hee (Kim Tae-ri) ile anlaşır. Kont Fujiwara, bu evlilik sonrası Leydi’yi akıl hastanesine yatırarak ondan kurtulacaktır.
Böylece Leydi Hideko’nun yanına bu planın bir parçası olarak Nam Sook-hee gelir. Kültürleri, dilleri ve sınıfları farklı olan bu iki kadın arasındaki en önemli benzerlik her ikisinin de ataerkil ve cinsiyetçi bir toplumda erkeklerin zorlamalarıyla ve onların çıkarları için kullanılmaları, rol yapmak ve yalan söylemek zorunda bırakılmalarıdır. Her iki kadının yaşamlarında eksik olan güven ve sevgi ihtiyacı ve özgürlük arayışları onların yollarını birleştirir. İkili arasında başlayan dostluk zamanla kadın dayanışmasına da dönüşür.
Leydi’nin malikaneyi tanıtırken “Burada nadiren güneş açar, eniştem müsaade etmiyor” sözleri, aynı zamanda Kouzuki amcanın despotluğunun altını çizen bir cümleye de dönüşür. Amcasından hiç sevgi görmemiş olan Leydi Hideko, Nam Sook-hee’nin başını okşadığı ve ona ninni söylediği sahnede ondan çok etkilenir. Yavaşça bu dostluk Leydi Hideko’ya çocukluk travmaları ile yüzleşmesinde destek olur. Örneğin çocukken teyzesinin cesedini sokura ağacında sallanırken gören çocuk Hideko, oyuncak bebeği ile gözünü kapatır. Hideko’nun çocukluk travmasını simgeleyen bu bebeğini, büyüdüğünde de bırakmadığı, onu yanında taşıdığı ve birlikte uyuduğu görülür. İki kadının ilk cinsel deneyimleri sırasında Nam Sook-hee’nin eli oyuncak bebeğe çarpar ve bebek düşer. Sahne, Leydi Hideko’nun sevgi ve güveni bulması ile büyüdüğüne işaret eder.
Oyuncak bebek gibi Leydi’nin eldivenleri de sembolik anlam taşır. Leydi Hideko, Kouzuki amca ve erkeklere performans yaparken, restoranda Kont Fujiwara ile yemek yerken ve onun verdiği hediyeyi açarken ve daha pek çok sahnede siyah ve beyaz renkli eldivenler giyer. Diğer yandan akıl hastanesine Nam Sook-hee’yi uğurlarken ellerinde eldiven yoktur, Kont Fujiwara’ya doğru yürürken eldivenlerini giyer. Leydi, Nam Sook-hee’nin sesini duyduğu ve kendisine dokunduğu gerdek gecesi sahnesinde ise eldivenlerini çıkarır. İki kadın sevişirlerken birbirlerinin ellerini tuttukları sahnede ise Leydi’nin eldiven takmadığı görülür. Böylece eldiven (ki Kouzuki amca da siyah eldiven kullanır) erkek egemen düzeni ve eril yasayı temsil ederken, Leydi Hideko’nun eldiven takmadığı sahneler, onun toplumsal yasaya karşı kendi arzu ve hazlarının peşinde olma halini simgeler.
İki kadının birbirlerine karşı duydukları aşk ve sevgi büyürken, Kont Fujiwara da elini çabuk tutmak ister ve Leydi Hideko’ya evlilik teklif eder. Leydi, üstü kapalı bir şekilde Nam Sook-hee’ye, ona karşı olan hislerini anlatır ancak Nam Sook-hee onu Kont Fujiwara ile evlenmesi hususunda yönlendirir. Hayal kırıklığına uğrayan ve sevdiği kadın tarafından aldatıldığını düşünen Leydi Hideko, Kouzuki amca ya da Kont Fujiwara’ya itaat etmek yerine teyzesi gibi intihar etmeyi seçer. Kendisini sokura ağacına asarak öldürmek isteyen Leydi Hideko’yu, Nam Sook-hee görür ve onu kurtarır, ölmek dışında bir seçeneğinin de olabileceğine onu inandırır. Kadınların kendilerini astıkları sokura, Japon kültüründe mükemmel güzelliği, yaşamın başlangıcını, yaşamla ölümün birlikteliğini, hızlı ve acısız ölümü ve yeniden doğuşu simgeler. Bu ağacın zaman zaman çiçeklendiği, zaman zaman da çiçeklerinin döküldüğü filme yansırken, bu intiharın Leydi Hideko için yeniden doğuş olduğu da böylece imlenir.
