nihavend_mucize_1997_1Nihavend Makamı; yani birçok güzelliğin birbirine karıştığı makam. Aynı, Atıf Yılmaz’ın fantastik öğelerle süslü, yer yer gülümseten, finaline doğru ise derin düşüncelerine gark eden Nihavend Mucize filmi gibi. En baştan dile getirmek gerekirse bu film tam bir insanlık hikâyesi…

Öteki Sinema için yazan: Polat Öziş

Saplantılarından dolayı sadece kendi hayatını değil, çevresindekilerin hayatlarını da cehenneme çeviren bir adamın yaşadıkları. Ee yönetmenlik koltuğunda da Atıf Yılmaz gibi sinemamızın en büyük ustalarından biri oturduğu zaman böylesi bir hikâye tadından yenmez bir hal alıyor. Ona harikulade oyunculuklarıyla yardımcı olanlar ise Türkan Şoray, Haluk Bilginer, Lale Mansur, Şükran Güngör ve o dönem yeni yeni parlamaya başlayan; günümüzün popüler isimlerinden Beyazıt Öztürk oluyor.

Erol (Haluk Bilginer), uzun yıllar önce kaybettiği annesinin eksikliğini hala hisseden orta yaşlarda bir adamdır. Ortağı Nejat (Beyazıt Öztürk) ile birlikte bir film şirketi işleten Erol, annesinin ölümünden itibaren süregelen mutsuzluğunu olduğu gibi tüm çevresine taşımaktadır. Bu durumdan en çok etkilenen de sevgilisi iris’tir (Lale Mansur). Ancak bir gece ansızın annesi Suzan (Türkan Şoray) öldüğü yaşta dünyaya geri döner. Neredeyse annesiyle aynı yaşlarda olan Erol, bu durumu kimseye açıklamayacağı için annesini çevresine teyzesi olarak tanıtır ve kendini bir anda bambaşka bir hayat akışının içinde bulur. Bu durum en başta Erol’un tüm mutsuzluğuna çare olacakmış gibi dursa da aslında onu daha karmaşık bir halet-i ruhiyenin içine sokar.

Oedipus Karmaşası ya da en yalın haliyle söylemek gerekirse ebeveyni fazlaca sahiplenme durumu, ilk defa Psikanalitik Kuramı’nın kurucusu Sigmund Freud tarafından dile getirilmiştir. Freud’un Yunan Mitolojisinde babasını öldürüp annesi ile evlenen Oedipus’tan esinlenerek ortaya koyduğu bu kurama göre; erkek çocuk, ilk aşkı olan annesine karşı oldukça korumacıdır ve başta babası olmak üzere annesinin hayatındaki tüm erkeklere düşmanca yaklaşır. Bunun neticesi olarak da bu erkek çocuk ilerleyen yaşlarda başka bir kadına âşık olmakta zorlanır yahut her kadında kendi annesini arar. Kısacası, Nihavend Mucize’nin merkezinde yer alan Erol olurlar. O, biraz da annesinin ölümü sonrası bu durumu daha şiddetli yaşayıp, annesini hayatının her anında yaşatan ve bu durumun bir getirisi olarak da mutluluğu sadece annesinin anılarında bulan bir adamdır. Annesiyle yatıp, annesiyle kalkan Erol onu kaybetmesinin üzerinden 25 yıl geçmesine rağmen hala tüm kadınlarda onun şefkatini aramakta ve bu da başta cinsel hayatı olmak üzere ona her alanda apayrı zorluklar yaşatmaktadır. Oedipus Karmaşası bir noktadan sonra kulağa ensest bir ilişkiyi çağrıştırsa da durum Erol’un özelinde bambaşkadır. Çünkü o annesini henüz çocuk yaşlarda kaybettiği için, büyüyememiş ve annesini gözünde Tanrılaştırmış bir adamdır. Bu da her kadında annesini aramasına ve annesini çağrıştıran en ufak olguya tapmasına neden olur. Keza sevgilisi İris ve bir geceliğine hayatına giren Sabina’yla olan diyalogları, Erol’un kadınlara yaklaşımını betimleyen unsurlar olarak hikâyeye dâhil edilmiştir. Onun hayatına bulaşan tüm kadınlar, aslında onun annesine olan sevgisini ve annesini ne kadar ilahi bir kavram olarak gördüğünü anlamamız konusunda bize yardımcı olur. Nitekim annesinin ölümünden dolayı babasını suçlu tutması ve ona düşmanca yaklaşması da hikâyenin içindeki Oedipus Karmaşası’nı destekler.

