Fantastik sinemanın kalesi Öteki Sinema’da, bu hafta vizyona girecek yerli korku filmi olan Azap’ın yönetmenleriyle söyleştik. Filmle ilgili merak ettiğimiz soruları onlara sorduk ve geciktirmeden okurlarımızla paylaşmak istiyoruz.
Çocukluğumuzda uslu bir çocuk için bize anlatılan öcü hikayelerinde cinler başı tutar. İnsanları kaçırıp onlarla evlenen cinlerin hikayelerini hepimiz korkarak dinlemişizdir. İki genç sinemacı, Dilek Keser ve Ulaş Güneş Kacargil, birlikte çektikleri 2. uzun metraj filmde bu tür bir kabus hikayesini peliküle aktardı. Şimdi gelelim sorulara…
Türk sinemasında birlikte çalışan yönetmenlere pek rastlanmaz ama siz ikinci filminizde de birliktesiniz. Bunun avantajları-dezavantajları nelerdir?
Dilek Keser – Birlikte çalışmanın her projeye etkisi farklı oluyor. Diğer projede, kendi içimizde farklı rol dağılımları yapmıştık. Bunda biraz daha farklı… Ama genel olarak birlikte çalışmak, projeye daha nesnel bir bakış açısı kazandırıyor. Projeye daha fazla dışardan bakma imkânı sağlıyor.
Ulaş Güneş Kacargil – İlk filmde teknik taraf daha Dilek’teyken, oyuncu yönetimi ve mizansen daha bendeydi. Bunda ise karakter karakter, mekan mekan ayırdık. Ama bu birbirimizin alanlarına girmeyeceğiz demek değil tabi. Neticede iki farklı iş yapan değil, kafa kafaya verip, tartışıp, karar veren yönetmenleriz.
D.K. – Film için tercih ettiğimiz her seçimi (bazen oyuncu tercihi, bazen bir aksesuar vs…) tekrar tekrar konuşuyor oluyoruz. İyi veya kötü yönlerini, kendi öznel bakış açımızın sebeplerini irdeliyor oluyoruz. Bu bazen yorucu bir sürece de dönüşüyor. İşte bu noktada dezavantajlar oluşuyor. Biz pek hissetmesek de bizimle çalışan kişiler için de bazı dezavantajları var galiba. Çoğu asistanlar tek yönetmenle çalışmaya alışık oldukları için hangimize neyi soracaklarını şaşırıyorlar; ya da nasıl bir yöntemle çalışacaklarını. :)
İlk filminiz, Evdeki Yabancılar, Azap’tan çok farklı olarak “festival filmi” olarak nitelendirdiğimiz bir yapım. İlk kez bir korku filmi çekiyorsunuz, nasıl bir deneyimdi?
D.K. – Festival filmiyle korku filminin dinamikleri birbirinden oldukça zıt. Ama farklı bir tür denemek bizim için yeni bir serüvendi. Nasıl ki bir oyuncu çok farklı karakterleri oynamak istiyorsa biz de yönetmen olarak farklı türleri denemek istiyoruz.
U.G.K. – Yönetmen ve/veya senarist olarak iyi bir korku, komedi, dram, vs. yapabileceğini denemeden bilemezsin. Kariyerimiz uzun olur da birçok türü deneyimleyebilirsek, belki o zaman deriz ki, biz sadece şu türde film yapacağız.
D.K. – Projeyi oluşturma, çekme aşaması oldukça farklı bir deneyimdi. Toplum olarak nelerden ve neden korktuğumuzu araştırdık. Genel olarak korku filmleri izlerdik ama son dönem Türk sinemasının korku örneklerinin hepsini izlememiştik, bu süreçte hepsini izledik. Çeşitli okumalar yaptık. Tüm bunlar biraz gerilimli bir film yapma süreci getirdi. Bunun ruh halimize de yansıdığını düşünüyorum. Olur olmadık şeylere korktuk. Sayısını hatırlayamayacağım kadar garip tesadüfler yaşadık.
Türk sinemasında yılsonuna kadar çekilmiş-gösterilmiş korku filmi sayısı 22’yi bulacak. Geçtiğimiz yıl bu türde 10 film çekilmişti. Giderek artan bu üretimi neye bağlıyorsunuz?