Kaçmaya karar veren iki kadın, hemen öncesinde, Kouzuki amcanın yasaklarını çiğnemekten haz alarak kütüphaneye girerler. Kouzuki amcanın erotik kitaplarını ilk kez gören Nam Sook-hee “Bunca zamandır o kibar beyefendilere bunları mı okuyordun” diyerek şaşırır, öfkelenir ve kütüphaneyi dağıtmaya başlar. Leydi Hideko şaşkınlıkla ve mutlulukla bu durumu izlerken, biraz sonra sevdiği kadından aldığı cesaretle, o da Kouzuki amcanın takıntısı olan bu erotik arşivi dağıtmada Nam Sook-hee’ye katılır. Bu sahnede gösterilen iki kadının kitapları parçalamaları, yırtmaları, suya atmaları ve Kouzuki amcanın simgesi olan yılanın başını koparmaları ile iki kadının ataerkil sisteme karşı açtıkları savaş da gösterilmiş olur. Bu, kadınların erkekler karşısında ilk galibiyetleridir.
Koşarak malikaneden uzaklaşmaya başlayan iki kadının karşılarına atlamaları gereken bir duvar çıkar. Leydi Hideko duvarın önünde durur, kımıldayamaz. Nam Sook-hee ise aristokrat olan Leydi’nin duvardan atlayamadığını düşünür ve üst üste üç bavulu koyarak ona yardımcı olmaya çalışır. Ancak duvarın epeyce alçak olduğu, problemin kaynağının Leydi’nin zihninde olduğu fark edilir. Nam Sook-hee’nin uzattığı el, onun zihnindeki bariyeri aşmasına yardım eder. Bu duvarın üstünden atladıktan sonra iki kadının gülümseyerek kocaman bir arazide koşuşları geniş açı ile gösterilir. İki kadın, klostrofobik ve karanlık malikaneden uzaklaştıkça, mekanlar daha ferah ve aydınlık olmaya başlar.
İki kadın, erkek egemen düzende, özgürlüklerine ulaşmak için erkeklerin kullandıkları “silahları”, erkeklere karşı kullanmayı öğrendikleri bundan sonraki sahnelerde izleyiciye gösterilir. Birinci bölüm Nam Sook-hee’nin “Emin olun hanımım ömrü boyunca adi bir kaltaktı” deyişiyle biter. İkinci bölümde Leydi 6-7 yaşlarındayken, ona “adi bir kaltak” olduğunun söylenildiği görülür. Bu bölümde eklenen yeni bakış açısı, Nam Sook-hee’nin erkek egemen dille dalga geçtiğini gösterir. Bu sahnede küçük Leydi’nin üzerinde kırmızı kimono bulunmaktadır, tıpkı akıl hastanesine girerken Nam Sook-hee’nin üzerinde olduğu gibi. Japon kültüründe gençlik, güzellik, aşk ve tutkunun sembolü olan kırmızı kimono, ikili arasındaki aşk ve tutkunun da simgesine dönüşür. Leydi Hideko’nun kendisiyle evleneceğini düşünen Kont Fujiwara, iki kadının kaçışına yardım ederken, avcı iken av olacağını düşünemez. Kont, tuzağa düşürmeyi planladığı kadınlar tarafından tuzağa düşürülür.
Kont Fujiwara’nın verdiği afyon ile onu uyutan Leydi Hideko, Nam Sook-hee ile kaçar. Kendisine geldiğinde üzerinde pantolonu olmadan, savunmasız bir şekilde yerde yatan Kont Fujiwara, Leydi Hideko yerine Kouzuki’nin adamlarını başında görür ve onlar tarafından kütüphanedeki mahzene götürülür.
Mahzen karanlık bir hapishane gibidir. Burada kavanozların içinde kesilmiş uzuvlarla birlikte büyük bir akvaryum içerisinde bir ahtapot görülür. Bir korku figürü olarak yerini alan ahtapot, filmde daha önce gösterilen, Japon sanatçı Hokusai tarafından yapılan zoofili çalışma “tako to ama”yı imler. Hokusai’nin eserinde genç bir kadının iki ahtapotla cinsel ilişkisi gösterilmektedir.
Kont Fujiwara’ya sadistçe işkence yapan Kouzuki amca, onun penisini kesmek üzere iken, Kont sigara içmek için izin ister. İçinde cıva olan sigaranın dumanı her ikisini de zehirlerken, paralel kurguda peri masalını çağrıştıran bir atmosferde bir geminin güvertesinde kadınlar görülür. Erkek egemen dünyaya ait siyah eldiven, nikah yüzüğü ve takma bıyığı denize atan kadınlar, başka türlü bir dünyanın mümkün olabileceğini imler. Biraz sonra Park Chan Wook, erkek egemen düzenin cezalandırmak için kullandığı metal topları, zevk aracına dönüştüren iki kadının yakınlaşmalarını onları birer cinsel nesneye dönüştürmeden göstermeyi başarır.
Üç farklı bakış açısı ile anlattığı filminde farklı bakabilmenin mümkün olduğunu imleyen yönetmen, filminin finalinde erkekleri cezalandırır. Kendi arzu ve tutkularının peşinden giden kadınların, kendi kaderlerinin kontrolünü ellerine aldıklarını ve yaşamın pasif birer gözlemcisi olmadıklarını da göstererek, onların bu cesaretlerini ödüllendirir.
Öteki Sinema için yazan: Zehra Yiğit