Nihavend Mucize

Hikâyenin bize anlatmak istediği noktaya ise film bizi adım adım götürüyor. Bu şekilde; yüksek doz yüklemesi yapmadan, kendi içerisinde eksik bir nokta bırakmayacak şekilde anlatısını güçlendiriyor. Türkan Şoray hikâyenin içine dâhil olana kadar, Erol’un kendi gözünde Tanrılaştırdığı annesine tanıklık ediyoruz. Ancak annesinin mucizevî bir şekilde dünyaya geri dönmesinden sonra, Erol’un cehenneme çevirdiği hayatına, hayatlara tanıklık etmeye başlıyoruz. O annesinin yokluğunda çocuk kalmış bir adam olarak, aslında yıllardır annesine sarılıp, büyümenin bir yolunu arıyordur. Annesini bulamadığı her anda, kendisi başta olmak üzere çevresindeki her insana ayrı ayrı eziyet çektirir. Aslında Nihavend Mucize; hayatta yaptıklarımızla cennet ve cehennemi bu dünyada yaşarız diyen hatta bir adım ötesine giderek kendi bildiği yoldan hayatınızı cehenneme çevirmeyin diyebilmeyi başaran bir film. Evet, Erol çocukluğundan beri annesinin yokluğunu çok fazla hissetmiştir. Bunu Oedipus Karmaşası ile de açıklayabiliriz bir çocuğun özlemini çektiği anne şefkati ile de. Ancak hayatımızda takıntı haline getirdiklerimiz, bizi daha bencil bireyler yapmaktan öteye götürmüyor. Hayatta bize bahşedilen güzelliklerin değerini bilmeden, saplantılarımız içinde kaybolmamıza neden oluyor. Aynı Erol gibi. Film ise bize bu noktaya öylesine sağlam adımlarla götürüyor ki, Atıf Yılmaz adeta izleyenlerin beyninin içine içine saplantılardan kurtulma düşüncesini nakşediyor. Tam da bu yüzden filmi, fantastik temalı bir toplumcu hatta insan merkezli bir film olarak betimleyebiliriz.

Nihavend Mucize’nin her bir sekansının, hikâyenin bütüne hizmet ettiğini dile getirebiliriz. Neredeyse gereksiz hiçbir ayrıntının bulunmadığı filmin senaryosu bu açıdan hayranlık uyandırıyor. İlk bakışta bir fantastik hikâye olarak değerlendirebileceğimiz film bu sayede çıtasını çok daha yükseğe koymayı başarıp, adeta sosyal içerikli bir film oluyor. Suzan’ın yeryüzüne geri dönmesi, değişen dünya düzeni hatta unuttuğu dünyevi zevkleri hatırlamak isteyişinin hepsinin altında, oğlunun içinde bulunduğu kaotik ortamı tabir-i caizse bir cennete çevirme arzusu yatar. Oğlunun çağrılarına dikkat kesilip, dünyaya geri döndüğünü söyleyen Suzan, bu sayede hem eline geçen fırsatı en iyi şekilde kullanıp kendi durumunu eğlenceli bir hale çevirir hem de bir anne için en önemli varlık olan oğlunun hayatını gizliden gizleye düzene sokmak için çabalar.  Sonuçta bir anne olarak oğlunun ona karşı beslediği hayranlığın ve bağlılığın en çok o farkındadır. Önce Erol’un babası ile arasını düzeltmesini sağlar, daha sonra ise onu en iyi şekilde emanet edebileceği kız arkadaşı İris ile arasını yapar. Çünkü o, ölü bile olsa bir annedir. Hikâye bu şekilde anne-oğul arasındaki ilişkinin ölümsüzlüğünü izleyenlere tekrar tekrar hatırlatır.