U.G.K. – Bu üretimin artmasının temel sebebi, bir izleyici kitlesinin oluşmuş olması. Maalesef sinema izleyicilerinin neleri izlemekten hoşlandığına dair bir araştırma, istatistik düzenimiz yok. Ve bu ihtiyaçlara göre film üreten bir sektör de yok. Herkes el yordamı ile iş yapmaya çalışıyor. Bu karmaşık düzen içinde kendini en net belli eden korku izleyicisi oldu. Bu yüzden onlara yönelik yapılan filmler de arttı.
D.K. – Ama nicelik artarken, nitelik artmıyor ne yazık ki.
Türk korku sinemasının favori teması; cinler âlemi… Azap’ta da yine bu türden bir hikâye var. Gerçekten de biz sadece 3 harflilerden mi korkuyoruz?
U.G.K. – Sadece onlardan korkmuyoruz ama kendi kendimizi çok eleştiriyoruz. Yabancı bir dizi veya sinema filmindeki bir konuyu, fenomeni izlemeye bayılan seyirci Türk sinemasında yapılınca ya da yapılsa hemen kötülüyor ve Hollywood’la kıyaslıyor. Ama imkanlarının onlarla bir olmadığı gerçeğini görmüyor ya da bilmiyor. ‘Ne güzel bizde de deneniyor böyle şeyler’ demiyor. Hal böyle olunca, sen de kendi kültüründen bir şeyler tercih etmek zorunda hissediyorsun kendini. Çok büyük çoğunluğu müslüman olan bir ülkede de hayalet, ruh, vs. gibi kavramlara yönelemiyorsun, zira o gibi inançlar yok.
D.K. – Anadolu’da üç harflilerin hikayeleri oldukça yaygın. Ve her nesil, çocukluğunda bu hikayeler ile büyüdü ve büyütülmeye devam ediyor. İnanç sistemimizin de katkısı büyük. Vampirler, zombiler bizim korku dünyamıza ait öğeler değil. Bu tarz hikayeleri hep Hollywood dan izlemeye alışkınız. Kendi kültürümüzde yeri olmadığı için de yapılmıyor.
Filminizdeki başkarakter, atanamamış bir öğretmen… Bir korku filminin sırtını toplumsal bir sıkıntıya dayaması ilginç, bu fikir kimin aklına geldi?
D.K. – Filmin türü ne olursa olsun, senaryo yazarken, gerçeklik öğesinin kurallarını bozmamaya çalışıyoruz. Bu ülkeye ait bir film yapıyorsanız bu ülkenin gerçekliği içinde olmalı. Toplumsal sorunlar da hayatımızın her anında yanı başımızda olduğu için, korku filmi yaparken bile karşımıza çıkıyor. Bu durum Ulaş Güneş’in fikriydi.
U.G.K. – Evet, türü ne olursa olsun, yaptığımız filmin içinin dolu olmasına gayret gösteriyoruz. Didaktik bir şekilde olmadığı müddetçe, içine toplumsal bir sorunu da yedirebildiysek ne güzel… Çünkü her film tarihi bir belge bir tarafıyla da…
Gerçekten böyle bir köy var mı? Filmi nerede çektiniz? Bilelim de gitmeyelim diye soruyorum.
D.K. – Çekimlerin yapıldığı köy Kütahya’nın Tavşanlı ilçesine bağlı Üyücek köyü. Ama köyde birebir yaşanmış böyle olaylar yok. Ahmet Uluçay filmlerinin hep tekinsiz bir mekan duygusu vardır. Bu film için mekan araştırmaya başladığımızda, aklımızda hep Tavşanlı’nın köyleri (Ahmet Uluçay’ın yaşadığı ve filmlerini çektiği yer) gibi bir yer olmalı diyorduk. Mekan araştırmalarının sonucunda da Üyücek’e karar verdik.
U.G.K. – Üyücek küçük ve sevimli bir dağ köyü. Yeni yapılanma olmadığı için estetik anlamda mahvolmamış. Ülkenin her yeri inşaat alanına hızla dönüşüyorken ve Üyücek bundan daha nasibini almamışken gidin bence. Gidin ve güzel atmosferini yaşayın, geceleri bu filmi anın :)
Azap oldukça sert korku sahnelerine sahip, filme yaş sınırlaması geldi mi? Türk korku filmlerinde bu tür sahneler genelde ima edilir ama siz özellikle okul sekanslarında başarılı grafik şiddet sahneleri çekip göstermişsiniz. Henüz gösterime girmemiş Baskın filminden sonra izlediğim en şiddet dozu yüksek yerli korku filmdi. Buna nasıl karar verdiniz?
