Aziz Alaca ile tanışıklığımız öğrencilik yıllarımızın başlarına dayanıyor, o zamanlar sinema hayatlarımızda bu denli yer etmemişti. Sonra araya giren yıllar ve bir gün Ankara’da bir festivalde karşılaşıp, bu kez sosyal medyanın da gücüyle tekrar iletişim yılları. Aziz Alaca, belgeselleri dışında iki kısasıyla yer etti hayatımızda: Göl Kenarı ve Kruvasan. Kruvasan, daha modern bir dil barındırıyor, iki mağdur ruhun acemice bir araya gelme hikayesi, başarılı, samimi ve Aziz’in dediği gibi politize bir şekilde ilerliyor. Sorularımı kendisine ilettim.
Öteki Sinema için söyleşen: Banu Bozdemir
Merhaba Aziz, öncelikle seni kısaca tanıyalım!
Merhaba, çok uzun yıllardır film yapma heveslisi bir insanım. İTÜ Bilgisayar Mühendisliği mezunuyum. Uzun süre şartların olgunlaşmasını bekledim ama hiçbir şey olmayınca şartları kendim olgunlaştırmaya karar verdim. 2019’da Germiyan’ın Renkleri belgeseli ile önemli birkaç festivale katıldım. 2020’de BluTV için Ankara Havası isimli 4 bölümlük bir belgesel dizisi yaptım. Ama kurmacaya olan ilgim daha fazlaydı. Bu yüzden 2021’de Göl Kenarı ile çok sayıda festivale katılma şansını yakaladım. 2022’de Köstebekler isimli bir uzun metrajı çekmekten son anda döndüm, artan enflasyona yakalandık açıkçası. 2023 başında Kruvasan kısa filmimi yaptım. 2023 Haziran ayında da ilk uzun metrajım olan Tek Başına filmini çektim. Halen bu filmin post prodüksiyonu devam ediyor. 2024 bahar aylarında vizyona girmek istiyoruz. Bu aralar da gerilim öğeleri de barındıran bir çocuk filmi yazıyorum.
Biraz ilk kısa filmin Göl Kenarı’ndan bahsedelim, gerçi iki kısa filminde de bariz olan şey kadın erkek ilişkileri ve sonunda mutsuz ve hayal kırıklığı yaşamış bir kadın… Tesadüf mü oldu, yoksa biraz bu konuyu mu irdeliyorsun?
Merhabalar, sanırım biraz tesadüf. Haklısın Göl Kenarı da Kruvasan da ilişkiler üzerine, hatta mutsuz ilişkiler üzerine oldu. Bu konuya özel bir ilgim yok. Ama aslında Kruvasan’da böyle bir ilişki ve yalnızlık temaları görünür olsa da şehir mimarisi ve modern insan üzerinden biraz da politik bir yönü var. Ama bu yaz çektiğim ilk uzun metrajım bir müzik ve gençlik filmi. Ya da şu an bir çocuk-gerilim filmi yazıyorum. Sanırım farklı tarzlarda film yapmak hoşuma gidiyor.
Göl Kenarı Antakya’da çekilmiş bir film, bunu çekerken de konuşmuştuk ama niye orada çekmiştiniz?
Göl Kenarı aslında 2017-18 de yazdığım bir uzun metrajdan koparılarak oluşturulmuş bir senaryoydu. Uzunu çekmek finans açısından pek mümkün değildi, hem de kendimi biraz sınamak istedim bir kısa ile. Neden Antakya’da çektik? Filmin çok da büyük olmayan ama kırsal da olmayan, dokusu olan bir şehirde geçmesini istiyordum. Aklımda Diyarbakır, Mardin veya Hatay vardı. Çekimlerden önce Diyarbakır ve Mardin’i görmüştüm ama Hatay’ı hiç görmemiştim. Mardin fazla turistik geldi, Hatay’ın fotoğraflarını filan görünce orada karar kıldık.
Bir kasaba bir de şehir filmi, kadınların ifade olarak sessiz/sesli olması çok da fark etmiyor, hikayelerin yönü aynı tarafa kayıyor gibi…
Filmleri karakterlerin cinsiyetleri üzerinden tartışmayı doğru bulmuyorum. Bunu söylemek isterim öncelikle. Ama şunu da belirteyim, kısa filmlerin tek alıcısı festivaller ve festival izleyicileri. Böyle olunca filmi buna göre tasarlamak gerekiyor, en azından ben bu yöndeki damarımı belirgin hale getiriyorum. Neşeli biten bir festival filmi, kısa veya uzun, hatırlamıyorum.
Kruvasan daha modern bir dil barındırıyor ama daha fazla yalnızlık içeriyor. Artık nasıl bir şehirde oturduğumuzdan, bellek tutamama durumuna kadar detaylar barındıran Kruvasan aslında tanıdık ama leziz anlatımlı bir film olmuş. İş (yani senaryo) buraya kadar nasıl geldi?