Filmi Atıf Yılmaz sinemasının özelinde değerlendirdiğimizde; yönetmenin bir kez daha günlük hayat ve fantastik unsurları bir araya getirdiğini görüyoruz. Onun sinemasında en baştan yaratılan ütopik bir dünya yoktur. Atıf Yılmaz, sıradan hayatların merkezine yerleştirdiği doğaüstü olaylarla bir nevi sıradanlıktan beslenir. Aahh Belinda’da bir tiyatro oyuncusunun boyut değiştirmesi, Arkadaşım Şeytan’da ise bir müzisyenin hayatının içine Şeytan’ın dâhil olması ile başkalaşan hayatlarına yönelen Atıf Yılmaz, bu sefer ise bir film şirketi sahibinin hayatının merkezine götürür izleyenleri. Yönetmenin; sıradanlıktan ve hayal gücünün ötesinden beslendiği bu formül onun filmlerinin tek bir tema içerisinde değerlendirmemizin önüne geçer. Bu nedenle Atıf Yılmaz’ın en dar hatlarıyla fantastik olarak nitelendirebileceğimiz filmleri; yer yer komiktir, yer yer absürttür, yer yer de dramatiktir. Nitekim Nihavend Mucize, saplantılardan kurtulup, hayatın güzelliklerine ulaşmayı öğütlerken bunu mistik olaylar ve eğlenceli atmosferi ile birlikte yapıyor. Böylelikle filmin sırtını dayadığı alt metni, izleyenlere daha güçlü bir şekilde aktarılıyor.

Nihavend Mucize’nin oyuncu seçimi ise, hikâyenin anlatısını güçlendiren bir başka unsur. Film, Türk Sineması’nın Sultan’ı olarak nitelendirilen Türkan Şoray’ın adeta olgunluk eseri.  Yılların tecrübesi ile birlikte tüm feminen tarafını filme aktarmayı başaran “Sultan” şüphesiz filmin en büyük şansı. Hem de onu modern zamanlarda bu denli aktif ve kadınsı olarak gördüğümüz son filmi. Türkan Şoray’ın oğlu rolündeki Haluk Bilginer ise Erol’un içinde bulunduğu kaotik durumu ve çocuksu ruhu oldukça başarılı bir şekilde harmanlıyor. Ayrıca Türkan Şoray ile karşılıklı oynamanın verdiği zorluğun üstesinden de hakkıyla kalkıyor. Atıf Yılmaz’ın oyuncu seçimindeki sürpriz sayılabilecek tercihi ise dönemin yeni parlayan yıldızı Beyazıt Öztürk. 1988 yapımı Arkadaşım Şeytan filminde de yine o dönemin popüler isimlerinden Mazhar Alanson’u ilk defa kamera karşısına geçiren Atıf Yılmaz, bu sefer Beyaz’a sinema perdesinde olma şansını tanıyor. Nitekim Beyaz da Çapkın Nejat rolüyle düz bir çizginin üzerinde giderek kendisine güvenen Atıf Yılmaz’ı mahcup etmiyor.

Orta yaşlardaki bir adamın saplantılı bir şekilde bağlı olduğu ölmüş annesinin, doğaüstü bir şekilde dünyaya geri dönmesinin hikâyesi olan Nihavend Mucize, dünyevi zevklerin önemini başından sonuna kadar vurgulayan; bencillikten arınıp, karşımızdaki insanların duygularını da önemsememiz gerektiğini öğütleyen bir film. Atıf Yılmaz son kez fantastik bir hikâye için kamera arkasına geçerken, öykü anlatış tarzı ile bir kez daha hayranlık uyandırıyor. Sinemamızın değeri anlaşılmayan önemli yapımlarından biri olan film, gerek anlatısıyla gerekse anlatılış tarzıyla her dönem zevkle izlenebilecek filmlerden biri olarak hala dikkat çekiyor.

blank

Polat Öziş

1992 İzmit doğumlu… Küçük yaşlarda tanıştığı Yeşilçam filmleri sayesinde sinema en büyük tutkusu oldu. Sonrasında ilginç bir şekilde Muğla’ya İktisat okumaya gitse de tutkusundan vazgeçemedi ve sinemayla ilgili çalışmalar ortaya koymaya başladı. İzledi, düşündü, çekti. Sonunda ise filmler hakkında yazmaya başladı. Film Arası Dergisi, Film Hafızası ve Öteki Sinema’da çok sevdiği filmler hakkında yazmaya devam ediyor.

Bir yanıt yazın

Your email address will not be published.

blank

Öteki'den Haber Al

Buna da Bir Bak!

Celal Tan ve Ailesinin Aşırı Acıklı Hikayesi (2011)

Bazı yönetmenler sizi öyle çok zorlar ki, filmlerini ya çok
blank

Yılmayan Şeytan (1973)

Yılmayan Şeytan, Fantastik Türk Sineması severler için eşi benzeri bulunmaz