D.K. – Filme +15 yaş sınırlaması geldi. Genel olarak korku filmlerinin hepsi bu yaş sınırlamasında vizyona giriyor. Filmin ritm duygusu, film yaparken dikkat ettiğimiz öğelerden biri. O yüzden izleyiciyi bir noktaya kadar gerip, o korku anına hazırlıyor oluyorsunuz. Ama hazırladığınız ana taşıdığınızda da vaat ettiğiniz korku öğesini vermeniz gerekiyor. O yüzden film içinde korkutucu sahneler var. Ama bunu çok fazla tekrar ederek, izleyici alıştıracak veya rahatsız edecek bir boyuta getirmemeyi amaçladık. O yüzden dozunda korkuttuğumuzu düşünüyoruz.
U.G.K. – Daha izlemedik ama Baskın da güzel bir filme benziyor, yolu açık olsun. Dilek’in dediği gibi ritm çok önemli bir unsur, hani hep kalp grafisine benzetiriz ya. Seyirciyi uygun bir şekilde gerip, doğru yerlerde o ritmin hem sıklaşması, hem de artması gerek.
Korku filmi çekmeye devam edecek misiniz?
D.K. – Korku filmi de çekmeye devam edeceğiz, farklı türlerde de filmler çekeceğiz.
Sizin en sevdiğiniz korku filmi hangisi?
U.G.K. – Buna tek bir filmle cevap vermek çok zor, birkaç film saymakta fayda var. Türk korku filmlerinden Ammar, Siccin, Musallat sevdiklerimizden. Yabancılardan ise, daha çok gerilim filmlerini seviyoruz sanırım. Örneğin, Rosemary’nin Bebeği ve Kiracı oldukça başarılıdır.
Filmleri izlerken korkuyoruz ama set ortamı nasıldı? Sette de korkunç şeyler yaşanıyor mu? Dabbe filmlerinin yönetmeni Hasan Karacadağ seti cinlerin bastığını söyler, sizde de oldu mu böyle enteresan olaylar?
D.K. – Garip terslikler oldu. Ama her film seti, oluşan terslikleri çözme sanatı gibidir. Yani komedi çekerken de terslik oluyor. Bu sadece korkuya has bir durum değil. Daha önce de değindiğim gibi garip tesadüfler, benzerlikler oldu. Her gün seti engelleyecek bir durum yaşandı. Ama biz bunları cinlere bağlamadık. Sanat ekibi, etleri kurtlandırmak için çekim yaptığımız evin bahçesine et ve kemik gömmüştü. Sete bir geldik, gece köyün tüm köpekleri kazmış ve tüm kemik ve etleri yemişler. Etrafı sinek ve pire basmıştı.
U.G.K. – Yıllar önce bir filmin galası yandığında üç harfliler dediler. Böyle şeylere gerek yok. Kurmaca bir film yapıyorsunuz, filmin kendi içindeki gerçeklikte gerip korkutabilirseniz başarılı olmuşsunuzdur, ekstra bir ‘çaba’ bizce sevimsiz.
Dilek Hanım, fantastik sinemada kadın yönetmenlere pek rastlanmaz ancak bu yıl Vesvese: Cin Tuzağı’nı çeken Sümeya Kökten’den sonra siz ikincisiniz. Bir kadın yönetmen olarak korku filmi çekmek nasıl bir duygu?
D.K. – Benim için senaryoyu yazarken korkutucu ama filmi çekerken keyifli bir süreçti. Korku dünyasının hayal gücünüzü ve deneysel olarak adlandırabileceğimiz farklı teknik ve estetik unsurları kullanmanızı sağlayan bir yapısı var. O yüzden çok fazla farklı yöntem deneyebiliyorsunuz. Çekim aşamasında da post aşamasında da. Set artık işin uygulama kısmı olduğu için, o duruma konsantre bir şekilde çalışabildim.
Ama senaryo aşamasında; farklı boyutlar ve evrendeki farklı varlıklar üzerine araştırma yapıyor olmak, duygusal bir insansanız çabuk etkileniyor ve kabuslar görmeye başlıyorsunuz. İlk başta bu anlamda kendimi fazla kaptırmıştım. Sonra senaryo şekillendikçe daha gerçekçi bakmaya başladım.
U.G.K. – Korkuyu atlattı belki ama çekerken iğrendi. :)