Filmle ilgili sorulara geçmeden önce filmin fedakar yapımcısı Zöhre Koçkan Çelik’e, oyuncularımız Nurcan Şirin, Bora Karakul, Mahir Berkant Varol ve Cem Sertel Çırdaklı’ya, kamera arkasında Iman Tahsin, Sara Nasrabadi, Amir Mohabbati ve Manolya Maya’ya teşekkür etmiş olayım.
Sorunla ilgili olarak şunları söylemek isterim: Filmin sonunda jenerikte de belirttim, öykü aslında 90’larda çekilmiş bir kısa filme dayanıyor. Ancak filmi bana aktaran kişi de ne filmin yönetmenini ne de adını hatırlıyordu, ben de bu filmi izleyemedim. Ama bir kadın ve bir erkeğin tanışmalarını ve şehrin mimari yapısı nedeniyle birbirlerini kaybetmelerini, hem romantik hem de politik tarafları olan bir öyküye dönüştürmeyi ve çekmeyi, hep aklımdan geçirdim açıkçası. Öyküyü dinledikten 20 yıl sonrasına kısmetmiş.
Filmin atmosferini oluştururken modern bir şehir filmi kurmak istedim. Ekran bölmeleri, dudakların oynamadığı diyaloglar, aktif bir müzik kullanımı, doğrusal zamanın kırılması gibi şeyleri denemek istedim. Yine yeşil ve sarıya dayanan radikal bir renk paletini baştan tasarladım. En zorlandığım nokta karakterlerin aralarındaki konuşmayı “kruvasan” ile ilişkilendirmek oldu. Burada da “ben kruvasan severim”, “ şuranın kruvasanı harikadır” gibi bir montaj diyalog yerine kadın karakterin bir fantazyasını yaratmaya çalıştım. Bu da aklıma Sil Baştan filmini izlerken geldi. Zaten filmin birkaç görüntüsünü de kullandım.
Burada erkeğin de mağduriyeti söz konusu. Belli ki onun da hayatında yolunda gitmeyen ilişkiler olmuş ve kadının duygusuyla ortak gitmeye çalışıyor ama şehir buna izin vermiyor ya da tüm yükü şehre atmak doğru mu?
Güzel bir soru, teşekkür ederim. Herkes hayatında “gerçek olamayacak kadar güzel” hissini bir kez yaşamıştır. Zaten gerçek de olmaz, bir rüya, bir ütopya olarak kalır. Ayrılık olmasa bile ilk anki büyü hızla bozulur. Ayrılık olduğunda ise karabasana dönüşür. Bazen de mutsuzluğun sebebi modernitedir, hatta bizim gibi ülkelerde devlet aygıtıdır. Louis Aragon’un sözü geldi aklıma: “Mutlu aşk yoktur.”
Bir yandan da Sil Baştan filmine selam çakıyorsun, onun ilham kaynağı noktasında etkisi nasıl oldu?
Az önce de söylemiştim, Sil Baştan ile diyalogları “kruvasan” temasına getirmek için kullandım, bir fantazya olarak. Bunu birçok başka filmle de yapabilirdim tabii ki ama Sil Baştan’ın ifade ettiklerinin filme yakın olduğunu hissetim. Karakterler de yakındı, içe kapanık bir erkek, daha açık bir kadın ama ikisi de yaralı. Kruvasan’daki karakterlerin bu filmi ezbere bilmeleri, hatta fantazyalarına ilham etmeleri onların iç dünyasını da ele veren bir durum. Sil Baştan filminin karakterlerinin, destekleyici bir popüler kültür figürü olduğunu düşündüm.
Senaryo yazarken “çatışma” yaratmayı, zıt şeyleri bir araya getirmeyi seviyorum. Öykünün en başında karakterlerden birini içe kapanık, diğerini fazlasıyla dışa dönük ama ikisini de yaralı kurmaya karar vermiştim. Erkek karakteri dışa dönük yapmak fazla klişe kalacaktı, kadını buraya çekmeye karar verdim. Böylece politik doğruculukla gelecek eleştirileri de bertaraf etmiş oldum sanırım.
Kısa filmin senin için motivasyonu nedir, sonuçta maddi ve manevi yükümlülükleri çok, bir de üstüne üstlük bazı festivallerde kısa film ibaresi geçmesine rağmen, kısacılar olmuyor ya da film gösterimi olmuyor?
Bir kısa film festivalinin aslında o şehrin belediye başkanı ve vali, rektör gibi ileri gelenlerini bir “sanat” etkinliği ile bir araya getirmek ve biraz da para kazanmak için yapıldığını düşünüyorum. Yanlış anlaşılmasın, gerçekten bir sinema etkinliği yapmaya çalışan festivalleri ayrı tutuyorum. Bunun yanında Antalya, İstanbul, Ankara, İzmir, Akbank gibi sayıları 10 civarında olan iyi festivallerimiz de var. Ülkemizde festival yapmak da kolay değil. Maalesef sayıları giderek azalıyor, ifİstanbul, Malatya, Boğaziçi gibi festivaller ya sonlandı ya da başka bir mecraya dönüştü. Antalya’nın bile ne olacağı soru işareti.
Bir sinema etkinliği olmaya çalışan ama eksikleri olan festivalleri çok fazla eleştirmek istemiyorum. Ama kısacıların pahalı bir otel yerine sadece ”saygı” görmek istediklerini çok iyi biliyorum. Bazen iyi festivaller bile filmi seçiyor, bir mail atıyor seçkiye alındığınıza dair, sonrasında doğru bir iletişim yürütülmüyor. Veya yönetmenlerin manevi ihtiyaçları çok da fazla gözetilmiyor diyebilirim. Bunu kısacılar olarak kendi aramızda da çok konuşuyoruz ama bir baskı unsuru olma gücümüz yok. Bazı festivaller kötü niyetten değil, bilmemekten hatalar yapıyor. Haklarımızı savunacak, bizi bir araya getirecek bir oluşumun ihtiyacını birçok arkadaşım gibi ben de hissediyorum.
Tüm bunlara rağmen yılda 20 kadar teknik ve estetik açıdan başarılı film üretiliyor ülkemizde. Yine bunların içinden 5-6 tanesi dünya standartlarında işler oluyor. Biraz iddialı olacak ama bu kısalardaki yönetmenlik becerilerinin, artistik dilin birçok uzun metraja göre çok daha olgun, renkli, cesur olduklarını düşünüyorum.
Ankara Film Festivali’nin kısa filmlere gösterim anlamında özen gösterdiği aşikar, seanslar da dolu dolu geçti. Bu anlamda bir nevi ev sahibi olan festivalde yer almak senin için nasıl bir deneyimdi, nasıl geçti, neler hissettin?
Ankara’ya gönderdiğim sanırım 4. projem ile festivalde yer almayı sonunda başardım! Çok hoş bir duygu, eşinizle, dostunuzla, birlikte yaşadığınız insanlarla filminizi izlemek. Yine konuk olan çok sayıda yönetmen, oyuncu, yapımcı, sinema yazarı ile tanışma fırsatım oldu. Kendimi biraz ev sahibi gibi hissettim. Kruvasan’ın Ankara’da çekilmiş olması da seyirciyi biraz etkiledi sanırım. Tuvalette, koridorlarda filan Kruvasan’ın hangi semtlerde, hangi mekanlarda çekildiği ile ilgili konuşmalara kulak misafiri oldum. Dediğin gibi seansların dolu geçmesi yönetmenleri motive eden bir şey. Festival yönetimine senin aracılığınla da teşekkür etmiş olayım.
Filmi hangi maddi koşullarda çektin? Oyuncuları nasıl seçtin gibi detaylara geçelim?
Film 6-7 bin dolara karşılık gelen 120 bin liraya çekildi. Bütçenin %80’i oyuncu, teknik ekip ve malzeme kirasına gitti. İstanbul’dan gelen 4 arkadaşımızı yapımcım Zöhre Koçkan Çelik ile kendi evlerimizde misafir ettik. Kurguyu kendim yaptım. Ciwan Zengin çok makul bir ücrete filmin rengini yaptı.
Nurcan Şirin’i Antalya’da Bugün Değil kısa filminde izlemiştim. Öncesinde de Çağan Irmak’ın Yeşilçam dizisinden biliyordum. Biraz şaşkın, hüzünlü duruşu kafamdakine yakındı. Bora Karakul zaten Ankara’da yaşayan bir oyuncu arkadaşım. Onu bulmak çok zor olmadı.
Filmi çekmeden 2 hafta önce oyuncularla ve görüntü yönetmeni ile Ankara’da buluştuk. 2 gün boyunca filmin çekileceği gerçek mekanlarda prova yaptık. Hatta filmin bir maketini çekip kurguladım. Böylece asıl filmi çekerken neleri atıp neleri tutacağımı kararlaştırma şansım oldun. Kurgu dilini ve müzik seçimlerini oturtmam kolaylaştı. Sonrasında Ocak ayının ilk günlerinde çekimi tamamladık. Ocak ayının son günlerinde de film şu anki haline geldi. Festival sürecini Antalya ile başlatmak istedik. Film seçildi de ama sonrası… malum. Film Ekim-Aralık döneminde 9 festivale seçildi. Şimdiden iyi bir performans sergilediğini söyleyebilirim.
Son olarak Göl Kenarı’na göre seyirciden daha fazla yorum ve tepki aldığımı, filmin seyirci ile daha güçlü bir bağ kurduğunu hissediyorum.
Bundan sonra sinema yolculuğun nasıl şekillenecek, kısa mı uzun mu?
Bu kısacılar için bir ahiret sorusu sanırım. Başta da söylemiştim şu an ilk uzunumun post prodüksiyonu ile uğraşıyorum ve hazırda 2 uzun projem rafta bekliyor. Bir daha kısa yapar mıyım, kesinlikle. Kısa da kendi içinde bir yolculuk.
Son olarak neler söylemek istersin?
Artık bir şey söylemeyeyim zaten uzun bir konuşma oldu. İlgi gösterip beni ve Kruvasan’ı konuk ettiğin için çok teşekkürler.